orhan-kemalO canım yüreği Orhan Kemal’in, ilk ve son kez kötülük etti 2 Haziran 1970 saat 21.15’te «emeğine son verdi .. 
Bükülmez bir devrimci, yüce gönüllü gerçek bir halk yazarı; şurda-burda işsiz kalan ırgatların, mapusane çilekeşlerinin, üç-beş kuruş kazanan küçük memurların, emeklilerin, çocukların, kimsesiz çocukların, iplik fabrikası kız ve delikanlılarının, iplik hükme makinelerinin başında yorgunluktan uyuyan bebelerin, sokakları süpüren çöpçülerin, «küçük adam»ların, mavi tulumlu akıllı-akılsız, uyanık-uyur emekçilerin,

mahalle kabadayılarının, kahve sakinlerinin, «artiz»lik heveslilerinin yazarı ORHAN KEMAL’in inandığı-güvendiği, yüreğini açtığı, en sıkışık anlarında yanında bulduğu bir arkadaşı, dostu, yürekdeşi olduysam, bu bir mutluluktur benim için. Yaşadığımız aynı kentten ekmeğim uğruna ayrılanda, O’nunla ölene dek mektuplaştık, nasip olanda buluştuk Ankara’da, İstanbul’da, son olarak Moskova’da. O’nun mektuplan, hep yazmak istediği, düşlediği «Romancının Romanı»nın bir kesiti gibidir. Gemicilerin seyir defteri gibi, «yazarın seyir defteri .. » ya da O’nun «rota»sı..
Kıvançları, tasaları, sabun köpüğü öfkeleri, aşkı, aşkları, ekonomik durumu, politik görüşleri, çilesi çileleri, sanat dallarına ilişkin deyişleri, yorumları, düşünceleri, duyguları ve özlemleri..
Bütün bunlar ve diğerleri bütünlenince Orhan Kemal’in, yani bu dürüst kalemin yaşam savaşı çıkıyor ortaya.
Ömrü boyunca gerçekten yoksulluk çeken, bir bakıma çektirilen, çoluk çocuğunun nafakası için; tekleyen yüreğiyle, ameliyatlar sonrası kanlar kaybıyla yazan, durmadan dinlenmeden yazan, çeşitli adlarla yazan, ıvır zıvırla da uğraşmaya zorunlu bırakılan bu insan yine de doğru bildiği, doğru bilinen, doğruluğuna inanılan yolu değiştirmedi, dünyalıklara boyun eğmedi.. Sapmadı, saptınlamadı..
Böyle olmadığı, yani bükülmediği, eğilmediği, yılmadığı için de olsa gerek; sağlığında, bir insan yüreğinin katlanması zor eleştirilere uğratıldı, yerildi, «ciddiye alınmama» reva görüldü, fakat bu bile gerçekte «ciddiye alınması gerekli bir insan» olduğunu koyuyordu ortaya.
Yapıtlarıyla, kişiliğiyle gün gün yücelirken, çeşitli pusular kuruldu. Gün oldu yakın beliediği kimi kişilerden ihanet gördü, yılmadı. Yayınevlerinden, tiyatrolardan parasal, yüreksel ihanetler gördü, bükülmedi.
Öfkelendi zaman zaman.. Zaman zaman isyan etti, yine de kalemini kırdırtmadı. Gerilemedi, gerilemediği içindir ki öfkeleri daha da kabarttı !
Orhan Kemal öldü.
Ama kimilerinin öfkesi hıncı, ölmedi!
Çünkü Orhan Kemal’in bıraktığı yapıtlar daha büyiiyerek, daha daha çoğalarak, yayılarak, daha daha etkili olarak yaşamını siirdürüyor. Bu öfkelenmelerin, kızgınlıkların, haksız yergilerin asıl nedeni budur.
Yaşamı boyunca devrimcilik adına, kardeşlik adına, barış, özgürlük adına, insanlık onuru adına binlerce sayfa yazan; roman olarak, piyes olarak, öykü olarak yazan Orhan Kemal, elbette eleştirilemez değildir. O’nun da kişisel tutkuları, boşlukları vardı, ama bunların hiç birisi temel sorunda öne geçmemiş, temel soruna ve çözümüne etkili olmamış, gerçek devrimciliğine, namuslu bir halk yazarı olmasına, halkların dost olmasına, olabilmesine ve dürüst emeğine gölge düşürmemiştir.
İnsanların «pırıl pırıl» geleceğini, olması gereken onurlu bir yaşamı düşlediğinden, bunların gerçekleşmesi için çaba gösterdiğinden, karşıt olanlar.
O’nu «mapus damları»na tıkmışlar, türlü baskılar uygulamışlar, sağlığından ettirmişler, ama yine de O’nu bu güzel uğraşılarından döndürememişlerdir.
O, «Aç kaldım-Susuz kaldım-Terketmedi sevdan beni..» diyebilmiş ender sanatçılarımızdan birisiydi, Ahmed Arif’in haykırdığı gibi.. Aç bakalım.. Susuz kaldım.. Terketmedi sevdan beni!.
O sevda ki yurt-toprak sevgisidir .. O sevda ki insan sevgisidir katıksız .. O sevda ki namuslu emektir, namuslu emeğin karşılığıdır .. O sevda ki her çeşit zulme baş kaldırmış, direnmedir.. O sevda ki inanılan, namuslu bilinen inançtan, yoldan dönmemedir, gelecek güzel günlere inanmadır.. O sevda ki renk, din, dil, ırk, mezhep ayırmadan insanlara açılmış kollar olmaktır. Hayınlaraysa sıkılmış yumruk!
Yüzünü görene dek, O’nu, yıllardır kaybettiğim çocukluk arkadaşım Orhan Kemal sanmışımdır. Ne var ki o, çocukluk arkadaşım değildi.. Ama böylelikle 12 yaş büyük, yiğit, devrimci bir yeni arkadaş edindim …
Emek uğruna Ankara’ya göçende mektuplaşmaya başladık … Uzun serüvenleri olmuştur bu mektupların..

“Köfteci Dükkanı” olayı nedeniyle, O’nu delilsiz mapus damına tıkanlar, YÖN dergisinde, mektuplarından aldığım bölümlerle yazdığım bir yazıyı, uzun bir yazıyı değerlendirmişler (!) .. « mektuplarda salt parasızlık, edebi şeyler olmasa gerek, işimize gelebilecek deliller de olabilir ( ! ) » yargısıyla evimi basıp bu mektupları elde etmeyi planlamışlar, planlamışlar fakat adını, görevini, kimdir öğrenemediğim, sadece «Önemli bir kişi» olduğu söylenen birisi, bu planın uygulanmasına gönlü razı gelmemiş, dolaylı yoldan, yollardan «planı» duyurarak mektupları saklamam için haber salmıştı! Her kimse, bu kişiye içten bir teşekkür boreuro vardır, ödüyorum.
Olacakları, tasarlananları TİP İstanbul Milletvekili Çetin Altan’a anlatmış, yazar Çetin Altan, Akşam gazetesinde ad vermeden planı açıklamış ve mektuplan ele geçirme oyununu bozmuştu.
12 Mart karanlığında, evimden alıp sakladığım tek okuntular bu mektuplardı, yapıtlarındaki sunuları da keserek ..
9 Temmuz 1974’te, Marmara Ereğlisi’nde damı ottan olan konuk evinde çıkan bir yangında önce bu mektupları kurtarmış, sonra mutfakta her an patlamaya hazır koca gaz tüpünü sökmeyi akıl edebilmiştim!
Bu mektuplar, yirmi yıla yakın sarsılmaz bir arkadaşlığın dostluğun belgeleridir.
Mektupları tarih sırasına göre, ama ortak dostlarımızı, ortak anılarımızı da katarak sunma yolunu seçtim. Kendimle ilgili bölümler de var mektuplarda..
Örneğin, « … tevkif edilmezsen» diyor bir yerinde.
Bunun nedenlerinin ve bazı şeylerin havada kalmaması için, yazmak zorunluğunu duydum. Olancasıyla kaçınama karşın -ister istemez- mektuplara Romancı’nın gazeteci arkadaşı da giriverdi! Zaten bu kaçınılmazdı, yığınla ortak yönlerimiz vardı, anılarımız.
O’nunla zaman zaman bir usta-çırak, zaman zaman bir ağabey-küçük kardeş, zaman zaman yaşıtmış gibi birbirine seslenen arkadaş olduk. Öyle bir arkadaşlık ki, uğruna can verilebilecek.
Arkadaşlık-dostluk denen yüceliği, inançlardan, doğru bilinen doğruluğu saptanmış inançlardan şaşmamayı; yalansız dolansız devrimciliği, insan onuruna verilen verilmesi gereken değeri, aydınlık gerçekçiliği, özgürlüğün vazgeçilmezliğini, insan sevisini, sömürmeye karşı durmayı ve daha nice yücelikleri, daha daha iyi yazabilmeyi, iyi düşünmeyi, neyin düşünülmesi gerektiğini öğrenebildiysem, Orhan Kemal’in o kendine özgü «mütevazı» öğretmenliğindendir.
Nazım Hikmet’i de, O, böyle anlatırdı.
Mektuplardan, mektuplarda ortaya konanlardan hoşlanmayanlar elbette ve elbette olacaktır. Önce Orhan’a, bu mektupları yayınladığım için de bana çatılacaktır, olağandır elbette.
Ama Orhan Kemal’i «namuslu» inceleyenler, inceleyecekler inanıyorum ki bu mektuplardan yararlanacaklardır.
Salt bu yönden, gelecek eleştiriler, suçlamalar ağır da olsa, değer diyorum dost-arkadaş yoluna ..
Hele bu arkadaş, bu dost, bu yazar; Orhan Kemal ise, yergiler, övgüler hoş geldi sefa geldi diyorum.

Arkadaşım Orhan Kemal ve Mektupları
Fikret Otyam
E Yayınları
1975

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Previous Story

İran Mektupları – Montesquieu

Next Story

Çocukluğun Sonu – Arthur C. Clarke

Latest from Biyografiler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van
Go toTop