Pembe Otobüs – Gönenç Kaytaz

Efendim, bir kaç gün önce işten çıkıp Mecidiyeköy metrobüsüne binmek üzere yürüyordum ki, bir pankart gözüme istemeden ilişmiş ve ikinci kez dönüp bakmama sebep olmuştu. Açıkçası anlayamamıştım ilk bakışımda. Ama farklı bir şey dikkatimi çekmişti. Dikkatlice göz gezdirdim, üzerindeki resmi inceledim ve yazılan yazıyı hızlıca okumaya çalıştım. Pankart, Saadet Partisi?nin şu ?pembe otobüs kampanyası? ile ilgiliydi. Kampanya, yalnızca kadınlara hizmet edecek, onları taşıyacak, bir yerden bir başka yere götürecek ?özel? otobüsler tahsil edilip taşımacılıkta bir ?yenilik?, bir ?temiz toplum? yaratmayı amaçlamaktaydı. Çok uzatmak istemiyorum. Kadınların gördüğü taciz, şiddet, hakaret vb olumsuzluklar karşısında üretilen ve çözüm diye sunulan bu olgunun, bu biçimin, bu tarzın; ne toplumların binlerce yıllık tarihinden, ne insanın insan/birey olma/olabilme çizgilerinden, ne insan hakları, kadın hakları, ezilen hakları ve benzerinden, ne de eşitlikten ve özgürlükten nasibini aldığını, bilinç(sizliğ)in zihin(sizliğ)in bir ürünü olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz sanırım. Pembe otobüslerin bir çözüm diye sunulduğu ülkemizin bir nevi ?erkek? partisi yöneticileri, içgüdüsel aitliklerinin ve bunun uzantısı olan çöl hukuklarının, bin yıllardır lastiği kopmuş ve boşa dönen bir sargı tekeri gibi tekrar edip durmasını tahlil edemeyecek kadar başka dünyalarda yaşamaktadır. Bu durum, kadınıyla, erkeğiyle, çocuğuyla, yaşlısıyla, ölüsüyle, canlısıyla , insan denen varlığın özünü ve tüm doğasını anlayamamaları sonucuna götürmektedir.

Eğer toplumda yaşanan problemler için bir çözüm arayışı içersindeysek, bunu önce anlamak ve sonra yine anlamaktan başlamamız gerekmektedir. Tarihten de biliyoruz ki, toplumları hizaya getirmeye çalışanlar, yasakları ve otoriteyi sonuna kadar kullanmış, yeri geldiğinde bu hizaya uymayanlar asılmış, yok edilmiş, tecrit edilmiş, hapse tıkılmıştır. Binlerce örnek sayılır efendim bu uygulamalara örnek olarak. Fakat eğer tarihin tüm bu karanlık uygulamaları neyi başarmıştır dersek, şunu söyleyebiliriz sanırım: Yasaklar ve otorite ile hizaya getirilmeye çalışılan insan ve insan toplulukları, kişinin ya da toplumun insan olma özelliklerinde gerilemeye yol açmaktadır. Kişiliksizleşme, düşünme ve analiz yeteneğinde gerileme, hayatı basit algılama, kendi ayakları üzerinde duramama ya da son derece vahşileşmiş bir insan (toplum) tipi, bu sürecin örnek sonuçlarındandır.

İnsan (toplum) düşünen ve psikolojisi olan bir varlıktır. Dayanışma, özgüven, kararlarında tutarlılık, düşüncede özgürlük ve özerklik, mantıksal ve duygusal kompleksleri çözümleyebilme, estetik algı, tercihlerde kararlılık diye sıralayabileceğimiz sağlıklı insan prototipi, dışarıdan karşılaştığı korku, şiddet ve yasaklamalar karşısında kırılmakta, erimekte ve yok olmaktadır. Konumuzla ne ilgisi var dersek eğer, çözüm için getirilen sorunu biraz açarsak sanırım ilgililiğine de ışık tutmuş olacağız. ?Pembe otobüs ? dediğimiz şey aslında kadını erkekten korumamaktadır. Sağlıksızlaşmış insanlar topluluğu tam da bu nokta yüzünden sağlıksızlaşmışlardır aslına bakılırsa. (illa biri korunacaksa erkeği kadından uzaklaştırmak olmalıdır bu, çünkü zarar erkekten doğmaktadır) Yani, taciz ve erkekten korunmak diye yola çıkılan bu çözüm(süzlük) sınırlarla ayrılmış dünyanın korku ve otorite kavramları ile ilgilidir. Fakat tekrar çözüm olarak aynı anahtarlar denenmeye çalışılmakta ve tekrar ve tekrar denenmektedir. Bu tekrarlılık, yukarıda belirttiğim gibi bin yıllarca denenmiş ve sonuçlarını da açıkça tarihten görmüşüzdür. Sadede gelirsek, ?Pembe otobüs? ün aldatıcı ?pembe?liğinin arkasında kadının ?kara? olan çarşafa sokulması gibi bir temelden beslendiğini söylemek herhalde çok abartılı düşmeyecektir. Çünkü mantık her ikisinde de aynıdır. Ve çözüm olarak da birbirine sıkıca bağlıdırlar. Kadının sınırlarını daraltarak kadını korumayı (ki korumak değildir bu) düşünmektedir. Bu sınırlar daraldıkça da psikolojik bozulma sebebiyle insan bir sonraki daralmayı tekrar isteyebilecek hale getirilmektedir. Daraldıkça daralan sınırlar ise -tekrar edersek- insanın kişiliksizleşmesine ve ruhsal olgunluğa erişememesine yoş açmaktadır. Bir yandan da vahşileşme, toplumda hoşgörüsüzlüğün artması, şiddete eğilimin yükselmesi gibi büyük problemlerle de karşılaşmaması olasılık bile değildir. Bir başka örnek vermek gerekirse, ?Pembe otobüs? denilen uygulama önerisinin uygulanmaya başlandığını düşünelim. Şöyle bir problem de çıkıverecektir karşımıza: ?Pembe otobüs?lere binen kadınlar ile binmeyen kadınlar?? ?Pembe otobüs?lere binmeyen kadınlara bakış, onları algılayış belirlenecek, düşüncede gezdirilen fanteziler gibi saçma sapan kalıplar bir anda tavan yapacak ve bu durumda erkek tarafından daha da yükselen bu psikolojik tehdit karşısında kadınlar hayat içerisindeki sınırlarında bir başka daralma ve küçülme ile karşı karşıya kalacaklardır. ?Pembe otobüs?lere binmeyenler direk bu korkuyu yaşarken, binenler de dolaylı olarak tekrar tekrar yaşayacaklardır. Böylece korku korkuyu doğuracak ve gittikçe genişleyen (özgürlük sınırlarını da daraltan) bir toplumsal bunalıma doğru evrilecektir.

İnsan ve toplum hakkında çözümler bulmaya çalışanların, önce korkuyu, korku psikolojisini ve onun ruhta yarattığı tahribi anlamaları, bilmeleri gerekmektedir. İnsanı anlamak, geniş bir sosyo-kültürel/tarih/biyoloji/psikoloji bilgi birikimlerinden haberdar olmakla, haberdar olmak da yetmez, bunları derinlemesine bilmekle elde edilir. Toplumu yönlendirmeye çalışanlar, onu hizaya sokmaya çalışanlar, insan doğasına aykırı istekleri ile insanın birey olabilme yolunun önüne set çekmiş olmaktadır. Bu istekleri elbette ki korkuyla ve otoriteyle büyümüş beyin fonksiyonlarından kaynaklanmaktadır. ?En çok ezen, en çok ezilen kişidir? sözü burada anlam kazanmaktadır. İnsanların özgürce yaşayabilecekleri bir dünya/toplum tahayyül edemeyenler, bunu reddedenler, tehlike olarak görenler, kendi hayatlarındaki kişi tapınmacılıklarından, kahramanlarından, merkezi/idealist/pramidal toplum/parti anlayışlarından, itaat kültürlerinden kolayca anlaşılmaktadır. Saygı sınırlarında özgür ve özerk bireyler, dayanışmacı ve hiyerarşisiz bir toplum, sağlıklı toplum, sağlıklı psikoloji, korkusuz, özgüvenli, önyargısız, hoş görülü bir toplum, sanırım insana dair ?iyi? olgulardır.

Ve son bir şey daha, ?gerçi, ayrı bir yazının konusu olabilirdi belki bu- piyasacı ekonomi meselesinin de, birey üzerinde bir başka baskı aracı olduğunu belirtmemiz gerekmektedir. Yalnızlaşan, bencilleşen, sevgisizleşen, ötekileştiren, metalaşan, kendisini sürekli bir rekabet ve yarış dünyası içerisinde bulan, bu sebeple de iç ve dış dünyasına karşı yabancılaşmış, tümden bir nevrotikleşmeye doğru itilen toplumun bireyleri bu mekanizmada da büyük bir otorite ile karşılaşmaktadırlar. Bu otorite her yanını sarmış bireyde geniş bir korku üretmektedir. Öyle bir korkudur ki bu, birbirlerine karşı diken üzerinde duran toplumun bu bireyleri, sistem tarafından üretilen ?model insan? halüsinasyonunu, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, her karşılaşmalarında birbirlerine karşı yaşatmakta ve yansıtmaktadır. İnsanın evrimsel süreçte ayakta kalmasını sağlayan onun dayanışmacı/sosyal özelliği, piyasacı ekonominin şekillendirdiği bu kültür biçimi içerisinde toplumda -burada da- sağlıksız davranışlara, tahammülsüzlüğe, hoşgörüsüzlüğe, nedeni bilinmez huzursuzluklara, belli başlı migrenlere, takıntılara, biyolojiye de yansıyabilen rahatsızlıklara, yani en genel tanımı ile ruhsal/nevrotik bozukluklara sebep olmaktadır. Bu yüzden, çöl hukukunun insanda yarattığı derin ruhsal sorunlar karşısında modern kapitalist mekanizmanın da ucu gözükmeyen problemlerinin varlığını görebilmemiz, yanlış tarafa yaslanma ihtimalini hatırlatmaktadır.

Güzel ve sevgi dolu bir yaşamın eşitlikçi ve özgürlükçü bir dünya mekanizması ile sıkı sıkıya bağlı olduğu/olabileceği bilinci, inancı ve mücadelesiyle?

Gönenç Kaytaz / İstanbul

Alıntı: 30 Mart 2012, http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=44010

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir