*
“SON OZAN” KİTABINDA (ZAFER KÖSE, MEVSİMSİZ YAYINLARI, 2007) YER DEMİR GÖK BAKIR FİLMİYLE İLGİLİ BÖLÜMDEN KISA PARÇALAR:
*

(1986) Yıllarca hazırlandıktan sonra bir filme başlıyor. 1974 yılında İsviçre’de ‘Otobüs’ filminin müziğini yaptığından beri yüreğini kanırtan bir istekti bu. Otuzu aşkın film müziği vesilesiyle değişik uluslardan yönetmenlerle çalışmıştı. Çoğu zaman o sahnelere ayrı yorum getirmek istediğini fark etmişti.

Yıllarca kafasında taşıdığı bu konudan dolayı yurt dışında yaşadığı ülkelerdeki sinema enstitülerinin kurslarını, seminerlerini hiç kaçırmadı. Çeşitli dillerde yayımlanmış sinema üzerine kitapları ve yazıları takip etti.

Yer Demir Gök Bakır’ın stilist bir film olmasını istiyor. Yerel gerçekleri göze batıran antropolojik filmler, sanat anlayışını perdeye yansıtmak için uygun değil.

Bu nedenle hazır köylü giysilerini kullanmayıp İstanbul’da kurdukları bir atölyede, Ülker Hanım’ın yardımıyla kostümleri tek tek diktirdi. Filmin dekoru ve giysileri Türk köyüne ait hiçbir referans taşımayacak. Batılıların ilgisini çekmeye yönelik otantik görüntüler içeren filmleri, Batı dışındaki kültürlerin kendilerini aşağılaması olarak görüyor, çünkü.

Seyirci sadece konuya ve Yaşar Kemal’in evrensel temasına yoğunlaşsın istiyor. Sürekli Brueghel’in kış tablolarından söz ediyor çevresindekilere. Yansıtmak istediği atmosferi, o tabloları referans vererek anlatıyor.

Çok zor koşullarda yaşayan insanın hikâyesidir, Yer Demir Gök Bakır. Bir kar senfonisidir. Dereleri tepeleri silme dolduran bir kar, yeryüzü şekillerini bile düzleştirmiştir. Çukurlar, yükseklikler azalmış, birbirine yaklaşmış… Ağaçlar kısalmış, evler küçülmüş, dereler dolup yükselmiş ve tepelere yaklaşmış, beyaz bir yumuşaklık uzayıp gitmektedir bu dünyada.

Bu, sadece Erzincan’ın bir Alevi köyünde, yolların aylarca kapalı olduğu kış mevsiminde yaşanan korkuların, sıkıntıların filmi değil. Çukurova’da çaresizlik, yoksulluk ve korku içinde yaşayan insanların hikâyesi de değil sadece, anlatılan. Acımasız doğa karşısında yaşam savaşı veren köylülerin bu hikâyesi, aynı zamanda kalabalık şehirlerde, zor koşullarda, içinde insanın minicik kaldığı fabrikalarda, kendisini ezen ve ömrünü törpüleyen koşullar içinde yaşayan çağdaş insanın da hikâyesi.

Kar altında ve açlık tehlikesindeki köylülerin, kapılarına bir gün Adil Ağa’nın dayanacağı, alacaklarını isteyeceği korkusu değil sadece anlatılan. Banka kredisini ödeyemeyen şehirli bir ailenin icra memurunu beklemesi de var, buradaki kardan yansıyıp gözleri kör eden aynı güneşin altında.

Tefecilerin halkı iliklerine kadar sömürürken, dünyanın her yerinde devlet gücünden faydalanmalarının da bir hikâyesi burada anlatılan.

Karla kaplı yollarda ulaşımın kesilmesi ve donma tehlikesi yaşanması değil sadece o sahnelerde anlatılanlar. Onlar aynı zamanda sıcak çöllerde yaşanan çaresizliklerin de hikâyesi. Su kaynaklarını gasbedenler karşısında bir damla suya muhtaç olanların kendilerine serap yaratması.

Sadece, körü körüne inançlar yaratan köylülerin, otuz yıldır aralarında yaşayan kendileri gibi bir adamı ermiş yapmalarının mantıksız bir hikâyesi değil bu. Mitlere, dinlere sığınmak zorunda olan insanın, kendi aklına bile karşı çıkıp en olmayacak zamanda kendine umutlar yaratmasının hikâyesi. İsveç’in karlı ormanlarında duyulan çan seslerinin, sıcak çöllerde dalga dalga uzayan ezanların, yazılan muskaların, medet umulan okunmuş pirinçlerin, fallara merak salan genç kızların, manastırlardaki tozların, her an kötü bir şey olacakmış duygusuna neden olan suçlulukların, suçunun ne olduğunu bilmeyen ama birazdan başına kötü bir şey geleceğini hisseden minik çocukların, hapislerdeki tek kişilik hücrelerin, yayılan söylentilerin, yaratılan inançların bir hikâyesi bu.

Şartların zor imkânların kısıtlı olduğu, hiçbir yardımın ve umudun kalmadığı durumda, yine de yaşama sarılan insanın hikâyesi, Yer Demir Gök Bakır. Ve insanın doğayla mücadelesi sırasında bir de birbirini vahşice ezdiği sürece tüm dünyada demir gibi yerlerin, bakır gibi göklerin, Pınarlıkaya karlarının, Peygamberler yaratan çöllerin hep olacağının habercisi. Ta ki, umutsuzluktan umut yaratan insanın umudu bitene kadar. Ya da bu umutlarının sonunda güzel bir dünya hedefine ulaşana kadar.


Birkaç saniye sonra, hayatının mutlu anlarından birini yaşıyor. Yaşar Kemal’in filmi çok beğendiğini anlıyor.

Ertesi gün, Fransız gazetelerinde beklemediği kadar güzel başlıklar görüyor. “Bir kar operası”, “Görsel bir şiir”…

*** *** ***

Devamı yarın: Livaneli ile “Sinema, Roman ve Müzik” konulu söyleşi. (2007)

Previous Story

Dünya dillerinin yüzde 57’sinde cinsiyet içeren zamirler yok

Next Story

Görünen Köyün Kılavuzu – Nejdet Evren

Latest from Biyografi Kitapları

Sait Faik’in Dünyası – Afşar Timuçin

Edebiyatımızın yapı taşlarını düşündüğümüzde ilk akla gelen kişilerden biri de Sait Faik’dir. Öykü sanatının bu büyük ustası gerçek bir insancı ve kılı kırk yaran

Deniz Gezmiş’i Anlatan 5 Kitap

Bizim Deniz – Mare Nostrum En uzun koşuysa elbet Türkiye’de de Devrim O, onun en güzel yüz metresini koştu En sekmez luverin namlusundan fırlayarak
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ