Red Dust: Hatırlama, Affetme ve Varoluş – İdil Ceren Bozkurt (*)

Geçmiş, sadece geçmişte kalmaz. Hatırlamayla birlikte hafızanın tozlu raflarından çıkar, günümüze gelir. Bazen bir eşyayla, bir kişiyle, bir kelimeyle, bazen kokuda, seste vs. her şey gittiği yerden geri gelir. Zihin bunu nasıl becerir? Geçmiş bir anda nasıl şimdiye gelir ve farkında olmadan gelecekte yer eder? Aslında tüm bu soruları sormadan önce unutmanın o esrarengiz yok oluşunu düşünmek gerekir. Zihin yaşananları nasıl gizler? Daha doğrusu neyi gizleyeceğini nasıl bilir? Sanırım ?acı? bu durumun cevabı olabilir. Bu durumu Nietzsche en hissedilir şekilde açıklamıştır:

Kim insan denilen hayvan için bir bellek yaratır? Bu biraz körelmiş, biraz da abuk sabuk, bir anlık anlama yetisinde, bu etli kemikli unutkanlıkta, orada kalması için nasıl iz bırakılır? [B]ellekte kalan şeyi yakmalı: Ancak acı veren kalır bellekte-işte budur, yeryüzündeki en eski (ne yazık ki, aynı zamanda en uzun süren) psikolojinin temel tezi? Kansız, işkencesiz, kurbansız yapamaz. (2)

Acı konusunda, yönetmenliğini Tom Hopper?in yaptığı, 2004 tarihli Red Dust filmi referans olarak gösterilebilir. Film, Güney Afrika Cunhuriyeti?nin apartheid döneminde yaşanan insan hakları ihlalleriyle birlikte Dirk Hendrick?in (Jamie Bartleet) ?Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu?na af için başvurmasıyla başlar ve olaylar hızla gelişir. Filmdeki Alex Mpondo (Chiwetel Ejiofor) karakterinin tutsak edilmiş siyasi bir eylemci olarak çektiği işkenceyi hatırlayamayan, fakat daha sonra geçmişiyle hesaplaşmasıyla tüm yaşadıklarını tekrar acı çekerek hatırlamaya başlar. Tüm bu acı meselesi unutmayı işaret eder. Yani, zihnin de yaptığı bir nevî budur. Aslında tam olarak unutmak mümkün değildir. Özellikle acı; mutluluk, sevinç gibi duygulara göre daha baskındır ve sadece bastırılır. Zamanı gelince de tekrar gelir. Çünkü unutmak, yaşanmış bir şeyin beynimizden yok olması demekse, onu bir an tekrar hatırlamak kaçınılmazdır. Unutmak dediğimiz şeyi yok olmak olarak ele alırsak, bunu söylerken dahî bir hatırlama durumu vardır. Hatta unutmak yoktur bile diyebiliriz. Ama hatırlayamadığımız zamanlar nasıl açıklanır? Bunu dilimizin ucuna gelip çıkaramadığımız şeyler olarak tanımlayabiliriz. O halde unutmanın mümkün olmadığı, hatırlayamama gibi durumların olduğunu söylenebilir. (Tabi ki belirli kazalar göz önünde bulundurulmamıştır.)

Bu durumda unutmanın (başta sorduğum soruda) esrarengiz bir yok oluş değil de kayboluş olduğunu söylemek daha doğru olur. Acının bu durumu tetikleyici en önemli etken olduğu açıktır. Peki, geçmiş geleceğe nasıl gelir? Duyularımız? Asıl olarak unutmanın mümkün olmadığını işaret eder. Çok tesadüfî gözükse de görülen, duyulan, koklanan, tadılan ve dokunulan şeyler derinde gizlenmiş, o esrarengiz bir şekilde kaybolmuş durumlar, aynı karabatağın suyun yüzeyine çıkışına benzer. Tüm bu düzlükler içinde bir çıkıntı vardır ve bu ruhu rahatsız eder. Bu durum bir hesaplaşmayı da beraberinde getirir. Geçmişle hesaplaşma tabiî ki kolay değildir. İşte Red Dust filminde de Alex ve Dirk Hendricks karakterlerinin geçtiği çetrefilli yollar yansıtılır. ?Bu zorluk genellikle kaçınma, korkma, öfkelenme gibi tepkileri de beraberinde getirir.? (3) Tüm bunlar yaşanırken, geçmişle hesaplaşma, kapandığını zannettiğimiz yaraların tekrar deşilip (bu hatırlayış), üstüne bir de tuz basılmasıdır (bu da hesaplaşma anındaki acıdır). Bu farkındalıkla birlikte tedavi süreci de başlar. Bu durum bir nevî arınmadır. Geçmişe yönelik sorular sorulur. Yaşananlar hatırlandıkça tekrar tekrar yaşanır ve sorgulanmaya, ihtimaller üretilmeye başlar. Bir anda başarıya ulaşmak mümkün olmayabilir. Bu yerini pişmanlığa bırakabilir ve böylece ?keşke?ler de bu durumdaki yerini alabilir. ?Bir insan için de bir toplum için de geçmişiyle hesaplaşmak? Kendi karanlık yüzüne bakmak demektir.?(4) Yani bu yüzleşmeyle ?Gelecek, geri gelir.? (5)

Peki, yüzleştikten sonra ne olacak? Affetmek ya da affedilmek zorunda mıyız? Bunlar olduğunda ne olur? Sanırım böyle bir zorunluluk olamaz. Çünkü arınmanın yaradılışı bunu gerektirir. Zorunluluk olarak değerlendirmek yanlış olur. Affedilenin sonsuz huzura ermesi, affedenin iç huzura kavuşmasını sağlar. Affetmek özgürleşmeyi getirir. Geçmişteki anıların boyunduruğundan kurtulmak, bu anıların yaşamamızı kontrol altında tutmasına son vermek demektir. 20.yüzyılın en önemli filozoflarından biri olarak kabul edilen Hannah Arendt, affetme ve affedilmenin eyleyeni sonsuza dek edimlerinin kurbanı olmaktan kurtardığını belirtir. Eylemin telâfisi mümkün olmayan sonuçları karşısında eyleyene yeniden eylemde bulunma cesareti veren şey, affedilme ihtimalinin olduğunu bilmektedir. Yalnız bir de bu durumun tersi var. Affetmenin, yalnızlıktan korkmak olduğu da düşünülebilir. Dünyada herhangi bir insanın maruz kaldığı durumun sıklıkla affedildiği söz konusu olursa, ona bir ?Merhaba? demek bile eskiyi tekrar hatırlatmayacak mıdır? Yüzünün tam ortasına yumruğu geçirmek geçmeyecek mi hiç içinizden? (Bunun geçtiğini fakat bastırdığınızı varsayıyorum.) Filmde, Alex karakterinin kendisi gibi tutsak edilmiş siyasi eylemci olan arkadaşı Steve?in ölümü ve cesedinin bulunamaması, Sizela ailesinde büyük etki yaratmaktadır. Çünkü Alex tutsak olduğu sırada sorgulanırken, istemeden de olsa arkadaşı Steve?i ele verir. Steve, sorgu sırasında gördüğü aşırı şiddetten dolayı ölür. Tüm bunlar açıklığa kavuştuktan sonra Alex, af dilemek için Steve?in anne ve babasına gider. Steve?nin annesi affederken Steve?nin babası Alex?i affetmez. Bu durumda affetmek unutmak mı oluyor? Bazen sadece korkağın yapabileceği şeydir, affetmek. Yalnızlıktan korkanların. Çünkü toplum affetmeyi ?büyüklük?, erdemli bir davranış olarak görür ve bunu yapanı onurlandırır. Aslında bu da toplumun birliği için asıl amacı gizlenmiş bir yalandır.

Güney Afrika?da kurulan ?Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu? önünde de mağdurlar ve failler bireysel öykülerini anlattılar. Bu öyküler, medya aracılığıyla bütün ülkede izlendi, dinlendi. Mağdurların acılarını komisyon üyeleri, toplum, tanıdı ve kabul etti. Faillerse yaptıklarından ötürü utançlarını dile getirip özür dilediler. [M]ağdurla birlikte toplum da iyileşme olanağı bulunuyordu. (6)

Gündelik dilde her daim duyduğumuz ?Tanrı sonsuz bir affedicidir? ifadesi neyi anlatmaktadır? Yoksa Tanrı da yalnızlıktan mı korkmaktadır? Herhalde Tanrı?ya inananlar açısından bu soru tuhaf olabilir ama gerçekte insanın aklından geçmiyor da değil. Hani Tanrı affetmese cennetinde kaç kişi kalırdı? Turgut Uyar bir şiirinde bunu şöyle anlatır:
?Benim gibi kulun çok dünyada, Allahım!
Eğer bilmiyorsan işte, haberin olsun.
Ekmek derdi, aşk derdi unutturdu seni.
İnsan hatırlamıyor dün ne yediğini.
Zaten yediğimiz ne ki hatırda dursun.
Benim gibi kulun çok dünyada, Allahım!
? affet Allahım!?(7) Dolayısıyla affetmek sadece yalnızlıktan kurtulmak değilse başka ne anlamı olabilir? Bazı yüklerden kurtulup yoluna daha hafif devam etmek olabilir.

Tabiî ki affetmek kişinin kendi insiyatifindedir. Fakat geçmişle hesaplaşmaya girişildiğinde, sonucunda ne olursa olsun affetmenin durağında bir kez duruluyor. Bu durakta ya duruyoruz ya da geleceğe dönük bir hamlede bulunuyoruz. İşte bu durakta geleceğe doğru giden varoluşun yönünü biz belirliyoruz.

Makalenin Yazarı: İdil Ceren Bozkurt(1)

Notlar:
(1) (*) İdil Ceren Bozkurt, Kocaeli Üniversitesi Felsefe Bölümü.
(2)Friedrich Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü, çev. Ahmet İnam, (İstanbul: Yorum Yayınları, 2001), ss.59?60.
(3)Murat Paker, ?Maskeli Baloyu Bitirmek İçin Karşı-Psikolojik Harekât?, Birikim no:248, Aralık 2009, s.25.
(4)Tanıl Bora, ?Geçmişle Hesaplaşma: Müşküller ve Yordamlar?, Birikim no:248, Aralık 2009, s.11.
(5)Cem Kaptanoğlu, ?Travma, Toplumsal Yas ve Bağışlama?, Birikim no:248, Aralık 2009, s.36.
(6)Cem Kaptanoğlu, A.g. m, s.35.
(7)Turgut Uyar, Büyük Saat Bütün Şiirleri, (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2010) s.16.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir