Özel, Güzel. Peki Para var mı Para? ? Suat Kamil Aksoy

Liberal rüzgârcıların, elde etmek istediği ideolojik tatminleri bir kenara bırakıp, sandığımız gibi bir hayal kurmuş olduklarını varsayacağız. Yazımız bu açıdan bir hayal kırıklığının izini sürecek.

Kamunun elindeki hizmet ve üretimin özel ellere geçirilmesinin, kapitalizme daha uygun düştüğü inkâr edilemez. Elbette bu uygunluğun niçin en baştan var olmadığı da tartışılabilir. Belki bir yanlışlık olmuştur deyip, şimdilik es geçeceğiz!

Kapitalist üretim için, ihtiyaçların üretimi değil, artı-değer üretimidir demiştik. Doğrudur. Ancak kapitalizm ihtiyaçları üretmeksizin, artı-değer üretimini gerçekleştiremez. Biz genellikle artı-değer diye çeviriyoruz. Marks’ın metinlerindeki almanca mehrwert sözcüğünü bir çeviri tercihi olarak, daha fazla değer diye çevirdiğimizde meramımızı daha güzel ifade edeceğimizi sanıyoruz. Dolayısıyla bundan böyle artı-değer yerine daha fazla değer diyebiliriz. Baştan söyleyelim!
Evet, kapitalizm daha fazla değer üretmek, yani eldeki mevcut değere ek yapmak ile tanımlanıyor. Peki, gerçekten “daha fazla değer” üretilebildi mi? Liberal iktisatçılar bir yandan iç sıkıntılarını hafifletirken, eylemleriyle daha fazla değer hırslarını da tatmin etmek istemiş olmalılar. Tatmin olma konusundaki avuntuları, bizi burada pek ilgilendirmiyor. Biz sonuca, kasadaki paraya bakacağız. Elde başka kriter olmadığı için iktisatçılarımızın da eninde sonunda bu hesabı yapacaklarına kuşku olmamalıdır. Biz en baştan daha fazla değer hayalinin boş olduğunu söyleyip, daha sonra irdeleme yapacağız. Bundan önce bir soru: Eğer elde var sıfır ise, özelleştirme eylem ve propagandası ile kazanılan tek zaferin kamucu ve sosyalist ideolojinin ezilmesi olduğunu söyleyebilir miyiz? Sosyalizmin dünya genelinde sahne gerisine çekildiği bir dönemde, böyle bir liberal zaferin sahnede doldurduğu alanın büyüklüğü işin rengini biraz değiştirmektedir. Bu vurgulu tonlardaki zafer, sahiplerinin cebinde nakit olarak belirmediğine göre ve kendi karşıtını, yani kamulaştırmayı da örtük olarak içerdiğine göre sonuçtan tatmin olunması pek mümkün değildir.
Diğer bir soru: Liberal rüzgar doğal olarak korumacılık karşısında serbestleşmeyi savunmak durumundaydı. Bu durumun doğal sonucu, coğrafyalardaki iktisadi yapı eşitsizliklerinin azalması olacaktı. Peki bu globalizasyon emperyalist hiyerarşi merkezlerinin kasalarını daha büyük bir hızda mı dolduracaktı. Bütün dünyada kapitalist ilişkilerin, yada serbest piyasa mekanizmalarının sınırsızca işletilmesi daha mı karlı olacaktı. Ayrıntılı bir cevabı bir kenara bırakıp, dünya hâsılası içinde, örneğin ABD payının sürekli olarak azalıyor olmasına bakılırsa, sonucun iç açıcı olmadığı aşikardır. Toplamda karlı olduğu iddia edilse bile, göreceli trendin aşağıya doğru olduğunu herkes bilmektedir. Değerin kaynağının emek olduğunu unutanların bu sonuçları önceden tahmin etmeleri pek olası değildi. Dolayısı ile şu anda ne olduğunu anlamaları da olası olmayacaktır.
Şimdi hesaplamaya başlayabiliriz. Sosyal devlet uygulamaları sosyalist ülkelerle benzer yapılar üretmiştir. Sanayi konusunda da kamu işletmeleri şeklinde benzerlikler vardır. Özelleştirilecek yapıyı betimlemeden önce, s+d+a şeklindeki sermaye formülünde değişmeyen sermaye kısmını anlaşılmayı kolaylaştırmak için devre dışı bırakacağız. Üretim süreci tamamen d+a dan ibaret sayıldığında her şey emek ile ilişkili olarak ele alınabilecektir. Bu toplam aynı zamanda hasıla olarak bilinmektedir. Verili zaman içerisindeki değer üretimini kapsamaktadır, katma değer olarak da isimlendirilmektedir.
Kamusal yapı, sağlık, eğitim vb hizmetlerin kamu tarafından ücretsiz ya da bir sigorta mekanizması kanalı ile verilmesi biçiminde olabilir. Bazı malların üretimi kamu tarafından yapılmakta, ürünler ücretsiz yada özel bir fiyatla sunulmaktadır. Hasılanın ve toplam emek zamanının 1000 TL ile ifade edildiğini varsayalım. Üretimin yarısı kamuda olsun. Emeğin payına 800 TL düşsün. Kamusal üretimin ürünleri emekçilere ücretsiz olarak sunulsun. Böyle bir şeyin olabilmesi için vergi toplanması gerekecektir. Vergiyi hangi usulde aldığımıza bağlı olarak hesaplamalar değişecektir. Biz burada tüm verginin ücret üzerinden alındığını varsayacağız. Diğer usulleri tercih etmekle hiçbir şeyin değişmediğini gösteren satırları yazımızın sonunda bulabilirsiniz. Toplam ücret 800 TL ise bunun 500 TL sinin emekçilere kamu hizmeti olarak verileceğini kabul ettiğimize göre net ücretler 300 TL olacaktır. 300 olan ücretlerin yarısı kamuda çalışanların ücretidir. Bunun anlamı devletin özel kesimden 150 TL vergi almak zorunda olmasıdır. O halde net ücretler 300, toplam vergi 300, brüt ücretler 600, vergi oranı yüzde 50, toplam sosyal ücret 500, net ve sosyal ücretin toplamı olan emekçilerin hasıladaki payı 800, karlar 200 olacaktır. Özel kesimdeki karların yarısı kamudan gelmiş olacaktır. Devletin özelden 150 vergi alıp, bu kesimin emekçilerine 250 değerinde kamu hizmeti sunması yüzünden özel kesimin karları 100 yerine 200 olarak gerçekleşecektir.. Karların tümünü böylece cebe indiren patronlar, kamu sektörünün kar edemediğini, verimsiz olduğunu özelleştirilmesi gerektiğini artık her yerde söyleyebilirler. Böyle bir yüzsüzlüğe herkesin kandığını varsayarsak özelleştirme işlemlerine başlayabiliriz.

Bir önceki evrede devletin kendisi için bir kuruş almamış olduğunu hatırlarsak, özelleştirme sonrasında da aynı varsayımı devam ettirmeliyiz. Kendisi için hiçbir şey istemeyen ve artık ihtiyacı da olmayan devletimiz artık vergileri tamamen kaldırabilecektir. Daha önce hizmet olarak sunulan her şey artık ücretlidir. Emekçilerin eskisi gibi yaşayabilmeleri için 800 TL net ücret almaları gerekecektir. Bu paranın 500 TL si daha önceden ücretsiz alınan hizmetlere harcanacaktır. Örneğin 150 TL okul için, 150 TL sağlık sigortası yada hastane için, 200 TL eskiden kamunun ücretsiz olarak verdiği malları piyasadan almak için harcanacaktır. Kalan 300 TL daha önce alınan net ücrettir. Eskiden ne işe yarıyorsa o işe yarayacaktır. Toplam üretim içerisinden yine 200 TL kar kalacaktır. Elbette sonuçların aynı olması, yollardaki farklılığı gizlememelidir. Özel olan durumda artık eğitim hizmetlerinin satışından büyük cirolar yapılmaktadır, aynı durum sağlık için de geçerlidir. Daha önce kamuda bulunan et, süt, elektrik, su, kreş, denetim vb sektörlerinde artık büyük meblağlar dönmektedir. Eskiden kapitalist piyasada çalışan işçilerin net 150, brüt 300 olan ücretine karşılık toplam 200 kar elde edilmekteydi. Şimdi artık serbest piyasa tüm emekçilere 800 TL ödemektedir. Özel üretimin kapasitesi genişlemiştir. Peki bu durum, her ay yüzbinlerce TL elden geçiren ve 10 TL aylık alan veznedarın, aynı ücreti alan bir büro işçisinden farksız oluşuna benzemiyor mu? Eskisi kadar kar elde ettikten sonra bunca işlemin ve paranın elden geçiyor olmasının ne yararı olabilir ki?
Biz söyleyelim, özelleştirme, herhangi bir iktisadi gelişme yaşanmaksızın hiçbir şeyi değiştiremez. İktisadi gelişme ise kamusal koşullarda da imkan dahilindedir. Söylediğimizin tersi de doğrudur. Örneğin ekonominin yarısını kamulaştırmakla, toplam karlarda hiçbir değişme olmaz.
Burada özelleştirme ile varılmak istenen yere ilişkin başka mazeretlere girmiyoruz. Çünkü bunlar özelleştirme ile özsel bir bağa sahip değildir. Örneğin bir iş yapmadığı halde maaş alanlar vardı abi yakınmasının hal yolu basittir. İşten atmak! Ama adamın kazanılmış hakları vardı denirse, konu özel-kamu ayrımı olmaktan çıkmış, hukuksal boyuta taşınmış olur. Kamuda yada özelde iş düzeninin sağlanması, verimlilik ve motivasyonun sağlanması konusunda insanlığın elindeki deneyim birikimi her arzu edilen sonucu elde etmek için yeterlidir. Bu bağlamlarda kamu yada özel yöntemden birinin diğerine üstün herhangi bir yanı yoktur. Elbette ayrıca tartışılabilir. Biz burada özelleştirme ile ilgilenmekteyiz.
Marks’ın sınıf mücadelesi olarak ortaya koyduğu toplumsal hareketin bir dolayımı olarak özelleştirmeden bahsedilebilir. İşçi sınıfına saldırı, özelleştirme olarak tezahür ediyor olabilir. Ama bu bile yukarıda belirttiğimiz çerçeveyi haklı olmaktan çıkarmaz.

Üretken emek kavramına burada tekrar dönerek yeni bir vurgu daha yapalım. Kapitalizm açısından üretken emekçi artı değer yaratan emekçidir demiştik. Bu fikir, kapitalist üretim açısından, Marks’ın da fikridir. Marks öğretmeni ve hekimi üretken emekçi olarak görmeyen iktisatçılara hak verirken, birazda alaycılıkla, okul yada hastane patronunu zengin etmek için çalıştığında öğretmen yada hekim bal gibi üretken emekçi olurlar demektedir. Üretkenliğin kapitalizm açısından bu görünüşü muhtemeldir ki liberal iktisatçılarımızı da az çok etkisi altında tutmuş ve biraz da yanıltmıştır. Üretim öğelerinin mülkiyet yapısını değiştirmekle ekstradan bir verim elde edileceğini sanmak ahmaklıktan başka birşey değildir. Ana her mülkiyet hareketinde olduğu gibi zenginleşme fırsatı elde edenler olacaktır. İşin bu yönü dolandırıcılığa girmektedir. Özelleştirmelerin bir dolandırma güdüsü ile gündeme geldiği fikrine eğilirsek, kamusal işletmelerin soyulduğundan dem vuran özelleştirmecilerimiz bizi aydınlatacaktır. Kamusal yöntemin dolandırıcılığa gayet elverişli olduğunu ilan edenler bir tür itirafta da bulunmuş olmaktadırlar. Dolandırmak isteyen için pek farketmez, kamuda yada özelde duruma uygun bir çare mutlaka bulunur. Dolandırıcılara engel olmak isteyenler ise hiçbir zaman çaresiz değildir.
Bizce labirentin içinde daha fazla dolaşmaya gerek yoktur. Neresinde dolaşırsak dolaşalım, boş bir hayalden başka birşey bulamayacağız. Bunca özelleştirmeci hengamenin ardından değişim arzusunun kitlelerde bu sefer kamulaştırma olarak belirmesi ise artık somut bir olgudur. Liberal esintinin hayalini kurduğu şey ise kesinlikle bu değildir.
Kamulaştırmanın iktisadi sonuçları değiştirmeyeceğini söylemiştik. Bu ha özel, ha kamu, sömürü baki kalır anlamına da gelir. Yani söz konusu olan işçi sınıfı açısından bir çıkmaz sokaktır. Aslında liberal ruhlar her ne kadar azaba gark olsalar da, böyle bir gelişme, yani kamucu bir atmosfer kapitalizm açısından esas olarak hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Karlar böyle bir gelişme ile azalmayacak, yine aynı kalacaktır. Belki kamuculuğu kanıtlama aşkıyla didinenlerin bazı ekstra verimlilikler yaratmaları bile olasıdır. Farklılık olabilecekse çok başka bir yerdedir ve çok basittir. Liberal rüzgarlar insanlığı kapitalizm fanusunun içinde devindirmekten başkaca bir ufka sahip değildir. Kamucu rüzgarların ufkunda ise bir boyut değişikliği olasılığı vardır. Eğer en başa dönersek tüm problemin, tarihin soğuk savaşçı döneminden miras kalan, boyut değişikliği korkusu ve bu korkunu yansıması olduğunu kolayca hatırlayabiliriz? Bu mirası elbette ahmakça bulamayız. Sosyalizm olasılığına karşı oluşmuş bu kaygıların, sosyalizme haklılık ve güçlülük atfeden bir yanı da vardır. Hâlbuki liberal esinti açısından sosyalizmin kendisi bir ahmaklıktan ibaretti! Bu yüzden kaygılara da kimsenin kapılmaması gerekirdi! Anlaşılan bütün güven gösterilerine rağmen, bilinçdışı devrededir.
Bugün faşizm ile tarihleri lekelenmiş almanlar, geçmişte olanlarla maddi olarak ilgisiz olmalarına karşın bir anlamda geçmişteki ve geçmiştekilere ait bir suçun cezasını çekerken, bizce de haksız olan bu cezanın kendilerine uygulanmasının kabahatini büyük oranda ölmüş sosyalizmde görmekte, nasyonal takısıyla geçmişteki suçu da sosyalizm ile anmakta ve şimdi bir kez daha anti-komünist karanlığa gömülmektedir. Faşizmin ölüsünün bunca ezilmesi, şimdi alman emekçilerini bir kez daha faşizmin kollarına doğru itmektedir. Bu bir yansımadır. Tıpkı liberal şiddetin, bugün bütün insanlığı kamucu bir mecraya doğru itmesi gibi!
Yeri gelmişken faşizm suçunun cezasının alman emekçilerine yansıtılması konusunda bir parantez açalım. Suç bir bütün olarak sermaye sınıfına aitti, Almanların değil kapitalizmin genetik suçu idi! Tün sürece baktığımızda sermaye sınıfının cezasız kaldığı, hatta alman sermayesinin özellikle ödüllendirildiği apaçıktır. Dünya genelinde ekonomik güç odaklarının neler olduğunu akla getirmek yeterlidir. Faturanın alman emekçilerine yüklenmiş olması bir kez daha alman faşizmini sinsice güçlendirmektedir. Buradan yola çıkarak, küçük bir kehaneti de biz dile getirebiliriz. Marks nezdinde komünizmin teorisinin anavatanı olan Almanya ve alman emekçileri, üzerlerinde biriken uğursuzluğu bu sefer komünizmin anavatanı olarak dağıtabilecektir. Zamanında Marks tarafından, alman proletaryası için, kendisini kurtarırken, bütün insanlığı da kurtarma imkanı barındırdığı söylenmişti. Muhtemel ki, artık alman ulusunun da bundan başka kurtuluş yolu kalmamıştır. Tersi olur ise, yani alman faşizmi emperyalizm uğruna yeniden insanlığın kanına girerse, bu bir yok oluş anlamına gelecek. Almanca, ve eğer geçmiş geleneklerin etkisiyle almanca ile kader ortaklığı yapmışsa Türkçe unutulan dillere dönüşecektir.

Dünyanın kaderinin ise, Latin Amerika?dan esen kamucu rüzgarlar ile kapitalizm kulvarından kurtulmak olacağı pek söylenemez. Kuşkusuz tarih yepyeni gelişmelere imkan verebilir. Ancak liberal rüzgarların antitezi niteliğinden kurtulunamadığı takdirde, kapitalizm borusunu öttürmeye devam edecektir. Sosyalizm tarih boyunca birçok şekilde tanımlandı, farklı bir gelecek arzusu olması, bu arzuya uygun formlarla tanımlanması gayet doğaldır. Farklı gelecek arzuları hep mevcuda ilişkin hoşnutsuzlukla ilgili olmaktadır. Bu yüzden mevcut nedir sorusunun cevabı önemlidir. Marks açısından birikmiş şikayetlerin kapitalizmle ilgili olduğu kesindir. Üretimin sermaye ilkesi ile sürdürülüyor olması halinde uygar toplumumuzun tepkilere yol açan yapısal kötülüklerinden kurtulmak mümkün değildir. Sosyalizm bu yüzden her tür ahlaki ideal dışında sermaye ilkesinden kalıcı kurtuluşla tanımlanmak durumundadır. Sermaye ilkesi terkedilmediği sürece, toplumu şu ya da bu idealize edilmiş biçimlere sokma girişimleri hem boşa çıkacak, hem de anlamsız zorlamalar olarak iz bırakacaktır.
Deneyimler iktidar ve devrimci iradenin olanaklı olduğunu birçok kez kanıtlamıştır. Zorunluluğun bilinci, yani gerçek özgürlük elde bulunmadığında ise, tüm bunlar, yani iktidar ve irade, boşa kürek çekmek demektir. Deneyimler bu gerçeği de bize kuşkuya yer bırakmayacak şekilde bir çok kez kanıtlamıştır. Sermaye ilkesinden nasıl kurtulacağını bilmeyen bir iradenin tarihsel değeri de artık epeyce azalmıştır. Reform, devrim ve iktidar artık kapitalizmi aşmaktan başka bir göreve sahip değildir. Başka görevler edinmek ya da tarihsel görevi kavramamak intihar anlamına gelecektir. İntihar etmiş bir reform, devrim ya da iktidar sadece bir bunaltı olarak varolacaktır. Büyük bir şevkle dünyayı değiştirdiğini sanan neoliberal rüzgarın taşıyıcılarının da boşa kürek çektiğini bilmek bir iç rahatlığı sağlayabilir. Biz tüm bu boşa geçen süreyi büyük değişim öncesi sessizlik olarak kabul ediyoruz. İnsanlık büyük bir gerilimle bir o yana bir bu yana sallanmakta ama olduğu yerde durmaktadır.
Özelleştirmeciliğin ve kamuculuğun gerçek bir değişim anlamına gelmediğini iddia etmiş oluyoruz. Peki şu sermaye ilkesinden kurtuluş ne anlama geliyor. Değer yasası ile ilgili fikrimizin ardından kısa sürede yepyeni istasyonlara varabileceğimizi ilan etmiştik. Daha şimdiden çok yol aldık. Farkında olmayanlara geriye dönüp bakmalarını tavsiye ederiz. Yine çok yeni fikirlerle, ama üzerinden asır geçmiş tozlu fikirlerle bu kritik sorunun, yani sermaye ilkesinin güç alanından nasıl çıkılabileceği sorusunun cevabında buluşmak üzere hoşçakalın.

Örneğimizdeki vergilerin toplanma usulüne ilişkin olarak iki alternatif daha vardır. İlki verginin hasıla üzerinden alınmasıdır. İkincisi ise karlar üzerinden vergi alınmasıdır. KDV yöntemi seçilirse oran yüzde 30 olarak belirlenmelidir. Kamu emekçilerinin ücretleri özelden gelen 150 TL ile ödenecek. Kamu hasılasının yarısı olan 250 TL ederindeki hizmet, özel kesim emekçileri için kullanılacaktır. Artı-değer yine özel kesim emekçilerine sunulan ücretsiz hizmet aracılığı ile özel kesim patronlarına aktarılmış olacaktır. Karlardan vergi alınması yönteminde ise oran 3/7 yani yüzde 42,8 olarak belirlenecek. Sonuç yine aynı olacaktır. Tüm bu örneklerde devlet verdiği hizmetin içerisinde sermayeye kaynak aktarmakta idi. Eğer böyle yapılmazda kamu sektörünün karları kamuda kalacak şekilde bir yöntem benimsenirse, bu sefer kamu borçlanma senetleri faizi şeklinde sermayeye kaynak aktarılması söz konusu olabilecektir.
Pratikte tüm yöntemler bir arada işlemektedir. Böylesi herhalde gelecek eleştirilere karşı en esnek seçenektir. Karların sermaye sınıfına akışı bir yerden kesilse, öbür kanaldan devam edebilecektir.

Yazan:Suat Kamil Aksoy
E-Posta: suatkamil@gmail.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir