Mantığa bürüme: Kişi, mantığa uygun, ama, gerçekte var olmayan nedenler bularak kendilik kavramını korur, gerçekler karşısında incinmesini önler.

Örneğin, kopya çeken bir öğrenci, kopya çekme davranışıyla ilgili bir sürü neden bulur: Sınavdaki sorular o kadar zordur ki, eğer kopya çekilmese kimse iyi not alamaz… Öğretmenler de öğrenciyken kopya çekmişlerdir, vb.

Telafi (Giderim): İnsanın kendi eksikliğini gidermek amacıyla  kullandığı bir savunma mekanizmasıdır. Kişi yetersiz olduğu bir alanda bu eksikliğini gidermek için çalışacak yerde, bu eksikliğini saklamak amacıyla güçlü olduğu bir başka alana önem vermeye başlar. 

Söz gelişi, aile yaşamında mutsuz olan kişi, aile içindeki uyumsuzluğu nasil gidereceğini bilemez, bu konuda kendini yetersiz ve eksik hisseder ama buna karşılık kendini iş yaşamında yetenekli bulursa, aile mutluluğunu sağlamak için çaba gösterme yerine, kendini iş hayatına verir.

Yine aynı biçimde, doyumlu bir sosyal ilişkiye girememiş bir üniversiteli genç, kendinden ve yetiştiriliş biçiminden ileri gelen eksiklikleri gidermek için çaba harcayacak yerde, bütün enerjisini başarılı olduğu derslere verir, kendini sosyal yaşamdan tümüyle soyutlar. Eğer bu genç, derslerinde de pek başarılı değilse, enerjisini başka yollara yönlendirebilir. Örneğin, politik tutumuna uygun bir aşırı akıma girerek bütün enerjisini o yönde kullanabilir.

Tepki oluşturma: Birey, gerçek duygularının tam karşıtını gösterme yoluyla da benlik bilincini savunur. Örneğin, toplantılarda herkesten daha neşeli görünen, her şeye gülmeye hazır olan kişi, belki de gerçekte mutsuzdur; fakat bunun tam tersini yaparak gerçek duygusunu saklar.

Yeniden evlenmesine, küçük çocuğunun bir engel oluşturduğunu düşünen dul anne, içten içe çocuğuna duyduğu kin ve öfkesini, çocuğuna aşırı bir ilgi ve sevgi göstererek saklama çabasına girebilir.

Yansıtma: Yansıtma kendini iki biçimde gösterir. Kendi eksiklikleri ve beceriksizliğinden doğan aksaklıkları başkalarına yüklemek, birinci yansıtma türüdür. Örneğin, gol atamayan futbolcu, başarısızlığının nedeni olarak, takım arkadaşlarının iyi pas vermemelerini gösterir.

İkinci yansıtma türü, istenmeyen, kabul edilmeyecek türden arzu ve tutumları, başkalarına yakıştırma eğiliminden kaynaklanır. Bekarlığında çok çapkınlık yapmış erkekler, evlenince eşlerine güvenmezler. Eşlerinin normal arkadaşlık ilişkilerini bile kıskanan bu kimseler, kendi tutumlarını eşlerine yansıtıyor olabilirler.

Özdeşim: Kendisinden emin omadığı ya da kendisini pek beğenmediği zamanlar, kişi, bir başka kimseyi taklit eder; kendi duygu, düşünce ve davranışlarına onu model alır. Bir konuda konuşurken ya da bir iş yaparken, bunu başaracağına güveni yoksa, kendisi için önemli, gözünde büyüttüğü birini taklit etmeye çalışır. Bu taklit sık
sık tekrarlanırsa, kişi kendi düşünce ve duygularıyla ilişkisini kaybedebilir.

Sözgelişi, yeni evlenen bir çift, televizyondan gördükleri bir filmdeki karı koca ilişiklerine hayrandırlar ve öyle bir ilişkiyi kendi yaşamlarıyla özdeşleştirmişlerdir. Televizyondaki çift gayet romantiktir ve birbirleriyie hiç kavga etmez. Yeni çift de onlar gibi olmak ister: Kadın da, koca da birbirlerine sinirlendiği halde, –ideal evlilikte bu olmaz– diyerek kendi duygularını bastırır. Duygularını bastıran kişinin gerçek benliğiyle ilişkisi koptuğundan, bir savunma söz konusudur. Burada özdeşim türünden bir savunma ortaya çıkar.

Hayal kurma: Kişi, istekleri ve amaçları gerçekleşmediği zaman, çoğu kez hayal kurmaya başlar. Bu hayal dünyası sayesinde gerçek dünyasında onu sıkan düşüncelerden uzaklaşır, daha doyumlu görünen bir hayal dünyasına girer.

Düşük gelirli Kapıcı Ahmet Efendi, sık sık kendisini zengin bir işadamı olarak hayal eder. Türkiye’nin en zengin kişilerinden biri olacak, büyük kentlerde işyerleri açacaktır. Bu kadar ünlü olan Ahmet Bey, ara sıra ansızın işçi ailelerini ziyaret edecek ve onlarla birlikte oturup onların mütevazi sofrasında yemek yiyecektir. Bir gün bu işçi ailelerinden birinde güzel bir genç kızla tanışır… 

Hayal kurmak bazen gerekli ve yararlıdır. Yaratıcı kimselerin düş gücünün zengin olduğu söylenir: Hayal kurmanın yaratıcı zekayı kamçıladığı da ileri sürülmüştür. Ancak kişi gerçekle hayal arasındaki sınırı bildiği ve kurduğu hayaller gerçek dünyasıyla ilişkisini kesmediği sürece, hayal kurmanın bir sakıncası yok, tersine yararı vardır.

Bastırma: Hoş olmayan bir durumu göğüsleyip onunla mücadele etme yerine, bazen böyle bir durumu görmezlikten gelme ya da yadsıma daha kolay gelir insana. Bu yok sayma, çoğunlukla kişiye hoş gelmeyen durum –unutularak– yapılır.

Savaşta en yakın arkadaşını kazayla vuran ve onun ölümüne neden olan kişi, kendi dikkatsizliği sonucu ortaya çıkan bu olayı, bir süre sonra unutmuştur. Aynı şekilde, oğlunun aşırı politik akımlara kapılarak bir genci öldürdüğünü öğrenen baba, oğlu hapisten çıktıktan sonra böyle bir olayı hiç anımsayamaz.

Aslında beyindeki unutma mekanizması her insanda bir ölçüde otomatik olarak işler. Kişinin sürekli acı duymasını önlemesi açısından bastırmanın yararları vardır. Ancak bu yola bireyin gerçekle ilgisini kesecek derecede ve sıklıkta başvuruluyorsa, o zaman uyum zorluğu görülür ve sonuçta daha fazla sorunları olan bir kişilik ortaya çıkar.

Örneğin, birbirini seven bir çift, ellerine geçen parayı nasıl harcayacakları konusunda anlaşamıyorlar. Kadın, –para harcamak, daha rahat yaşamak içindir;– diye düşünürken koca, –tasarruf etmek, gelecek için para biriktirmek gerekir;– biçiminde düşünür. Birbirlerini sevdiklerinden, bu çift para harcamayla ilgili düşünce ayrılıklarını
görmezliğe gelip, bu sorunu bastırabilir. Ama zamanla, göz yummuş oldukları bu uyuşmazlık, aralarındaki ilişkiyi sarsıp zedeler. Bu çiftin aralarındaki anlaşmazlık noktasını bir an önce saptayıp, bu konuda ikisinin de uzlaşabilecekleri bir anlaşmaya varmaları, daha uyumlu ve daha sağlıklı bir davranış olurdu.

Duygusal yalıtım ve soğukluk (Apati): Bir zamanlar önem verdiği ve kendini ortaya koyduğu bir ilişkide incinmiş, kırılmış bir kimse, bu tür ilişkilere karşı duygusal bir soğukluk geliştirebilir. 

Sözgelişi, sevdiği ve duygusal olarak bağlandığı bir kimseden çok acı çekerek incinen bir genç kız, kendini tümüyle derslerine adayıp başka hiçbir erkeğe yüz vermemeye başlayabilir. Sevme, sevilme, ona göre gerçekte varolmayan duygulardır artık. Hele erkekler bu tür duygulardan hiç anlamazlar. Onun için bir erkeğe duygusal olarak bir daha yaklaşmamak gerekir. Önemli olan okulu bitirmek, bir meslek sahibi olmak, anne ve babanın uygun gördüğü biriyle evlenmek, yaşamdan duygusal doyum beklememektir.

Böyle bir genelleme kuşkusuz herkesi kapsamaz. Özel olarak kırıldığı ya da kızdığı kişiye dönük bir duygusal soğukluk geliştirebilir. –Zaten benim için o kadar önemli bir insan değil ki! Benim ona ihtiyacım yok,– gibi bir tutum takınarak kendini uzak tutar.

İster genel, isterse özel olsun, duygusal soğukluk ve yalıtım bireyi gerçek sorunla ilgilenmekten ve soruna bir çözüm getirmekten alıkoyar. –Zaten benim için önemli değil,– diyerek ilişkiyi kesmek, söz konusu kişiyle arada varolan sorunları çözmeyi, bu yolda herhangi bir girişimi ve ilerlemeyi olanaksız hale getirmek demektir. Böyle bir
tavırla, ilişkinin niteliğinin değişerek sürmesi de söz konusu olamaz; boşanan eşlerin evlilik ilişkilerini dostluğa dönüştürememeleri gibi.

Yer değiştirme: Kızgınlık ve düşmanca duygular, bunlara yol açan kimselere değil de, daha az çekinilen kimselere yöneltilirse, yer değiştirme türünden bir savunucu davranış ortaya çıkar. 

Örneğin, dışarıya oyuna çıkmadan önce odasını iyice derleyip toplaması söylenen çocuk, kızgınlığını küçük kardeşine bağırarak gösterir. Çünkü annesine bağıracak olursa dayakla ya da başka bir şekilde cezalandırılacaktır.

Kişi, bazen neye kızgın olduğunu pek bilmeden, sinirli ve kızgın bir hava içinde bulunabilir; böyle zamanlarda, karşısına kim çıkarsa, ona kızmaya, onun her yaptığında kusur bulmaya hazırdır. Bu tür durumlarda, duygularının farkına varabilen kimse, olgun bir kimsedir; böyle bir ruh hali içinde olduğunu anlayınca, karşılaştığı kimselere,
özellikle o gün, biraz daha hoşgörülü davranmaya özen gösterir.

Karşı saldırı: Eleştirildiği zaman, insanların çoğu, eleştiri konusu olan şeylere cevap verecek yerde, çoğu kez eleştirene hücum ederek kendini korumaya yönelir. Beşinci Bölümde tartışılan kavramlar içinde söylenirse, iletişimi içerik odağından, ilişki odağına kaydırır. Kişinin davranışı ya da kişiliğiyle ilgili bir eleştiri karşısında, bunu
yapana, –Sen kendini ne sanıyorsun?!– diye kızgın bir tonla saldırıldığı olur. Eleştirilen noktalarla ilgili olmayan konulara saparak, karşıdakinin eleştirilecek yönleri ortaya çıkarılmaya çalışılır. Oysa bu davranış, karşıdakini daha da savunucu yapar; böylece o kişiyle gerçekleştirilmeye çalışılan iletişimi, savunucu bir iletişim haline dönüştürür.

İletişimde savunuculuk arttıkça ne konuşulduğu önemini yitirir, kimin konuştuğu önem kazanmaya başlar. Böylece bir sorunu çözmek, bir konuyu aydınlığa kavuşturmak amaç olmaktan çıkar, karşıdaki kişiyi rahatsız etmek, kalbini kırabilmek temel amaç olur. Sonuç olarak da, konuşmaya başladıkları andakine oranla birbirine daha kızgın, daha düşmanca duygularla  dolu iki insan ortaya çıkar; herhangi bir sorun çözülmüş ya da aydınlığa kavuşturulmuş olmaz.

Aşağıda savunucu iletişime ve bunun karşıtı olan açık iletişime iki örnek vermek istiyorum. İki iletişim üslubu arasındaki fark daha iyi belirsin diye aynı kişiler, aynı konuda konuşturulmuştur. 

Örnek 1

Kadın : –Eve geldiğin zaman hemen gazeteyi eline alıp misafir odasına çekileceğine, –Merhaba karıcığım–, deyip biraz güleryüz gösterebilir ve benimle konuşabilirdin!… Ben senin hizmetçin değilim. Bunun farkındasındır, umarım!…–

Koca : –Yorgun geldiğimi farketmedin mi? Birazcık ilgi duysaydın ne denli yorgun geldiğimi görürdün!.. Akşama kadar bankada müşteriyi memnun etmeye çalışıyorum. Eve gelince de hanımefendiyi mi memnun edeceğim?.. Bıktım senin bu tür konuşmalarından!.. Şımarık bir küçük kız gibisin… Hep ilgi bekliyorsun!.. Birazcık da sorumlu
bir ev kadını gibi düşünüp davransana!..–

Kadın : –Sensin şımarık çocuk aslında!.. Neymiş efendim? Beyefendi bankada yoruluyormuş!.. Ben sanki yorulmuyorum. Bütün gün öğrenci denen o zibidilere laf anlatmaya kalk, sonra eve gel çocuklarla uğraş, ev işlerini yap, beyefendinin yemeğini hazırla… Ben senden üç kat tazla iş yapıyorum, biliyor musun sen?!..–

Koca : –Kes sesini be! Dır dır dır!.. Çeker gider lokantada yerim. Hiç olmazsa senin dırdırını dinlemem. Bıktım be!..–

Kadın : –Haydi git öyleyse. Defol git! Seni tutan yok. Kendini adam mı sanıyorsun sen?..–

Örnek 2

Kadın : –Eve geldiğin zaman hemen gazeteyi eline alıp misafir odasına çekileceğine, –Merhaba karıcığım–, deyip biraz güleryüz gösterebilir ve benimle konuşabilirdin!… Ben senin hizmetçin değilim, Bunun farkındasındır, umarım!…– 

Koca : –Merhaba karıcığım. Özür dilerim. Emin ol seninle her zaman konuşmaktan zevk alırım. Ayrıca seni özledim de… Fakat bugün gerçekten yorgunum. Ama sen yine de haklısın. Biraz oturup gazeteyi okuyacaktım. Neyse önemi yok bunun. Önce beş, on dakika mutfakta seninle sohbet edeyim. Anlat bakalım günün nasıl geçti?..–

Kadın : –Ben de senden özür dilerim. Okulda öğrenciler o kadar saygısız ve söz dinlemez hale geldiler ki, çok canım sıkılıyor. Hıncımı bilmeden senden çıkarıyorum, belki de… Kusura bakma… Böyle zamanlarda sana iyi davranamıyorum. Daha yumuşak konuşabilirdim.–

Koca : –Anlıyorum, hayatım. Gerçekten yorgun ve sinirlisin. Sana biraz yardım edeyim. Hem konuşalım, hem yemeği hazırlayalım. Sen bana kızsan da ben aldırmam, çünkü beni sevdiğini ve değer verdiğini biliyorum!–

Doğan Cüceloğlu
Yeniden İnsan İnsana
Remzi Kitabevi

Previous Story

Kim Suçlu? – Orhan Veli

Next Story

‘Aman, Nazım Hikmet yoldaş, onca yıl hapiste yattığınızı okumuştum. Mahpusluktan bıkmadınız mı?’

Latest from Doğan Cüceloğlu

Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ