Robert Owen: Sanayi Toplumuna Eşlik Eden Kötülükler Nasıl Düzeltilebilir?

Sanayi Toplumuna Eşlik Eden Kötülükler Nasıl Düzeltilebilir?
Bir topluluğa, hatta tüm dünyaya, doğru yöntemler uygulamak suretiyle, en iyisinden en kötüsüne, en cahilinden en bilgilisine kadar, şu veya bu genel nitelik kazandırılabilir ve bu demektir ki, söz konusu yöntemler, önemli ölçüde, insanların yaşamı üzerinde etkili olanların inisiyatifindedir.

Bu geniş kapsamlı bir ilkedir ve eğer doğruluğu kabul görürse, kaçınılmaz olarak yasama müzakerelerine yeni bir nitelik kazandıracak ve yasamanın bu niteliği, toplumun mutluluğu için çok yararlı olacaktır.

Geçmiş çağların tecrübeleri ve günümüzün gerçekleri, bu ilkenin sapına kadar doğru olduğunu açıkça gösterir.

Dünyanın bütün uluslarında, prensinden köylüsüne kadar yaygın bir ıstırap yaşanacak, nedeni ve nasıl önüne geçileceği bilinecek ama bundan kaçınılacaktır, öyle mi? Bu zorluklarla dolu bir girişimdir ve ancak toplumu etkileyebilen, yararlarını öngörerek mücadele etmeye ikna olan kişiler tarafından altedilebilir. Bu kişiler, söz konusu yararlar açıkça görüldüğü ve kuvvetle hissedildiği zaman, bu durumun kişisel çıkarlarını asla tehdit etmediğini de göreceklerdir. Doğru, bu insanların rahatı önyargılar nedeniyle bir süre kaçacak, ama eğer sebat ederlerse, bu bilginin temellendiği ilkeler evrensel olarak, mutlaka galip gelecektir. (…)

Owen, bundan sonra, New Lanark’ın ilk gördüğü köhne halini analiz eder ve kasabalıların başlangıçtaki muhalefetine rağmen topluluğu dönüştürmekte nasıl başarıya ulaştığını üçüncü kişi üzerinden tasvir etmeye başlar.

Bu adam aralarına girdiği andan itibaren uygulamaya koymak istediği plana karşı çıkmak için akla gelebilecek en zekice yollara başvurdular ve işletme yöneticisi ile çalışanlar arasında önyargılar ve hatalı uygulamalarla ilgili olarak, iki yıl süren bir saldırı-savunma süreci yaşandı. Öyle ki, yönetici ne bir ilerleme kaydedebildi ne de çalışanları onların mutluluğunu istediğine dair ikna edebildi. Ama sabrını yitirmedi, sinirlerine hâkim olabildi ve davranışının temelini oluşturan ilkelerin belirli bir başarı sağlayacağı konusundaki samimi inancını hep korudu.

Sonunda ilkeler galip geldi: Çalışanlar herkese adalet dağıtan bu kararlı ve sebatkâr iyiliğe direnemez oldu ve yavaş yavaş ona bir ölçüde güvenmeye başladılar. Bu güven arttıkça, yönetici onların durumunu düzeltmek için daha çok plan yapma imkânı buldu. Doğruyu söylemek gerekirse, bu noktada insanlar herhangi bir toplumda bulunabilecek kötülüklerin hepsine, erdemlerin pek azına sahipti. Hırsızlık yapıyorlardı, aylaklık ve sarhoşluk âdettendi, sahtekârlık ve hile alışık oldukları şeylerdi. Hem kamusal hem dinsel konularda itaatsizlik olağandı; sadece onları çalıştıranlara karşı canı yürekten ve sistemli bir muhalefet için bir araya geliyorlardı.

Bu, bir insanın karakterinin değiştirebileceğini iddia eden söz konusu ilkelerin etkinliğini sınamak için uygun bir alandı. Nitekim, yönetici planlarını buna göre yaptı. Mücadele edeceği kötülüklerin boyutlarını kavramak ve bunların nedenleri saptamak için biraz zaman harcadı ve anladı ki, her şey güvensizlik, düzensizlik ve bir araya gelememek, birlik olamamaktan kaynaklanmakta. Oysa güven, düzen ve uyum tesis etmek istiyordu. Bu amaçla, onların bugüne kadar içinde oldukları olumsuz koşulları ortadan kaldırmak ve bunların yerine onları daha mutlu edecek koşulları yaratmak üzere, çeşitli yöntemler denemeye başladı. Kısa süre içinde hırsızlığın topluluğun hemen hemen bütününde dal budak saldığını ve çalıntı malların çevredeki bütün bölgelere dağıtıldığını keşfetti. Bu durumu düzeltmek için tek bir ceza verilmedi; kimse bir saat olsun hapsedilmedi ama denetimler ve önleyici başka düzenlemeler getirildi. Bu amaçla görevlendirilen ve aralarında aklıevvel olanlara, farklı davranmaları halinde hemen elde edecekleri yarar, kısa ve açık bir şekilde defalarca izah edildi. Aynı zamanda, enerjilerini nasıl yasal ve yararlı alanlara kaydırabilecekleri ve bu suretle herhangi bir tehlike ve mahcubiyet söz konusu olmaksızın namuslu olmayan yollardan elde ettiklerinden daha fazlasını kazanabilecekleri anlatıldı. Böylelikle, suç işlemek zorlaştırılmış, suçun ortaya çıkarılması kolaylaştırılmış, dürüst çalışma alışkanlığı oluşturulmuş ve iyi davranışın yol açtığı bir mutluluk yaşanır olmuştu.

Sarhoşlukla da aynı şekilde mücadele edildi. Sarhoşluk, ekip başları tarafından her seferinde kınandı; içkinin yıkıcı ve zararlı etkileri, içki içmiş ve aşırılığın sıkıntısını üstünden atamamış olan kişinin en yakın arkadaşları tarafından, uygun zamanlarda sık sık dile getirildi. İşçi evlerinin yakınındaki meyhaneler yavaş yavaş kaldırıldı; ölçülü olmanın sağlık ve rahatlık sağladığını bizzat hissetmelerine imkân tanındı; sarhoşluk aşamalı olarak ortadan kalkıp yok oldu, içki âlemlerinin müdavimleri alkol düşmanlığıyla tanınır oldu.

Yalancılık ve sahtekârlık da aynı kaderi paylaştı: Ayıplandılar; bunların yol açacağı kötülükler kısaca açıklandı, doğruluk ve açık sözlülüğe prim verildi. Buradan kaynaklanan mutluluk, kısa sürede basiretsizliğe, hatalara ve önceki davranışların yol açmış olduğu ıstıraba üstün geldi.

Benzer önlemlerle anlaşmazlıkların ve kavgaların da önüne geçildi. Taraflar anlaşmazlıkları kendi aralarında çözüme kavuşturamazlarsa, yöneticiye müracaat ediliyordu. Her iki tarafın da hatalı olması halinde, söz konusu hata mümkün olan en az sözcükle açıklanıyor; bağışlama ve dostluk öneriliyor; bütün davranışların en değerli kuralı ve hayatlarının her anında yararını görecekleri bir ilke olarak, basit ve kolay hatırlanan tek bir ahlak ilkesi telkin ediliyordu; yani “şimdiye kadar birbirlerine acı vermek için yaptıkları fiili girişimlerin hepsini, gelecekte artık birbirlerini mutlu etmek ve rahat ettirmek için yapmalıydılar.” Bu küçücük sözü hep akıllarında tutarak ve her durumda uygulayarak, kısa sürede bulundukları yeri cennete çevireceklerdi. Oysa hatalı davranarak bir ıstırap yuvası haline getirmişlerdi. Deney sınandı ve taraflar bu yeni davranış tarzını uygulamaktan memnuniyet duydular. Birbirlerinden şikâyetçi olma durumu gitgide azaldı, artık hemen hemen hiç rastlanmıyor. (…)

Cinsler arası kuraldışı ilişkiler için de aynı ilkeler uygulandı. Bu gibi davranışlar kınandı ve ayıplandı. Topluluğun yardım fonuna aktarılmak üzere her iki tarafa da para cezası kesildi. (Bu fon, her bireyin ücretinin altmışta birini fona aktarmasıyla oluşuyor; biriken para, çalışanların kararıyla hastalara, kaza sonucu sakatlananlara ve yaşlılara yardım için kullanılıyordu.) Bu insanlar toplumun yerleşik yasalarını, örf ve âdetlerini bir kez çiğnediler diye, onların kötü ve mutsuz olmaları, bir kenara atılmaları gerekmiyordu. Şefkatli dostlar ve saygın tanıdıklar tarafından teselli edilebilmeleri için kapı açık bırakılmıştı ve bu gibi olaylar beklentilerin çok ötesinde, büyük ölçüde azaldı. (…)

Dokuma fabrikasında altı, yedi ve sekiz yaşındaki çocukların çalıştırılmasına son verildi ve ailelerine çocuklarının sağlığına on yaşına gelinceye kadar dikkat etmeleri ve eğitilmelerine izin vermeleri öğütlendi. (Çocukları sabah altıdan akşam yediye kadar imalathanelerde tutmak için bu yaşın bile fazlaca erken olduğunu söyleyebiliriz. Çocukların eğitimlerini tamamlamış olacağı ve kendilerinden istenen çalışmayı kaldırabilecekleri yaş olan on iki yaşına kadar beklenirse, hem çocuklar için hem de aileleri ve toplum için daha iyi olacaktır. Aileler, çocuklarına bu ek süreyi tanımak için sorunsuz bir biçimde ikna edilebildiklerinde, önerilen uygulamayı elbette benimseyecektir.)

Beş yıl boyunca, yani beş yaşından on yaşına kadar çocuklara ve ailelerine hiçbir masraf yüklemeden, köy okulunda okuma, yazma ve aritmetik öğretildi. Eğitimdeki bütün çağdaş yenilikler benimsendi, hatta uygulamaya kondu bile… Artık çocuklar çalışmaya başlamadan önce eğitilmekte ve iyi yetiştirilmektedir. Bir başka önemli husus da gördükleri öğrenimin onlar için bir mutluluk kaynağı ve zevk haline getirilmesidir. Okul saatinin gelmesini okulun bitme saatinin gelmesinden çok daha büyük bir hevesle beklemekte ve bu nedenle hızlı bir ilerleme kaydetmekteler. Rahatlıkla diyebiliriz ki, eğer istenen karakterleri oluşturacak şekilde yetiştirilemezlerse, hata çocukların olmayacaktır. Hataya onların ve ebeveynlerinin yönetimini ellerinde bulunduranların insan doğası konusunda yeterince bilgili olmaması yol açmış olacaktır.

Bu değişiklikler uygulamaya konurken toplumdaki aile düzeni de dikkatle ele alınmaktaydı.

Evleri daha rahat hale getirildi, sokaklar iyileştirildi, en iyi yiyecekler satın alınıp onlara düşük fiyatla satıldı ve bütün buna rağmen yapılan masraf çıkarıldı. Onlara gelirleriyle giderlerini nasıl dengeleyeceklerini gösteren kurallar öğretildi. Aynı şekilde, onlar adına yakacak ve giyecek temin edildi ve bunlardan çıkar sağlama ya da onları kandırma çabasına girilmedi.

Sonuçta, yabancı adama muhalefet ve düşmanlık ortadan kalktı; ona güven duymaları sağlandı; yabancının onlara karşı hiçbir kötülük amaçlanmadığı konusunda tatmin oldular. Emin oldular ki, onların mutluluğunu artırmak için gerçek bir arzu duyulmaktadır ve mutlulukları ancak bu temelde kalıcı olarak artırılabilir. İleride yapılacak iyileştirme çalışmaları kolaylaştı. Onlara akılcı olmaları öğretildi ve akılcı davrandılar. Böylelikle, her iki taraf da benimsenen sistemin sayısız yararını yaşadı. Çalışanlar daha çalışkan, ölçülü, sağlıklı, işverenlerine sadık, birbirlerine karşı şefkatli oldular. Fabrika sahipleri ise onların hemen hiçbir denetim olmadan gösterdikleri bu bağlılıktan, karşılıklı güven ve nezaket dışında, hiçbir yolla elde edilemeyecek hizmetler elde etti. (…)

* Robert Owen, A New View of Society, J. M. Dent & Sons Ltd., 1927.

Robert Owen (1771-1858), işçi sınıfı çıkarlarının savunucusu olmanın yanı sıra başarılı bir kapitalisttir. Manchester’da bir tekstil fabrikasında yöneticilik yaptıktan sonra, 1802’de İskoçya’nın New Lanark kasabasında köhne bir fabrika edinir ve işçilerin dehşet verici durumuna bizzat şahit olup çalışma şartlarını iyileştiren dizi “sosyalist” önlem alır. Owen, bu önlemleri işletmesinin rekabetçi pozisyonuna zarar vermeksizin uygulamış; nitekim bu başarı ona uluslararası ün kazandırmış; birçok yabancı ziyaretçinin New Lanark’a gelmesine yol açmıştır. Owen, edindiği bu tecrübeyi ve sanayi çağının kötülükleri karşısında önerdiği çareleri, 1817’de yayımlanan kitabında dile getirir. Sonraları Indiana’nın New Harmony kasabasında bir sosyalist cemaat oluşturmak istemiş ama başarılı olamamıştır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Previous Story

Bir Filozofun Bir Krala Söylevi – Denis Diderot

Next Story

Tiranlara Karşı Özgürlüğün Savunulması

Latest from Felsefe

Nietzsche

FRIEDRICH NIETZSCHE: Felsefede “Akıl”

Felsefede “Akıl” 1 Soruyorlar bana, nedir filozoflardaki bütün bu alerji diye?… Sözgelimi tarih duygusu eksiklikleri, oluşun düşünülmesine bile duyduktan nefret, Mısırcılıkları.[17] Bir davayı tarihsellikten
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ