Ortadoğu ve başka yerlerdeki gerçek ve sahte çatışmalar – Samir Amin

samir-amin-4Tüm modern çağı belirleyen temel çatışma, (sömürülen, ezilen, hakimiyet altında tutulan) emekle (sömürücü egemen) sermayeyi karşı karşıya getiren çatışmadır. Elbette politik ve sosyal arenadaki tüm çatışmaların doğrudan bu temel çatış­madan kaynaklandığı, sadece ona “indirgendiği” söylenemez.
Aynı şekilde, tarihsel aktörlerin bu bütünlüğü (eklemlenmeyi) kapsayıcı-kavrayıcı bir yaklaşım içinde oldukları, öyle bir misyona cevap verdikleri, hatta ona ilgi duydukları da söylenemez.

Söz konusu emek-sermaye çatışması gerçekte var olan kapitalizmde,
egemenlik altındaki çevre-egemen merkez çelişkisi
şeklinde tezahür ediyor. Elbette bu, çevre ve merkez toplumlarının
homojen bloklar olduğu anlamına gelmez, tam tersine
her ikisi de aynı temel çelişkiyi kendi tarzlarında yaşıyorlar, o
kadar. Benim anlayışıma göre, tarihsel materyalizmin amacı
tüm bu eklemlenmelerin [articulations] işleyişini tahlil etmek
ve oradan hareketle de uzun erimli bir sosyalist, hümanist, enternasyonalist,
üniversalist perspektif için ne tür olumluluk ve
olumsuzluklar içerdiğini ortaya koymak olmalıdır.
Sahnede gerçekleşen çatışmalar, ileri sürüldüğü gibi ger­-
çek çatışmalara tekabül etmiyor. Bunlardan önemli gördüğüm
üçüyle ilgili şunları söyleyebilirim:

Birincisi: Lider ABD tarafından formülasyonu yapılan kolektif
emperyalizm üçlü’sünün sistematik olarak geliştirdiği politik
stratejiden başka bir şey değildir. Ezilenler kampındaki sosyal
hareketler onun temalarını benimseyip de ete kemiğe büründü­-
ğünde, söz konusu politik strateji tartışmasız bir gerçeklik haline
geliyor.

İkincisi: Her türlü otokrasiye ve zulme karşı yürütülen demokrasi
mücadelesi, ne sömürünün kurbanı işçilerin ve halk sı­-
nıflarının ne de ezilen halkların mücadelesinden asla ayrılabilir
değildir. Oysa bugün böyle bir ayrımdan doğan ve ayrıma rağ­-
men bir şeyler başaracaklarını sanan sosyal ve politik hareketler
var. Benim iddiam odur ki, böyle bir yaklaşım içinde olan ilgili
sosyal hareketler egemen sermaye tarafından maniple ediliyorlar
ve bizzat demokrasi davasına bile hizmet etmeleri mümkün
değildir. Her ne kadar ABD ve Avrupa kamuoyu ülkelerinin
“demokrasi lehine” müdahalelerinin samimiyetine inansalar da,
Asya ve Afrika’ da bu demokrasi retoriğine kimse itibar etmiyor.

Üçüncüsü: Kulağımızı sağır edercesine tekrarlanıp duran
“terörist” ve “uygar” çatışmasına gelince, aslında bu emperya-
lizmle emperyalizmin egemen olmak istediği halklar arasındaki asıl
çatışmayı yok sayma ve gizleme işlevi görüyor. Amerikan
yönetimi yaklaşık 20 yıldan beri bu “yeni düşmanı” peydahlamaya
çalışıyor. Öyle bir “teorik” söylem oluşturuluyor ki, kimi
“özel” örgütler kitle imha silahına sahip olabilir ve “haydut
devletlerin” olası desteğiyle de bunları kullanabilir … Bu söylem
gerçekten de fiilen terörist grupların ortaya çıkmasını sağlıyor
(CIA tarafından aşırı İslami fundamentalistlerin desteklenmesi,
ya da bu örgütlerle “pasif” işbirliğiyle 11 Eylül’ deki gibi saldırının
ve yasal düzenlemelerin gerekçesi oluşturuluyor. Yasal
düzenlemelerin ne kadar hızlı yapıldığına bakarak, bu iş için
çoktan hazırlanmış olduklarını söylemek mümkündür).

Modern dünya sisteminin (Batılı güçlerin) 1492’den beri üç
kıtayı oluşturan çevreye müdahaleleri, ileri sürülen saikler ne
olursa olsun, emperyalizmi dayatmak içindi. Şimdilerde “demokrasi
ihracı”, “terörle mücadele” gibi saikler de eski “uygarlaştırıcı
misyon” söyleminden daha inandırıcı değil. Bugün
Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde yapılan müdahalelerin
dramatik sonuçları ortadayken, isterse BM’nin bir kararının
arkasına gizlensin; ABD’nin ve NATO’nun herhangi bir mü­
dahalesi nerede olursa olsun (Avrupa’ daki Yugoslavya dahil),
gerekçesi ne olursa olsun (insani, vb.) kabul edilebilir değildir.
Avrupa’nın demokratik güçlerinin yapması gereken, NATO’nun
lağvedilmesini, Amerikan üslerinin sökülüp atılmasını ve işgal
güçlerinin derhal Afganistan, Irak ve Filistin’ den çekilmesini
talep etmek olmalıdır. Bu bağlamda Bamako Çağrısı’na (18
Ocak 2006) bakılabilir.

Elbette Avrupa’nın demokratik güçlerinin sorumluluğu ne
kadar önemli olursa olsun bu, Güney ülkelerinin özellikle de
Arap ülkeleri, demokratik güçlerinin kendi sorumluluklarını
unutturmamalıdır.

Bugün Ortadoğu bölgesinde “politik çatışma” üç grup gücü
karşı karşıya getiriyor: Milliyetçi geçmişi ihya etmek isteyen-
ler (aslında ulusal-popülist dönemin kalıntıları, çürümüş, yoz
bürokratik unsurlar); politik İslamcı olduğunu söyleyenler; bir
de liberal ekonomik yönetimle “uyumlu” demokratik taleplerle
ortaya çıkmaya çalışanlar. Ulusun ve emekçi sınıfların çıkarlarına
dair kaygı duyan bir sol hareket için bunların hiçbirinin
iktidarı arzulanır bir şey değildir. Aslında bu üç “eğilim” de
emperyalist sisteme yamanmış komprador sınıfın çıkarlarını
temsil ediyor. Amerikan diplomasisi de bu üçünü birbirlerine
karşı kullanarak aralarındaki “çatışmaları” kendi lehine kullanmak
üzere sürekli “demiri sıcak tutuyor”.

Biriyle veya diğeriyle ittifak yapıyor, birini diğerine karşı
kullanıyor (mesela politik İslamdan çekindiğinde mevcut rejimin
ayakta kalmasını tercih ediyor, ya da birinden kurtulmak
için diğerini ona karşı destekliyor, başarısız olacağını anladığında
o rejimden kurtulmak için diğerini destekliyor). Solun mü­-
cadele alanında kendini var edip dayatarak; emekçi sınıfların
ekonomik ve sosyal haklarını, demokrasiyi ve ulusal egemenliği
savunması gerekiyor ki, bunlar ayrılmaz bir bütünlüktür.
Bugün “Büyük Ortadoğu” bölgesi, emperyalist liderleri
dünya halklarıyla karşı karşıya getiren çatışma için merkezi bir
öneme sahiptir. Washington’un projelerini boşa çıkarmak, nerede
olursa olsun dünya halklarının ilerlemesinin koşuludur.
Bu gerçekleşmediği takdirde tüm olumlu gelişmeler aşırı derecede
tehlikeye girecektir. Elbette bu, dünyanın başka yerlerindeki
(Avrupa, Latin Amerika ve başkaları) mücadeleleri hafife
almak değildir. Bu sadece şu anlama geliyor, Washington ilk
canice vuruşunu bölgeye yöneltmiş durumdadır ve soruna global
bir perspektiften bakıldığında son derece önemlidir …

Samir Amin
Modernite Demokrasi ve Din
Yordam yay
Fransızcadan Çeviren:
Fikret Başkaya

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir