Örümceklerin Yuvalandığı Patika – İtalo Calvino

Calvino, bu romanında, Pin adında yetim, ağzı bozuk, sokakları herkesten iyi tanıyan, yaşıtlarıyla değil büyüklerle arkadaşlık eden saf ve cahil bir çocuğun üzerinden savaş, zulüm ve meydan okumayı anlatır. İkinci Dünya Savaşı sırasında, 16 yaşındayken, faşist Mussolini’nin ordusuna girmeyi reddederek direniş mücadelesine katılan Italo Calvino’dan masalsı ve yürek burkan bir hikâye…

İtalyan edebiyatının büyük ustası Italo Calvino’nun, bundan 60 yıl önce yayımlanan ilk kitabı Örümceklerin Yuvalandığı Patika, ilk kez Türkçede” İtalyan edebiyatında özgün ve neredeyse tekil bir örnek olan Örümceklerin Yuvalandığı Patika, elinden bırakamadan, bir solukta okunacak kitaplardan”.

“Bu, yazdığım ilk roman; birkaç öyküm bir yana bırakılırsa, yazdığım ilk şey olduğunu bile söyleyebilirim. Şimdi elime aldığımda, nasıl bir etki yaratıyor üzerimde? Onu kendi yapıtlarımdan biri gibi değil de, daha çok, İkinci Dünya Savaşı sona erdikten sonra, bir çağın genel ikliminden, ahlaki bir gerilimden, bizim kuşağımızın benimsediği bir edebiyat beğenisinden anonim olarak doğmuş bir kitap gibi okuyorum.” diyen Calvino’nun bu kitabı, ileride onun nasıl hınzır bir yazar olacağının da habercisi aslında. Pin adında bir çocuğun gözünden savaş, inanç, öfke, kötülük, aşağılanma, düş kırıklığı üstüne yalın ve etkileyici bir metin olan Örümceklerin Yuvalandığı Patika’nın 1964’te yapılan yeni baskısına yazdığı önsözde, Calvino çarpıcı saptamalar yapar: “burada, her şeyden önce, kitabın imgeleri ve sözleri, akışı, tonu, üslubu, umursamazlığı, meydan okuması yoluyla kendini göstermesi amaçlanmıştır. Daha konunun seçiminde, neredeyse tahrik edici bir özgüven sergileniyor. Kime karşı? Şunu söyleyebilirim: Eşzamanlı olarak iki cephede savaşmak; hem Direniş’i eleştirenlere, hem de kutsallaştırılmış, kusurlarından arındırılmış bir Direniş’i savunanlara meydan okumak istiyordum.”

Sosyalist kahraman yaratmak, devrimci romantizm gibi kolay malzemeye tepkili Calvino şunları dile getirir: ‘Öyleyse, ben de size, içinde hiç kimsenin kahraman olmadığı, hiç kimsenin sınıf bilincinden haberli olmadığı bir partizan öyküsü yazacağım. ‘En alttakiler’in, lümpen proletaryanın dünyasını anlatacağım! (Benim için o zamanlar yeni bir kavramdı bu ve büyük bir keşif olduğunu sanıyordum. Anlatı için geçmişte en kolay malzeme olduğunu, öyle olmayı da sürdüreceğini bilmiyordum.) Ve bu, bütün yapıtların en olumlusu, en devrimcisi olacak! Zaten kahraman olan kişiden, zaten sınıf bilinci olan kişiden bize ne! Anlatılması gereken, oraya varış sürecidir! Bilincin berisinde tek bir birey kaldığı sürece, bizim görevimiz onunla, yalnızca onunla ilgilenmek olacaktır!’ Böyle düşünüyordum ve bu öfkeli polemikle yazmaya koyuldum; en candan dostlarım kabul ettiğim, aylarca ama aylarca bir tas kestaneyi ve ölüm tehlikesini paylaştığım, yazgıları için üstlerine titrediğim, gözlerini bile kırpmadan ölümü göze alışlarına, her türlü bencillikten arınmış yaşam tarzlarına hayran olduğum kişilerin yüz çizgilerini ve karakter özelliklerini çarpıtıyor, bunları sürekli tikleri, kaba ve gülünç kusurları olan maskelere dönüştürüyor, öyküleri üzerindeki bulanık alacakaranlıkları “gençlik saflığımla bunları ben bulanık alacakaranlıklar olarak hayal ediyordum” yoğunlaştırıyordum… Sonradan, yıllarca içimde taşıyacağım bir pişmanlık duyacaktım bu yüzden…

TADIMLIK
Kim, belki de çoktan, vadiden yukarı, dağların doruklarından üzerlerine ölümü yağdıracak olan şafağa doğru ilerleyen Alman-faşist kolunu düşünüyor. Yitirilmiş hareketler kolu bu; şimdi kamyonun sarsılmasıyla uyanan bir asker: “Seni seviyorum, Kate,” diye düşünüyor. Altı yedi saat sonra ölecek bu asker, onu öldüreceğiz; “Seni seviyorum, Kate,” diye düşünmeseydi de, aynısı olacaktı, yaptığı ve düşündüğü her şey yitip gidecek, tarih tarafından silinecek. Oysa ben, bir karaçam ormanında yürüyorum ve her adımım tarih. “Seni seviyorum, Adriana,” diye düşünüyorum ve tarih bu, büyük sonuçları var; yarın çarpışmada, bu gece “Seni seviyorum, Adriana,” diye düşünmüş bir adam olarak hareket edeceğim ben. Belki önemli şeyler yapmayacağım, ama tarih adsız küçük jestlerden oluşur; belki de yarın, hatta belki de o Almandan önce öleceğim, ama ölmeden önce yapacağım her şey, ölümüm de, tarihin küçük bir parçası olacak ve şu an aklımdan geçen bütün düşünceler, yarınki tarihimi, insanlığın yarınki tarihini etkileyecek.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir