Orhan Veli: Değişmemek – Murat Belge

Orhan VeliŞu günlerde, içinde Orhan Veli’nin de olduğu edebi tema üstüne bir yazı hazırlamaktayım. Onun için de Orhan Veli’nin toplanmış yazılarını okuyorum. Bunların küçük bir kısmı daha “siyasi” denebilecek konularda, büyük kısmı ise edebiyat üstüne; ama kültürle siyasetin kesiştiği alanlarda Orhan Veli’nin söyledikleri, bu yeni okuma sırasında, ilginç geldi.

Türkiye’de yıllar geçse de bir şeyin değişmediğini anlatmak, her zaman, hem ilginç, hem de kanıtlarıyla ispatlanabilecek bir konudur. Orhan Veli’nin dediğim o çizgide (kültür/siyaset) söyledikleri özellikle bu bakımdan ilginç.

Orhan Veli bu yazılarını kısa ömrünün sonlarında yazmış. O tarihlerde hem çok tanınmış bir edebiyatçı, bir şair; hem de söylediği veya yaptığı çok tartışılan biri. O bakımdan, bir “otorite” olduğu belki söylenemez. Türkiye’de özellikle söylenemez, insan şöyle yetmişine, seksenine gelmeden. Gene de, Orhan Veli yaşadığı süre içinde bir ilgi odağı oldu; ölümünden çok geçmeden, bütün “putkıran” tavrına rağmen, toplumun okuduğu ve sevdiği bir şair haline geldi.

Orhan Veli, kendi hayatının son iki yılı içinde, Eğitim Bakanlığı’nın yayımladığı edebiyat kitaplarına takılmış ve duygularını yazıya geçirmiş. O sıralarda, Halk Partisi’nin iyice sağcı takımından Reşat Şemsettin Sirer’in Eğitim Bakanlığı sırasında yayımlanmış Güzel Yazılar adlı kitaptan söz ediyor. O zamandan bu zamana kaç bakan değişti, kaç kitap seçildi, kaç farklı eğitim politikasına göre kitaplar yazıldı, kitaplar yasaklandı…

Ama Orhan Veli’nin o tarihte yazdıklarına bakarsak, işin özünde önemli bir değişiklik olmadığını aniaya biliyoruz. Şöyle birkaç satırlık bir alıntı yapayım:

… yazılarının güzellikle hiçbir ilgisi bulunmayan bu kitaplardan yeni yetişen gençlerin bir edebiyat zevki alabileceklerine inanmak bir hayli güç … Mesela bir Celal Sahir Erozan’dan edebiyat tarihimize hiçbir şey kalmayacağını, eserlerini tanımanın da bugünün gençlerine hiçbir şey kazandırmayacağını anlamak için pek öyle edebiyatçı olmaya lüzum yok.

Orhan Veli ve Garip Kuşağı, ortaya çıktıkları zaman çok tartışma yaratmış, ama karşılarındaki son derece yüksek sesli muhafazakar cepheye rağmen, şiir anlayışlarını kısa zamanda edebiyatsevedere kabul ettirmişlerdir. Ama “ettirmişlerdir”! Celal Sahir’in ise bu edebiyatta bir yeri yoktur.

“Ders kitapları”nı yazanlar ise sonuna kadar, Orhan Veli’den değil, Celal Sahir’den ya da onun çeşitli benzerlerinden yana olmuşlardır. Dolayısıyla, ders kitaplarında bu tür şairlerin hiç kimseye zevk vermeyen şiirleri seçilip basılmış ve yıllar yılı, okullu genç insanların edebiyattan zevk alması ihtimalinin önü kesilmiştir.

Orhan Veli’nin kendisinin ders kitaplarına girebilmesinin kaç yıl aldığını benim kuşağım bilir ama kitaba bir kere girdikten sonra, ne kadar tatsız tuzsuz bir biçimde anlatıldığını da (eğer anlatılıyorsa) hem bizim kuşak, hem o zamandan beri her kuşak çok iyi bilir.

Orhan Veli’nin yakındığı kitaplar zaman içinde değişti. Ama yeni kitaplar onun yakındığı eksikleri tamamlamıyor veya yanlışları düzeltmiyordu. Celal Sahir’in yerine Vasfi Mahir Kocatürk. .. Buna benzer değişiklikler.

O tarihlerde Orhan Veli’ye kitap ve seçmeler yaptırılsa, onun fikirleri azıcık da olsa derste tartışılsa, bugün kültür (ve tabii bu başlık altında: edebiyat, şiir, sinema, tiyatro, vb.) başka noktalara varmış olabilirdi. Ama o gün, orada bulunan kadrolar Orhan Veli’nin bugünkü muadilierini dinlemiyor. Dinlemeden oluşturdukları kitapları ise ders kitabı oldukları için herkes dinlemek zorunda-ama ders bitince, kimse bir daha dinlemiyor.

“Kökü dışarda”
Yukarıda, bir şeyi karalayıp yeniden yazarken, cümle olmayan bir şeyler yazmışım, önce onu düzelteyim. Şunu anlatmaya çalışıyorum: Orhan Veli kendi döneminde hazırlanmış ders kitaplarını eleştiriyordu. Ama buna karar veren, uygulamayı yapan kadrolar, onu dinlemediler. Bugün oralarda bulunan kadrolar da Orhan Veli’nin bugünkü muadilierini dinlemiyor.

Sonuçta aynı zevksizlik, içi boş retorik, ezberci anlayış vb. devam ediyor. Türk eğitim sisteminde “edebiyat okutulmuş” ortalama bir “Türk genci”ne bir daha edebiyat sevdiremezsiniz; aynı şekilde, tarih okutulmuş biri hayatı boyunca “tarih” lafını işitince ürperti geçirir.

Orhan Veli’ye dönelim. Orhan Veli, Nasreddin Hoca fıkralarından bazılarını koşukla söylemişti. Bunun önsözüne, bir Fransız folklorcusundan birkaç söz almış. Enver Naci Gökşen diye biri de buna içerlemiş, hemen kaleme kağıda sarılmış: “Orhan Veli bir frengin fikirlerine takılıp kalacağına İsmail Hami Danişmend’in yazılarını okusaydı, Yeni Adam’ın eski sayılarını karıştırsaydı daha iyi ederdi.” Çok alışık olduğumuz laflar, değil mi? Bu satırları hayatımızda ilk kez okuyor olsak bile, “Nasreddin Hoca’yı elin gavurundan mı öğreneceğiz!” mantığı son derece tanıdık. Zaten “Nasreddin Hoca”yı değişken sayın, aynı cümleyi bir milyon değişik “nesne” ile yazmak mümkün.

Orhan Veli, ilkin, Danişmend’i okumadığı sonucunun nasıl çıkarıldığını soruyor: “Her okuduğum yazıyı kendi okuyucularıma bildirmeye mecbur muyum? Üstelik o yazıda işime yarar bir şey bulamamışsam …

İsmail Hami Danişmend “popüler tarihçi” dediğimiz, biraz bize özgü bir yazarlık kategorisine girer. “Tarihi Hakikatler” adında, hakikatle ilgisi olmayan, iki ciltlik bir kitabı vardır. Uzun boylu aranıp taranmadan, ilk altını çizdiğim cümleyi alıntılıyorum: “Herhalde bunun başlıca sebebi pisliğe alışmış olan Batı Hıristiyanlığı’nın öyle şeylerle ilgisizliğinden ibaret olmalıdır.” (I. cilt, s. 264: Avrupalıların “mendil”i Türklerden öğrendiğini iddia eden yazısı; ne hikmetse “mendil” kelimesi de Arapça’ dandır). Bu cümle, Danişmend’in nasıl bir “fikri” yapısı olduğunu gösteriyor herhalde.

Yeni Adam dergisine gelince, 1. H. Baltacıoğlu’nun çıkardığı, ama Kerim Sadi, Sabahattin Ali gibi birçok solcunun yazdığı bir dergi. Ama sol “antiemperyalizm” etiketinin arkasında koyu bir yabancı düşmanlığı ve faşizmin bulunmasına da alışığız.

Yazının sonunda Orhan Veli şunları söylüyor:

Bu yanlış milliyetçilik gayreti beni daha çok üzüyor, daha çok düşündürüyor. ‘Kökü dışarda’ sözünü icat etmekle memlekete en büyük kötülüklerden birini eden Türkçülük softalarının bu türlü hükümleri nasıl ele alıp kullandıklarını çok iyi biliyorum. Mühim saydığım nokta, bu türlü silahların bana karşı kullanılması değil; fikir hayatına, sanat hayatına karşı kullanılması.

Bu gibi durumlarda, şöyle bir teseliiye sığınılır: “Bugün herkes Orhan Veli’yi bilir; Danişmend’i veya Gökşen’i kaç kişi hatırlar? Demek ki Orhan Veli kazanmış.” Oysa hayır, tam böyle değil. Orhan Veli’yi herkes bir biçimde tanır, ama aykırı olan gene odur. Toplumun ortak ve anonim bilinçliliği ise hala Gökşen ve Danişmend kurgusuyla işliyor. Son olarak, gene Orhan Veli:

Sanat üstüne, fikir üstüne olsun, başka şeyler üstüne olsun, Batı’ya karşı kapalı kalmayı niçin bu kadar istiyoruz? Aspirin’in, penisilinin de kökü dışarda, telefonun, elektriğin, radyonun, televizyonun da kökü dışarda; Arşimed Kanunu’nun, Lavoisier Kanunu’nun da kökü dışarda; almayacak, bilmeyecek miyiz?

Yıl l950.

Radikal, 29-30 Haziran 2001

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir