Rosa Luxemburg: “Gözümüzün önündeki alçaklık ve iğrençlik her gün bir öncekini bastırdık­ça sakinliğim ve dayanıklılığım artıyor. “

Rosa Luxemburg“Yeryüzündeki canavarlıklara rağmen, çok tatlı anlar yaşayabilecekken, ayların ve yılların böyle boşu boşuna geçip gittiğini görmek ne üzücü. Görüyorsunuz ya, Soniçka, mahpusluğum devam ettikçe, gözümüzün önündeki alçaklık ve iğrençlik her gün bir öncekini bastırdıkça sakinliğim ve dayanıklılığım artıyor. Ahlâkî ölçütleri evreni oluşturan öğelere, bir fırtınaya, bir su baskınına ya da güneşin batışına uygulayamayacağımıza göre, onları birer olgu, birer araştırma ve bilgi konusu diye görmek gerekiyor.”

Çok sevgili Soniçka, bu mektubu size pek yakında gönderebileceğimi sanıyor, onun için de hemen oturup yazıyorum. Nicedir, hiç değilse mektupla sesinizi duyma sevincinden yoksun kalmıştım. Ama mektup yazma iznimi, dört gözle onları bekleyen Hans D.’ye kullanmak zorundaydım. Şimdi artık kapandı o sayfa. Son iki mektubum bir ölüye yazılmışmış, biri geri geldi bile. Hâlâ inanamıyorum. Neyse,, en iyisi hiç açmayalım bu konuyu; ve bana kötü bir haber verebilmek için «düzen çevrildiği» ya da N.’nin yaptığı gibi, avutmak için ardı arkası gelmeyen yakınmalara girişildiği an daha çok sinirleniyorum. En yakın dostlarım beni öylesine az tanıyor, az mı sayıyor acaba? Bu gibi durumlarda en iyi, en ince hareketin kestirmesinden doğruyu söylemek olduğunu anlamıyorlar mı? öldü işte… Gerçekten çok üzücü, ama bırakalım artık bu konuyu.
Yeryüzündeki canavarlıklara rağmen, çok tatlı anlar yaşayabilecekken, ayların ve yılların böyle boşu boşuna geçip gittiğini görmek ne üzücü. Görüyorsunuz ya, Soniçka, mahpusluğum devam ettikçe, gözümüzün önündeki alçaklık ve iğrençlik her gün bir öncekini bastırdıkça sakinliğim ve dayanıklılığım artıyor. Ahlâkî ölçütleri evreni oluşturan öğelere, bir fırtınaya, bir su baskınına ya da güneşin batışına uygulayamayacağımıza göre, onları birer olgu, birer araştırma ve bilgi konusu diye görmek gerekiyor.

Nesnel bir akıl için, tarihin karşısına çıkan biricik yollar bunlardır, ve genel gidişi gözden yitirmeksizin, bu yolları izlemek gerekir. İçimde öyle bir duygu var ki, göbeğinde çırpınıp durduğumuz şu ahlâk batağı, içinde yaşadığımız şu kocaman deliler evi, sihirli bir değnekle dokunmuşçasına, bir günde değişip tam tersine dönüşebilir, güzelliğin ve yiğitliğin egemen olduğu bir mucizeler dünyası haline gelebilir. Anatole France’ın Tanrılar Susamışlardı’- sını okuyun. Bence, bu yapıtın büyüklüğü, yazarının insanoğluna geniş açıdan bakabilmesin-dedir. Bakın, diyor bize, şu acınası kişilerden, şu günlük bayağılıklardan, tarihin belli bir anında, en inanılmaz olaylar, en yüce davranışlar doğuveriyor. Gerek toplumsal evrim, gerekse kişisel yaşam karşısında aynı tavrı takınmak gerekiyor; yani sinirlenmemek, her şeyi bütünlüğü içinde yakalamak ve dudaklarından hafif bir gülümseyişi eksik etmemek. Savaştan sonra, ya da çatışma bittiği zaman, doğru yola gireceğimize bütün varlığımla inanıyorum; ancak, daha önce, insanoğlunun çekebileceği en büyük acıları tatmamız gerekecek.

Sırası gelmişken söyleyeyim, bu yazdıklarım bende başka bir imgeyi, size aktarmak istediğim bir olguyu çağrıştırdı; bence, çok şiirsel ve duygulandırıcı bir şey bu. Geçende, kuşların göçüyle ilgili bilimsel bir yapıtta — ki bu göç işi epey giz dolu bir görüntüdür—, genel olarak kıyasıya çarpışan, birbirlerini yiyen kuş türlerinin, güneye giderken, o büyük yolculuk sırasında, denizi yan yana geçtiklerini öğrendim. Kışı geçirmek üzere Mısır’a yollanan ve göğü karartacak kadar yoğun kümeler yapan büyük kuş sürüleri içinde, çayırkuşu, çalıkuşu, bülbül gibi ötücü kuşlar, günlük yaşamda onları avlayan şahin, atmaca, kartal ve baykuş gibi kuşların yanında, korkusuzca uçarlarmış. Göç sırasında, sessiz bir antlaşmayla silâhlar brrakılıyor sanki. O anda hepsi aynı ereğe dönük, Nil kıyılarına varınca, kendilerini bitkin bir halde yere bırakıyor, sonra türlere ve bölgelere göre ayrılıyorlarmış. Dahası var: uçsuz bucaksız denizi geçerken, büyük kuşlar küçükleri sırtlarına alıp taşırlarmış. Nitekim, kocaman turna sürülerinin, sırtlarında durmadan şakıyan minicik kuşlarla geçip gittikleri saptanmış. Ne hoş, değil mi?
Geçen gün, her türlü beğeni ve ilkeden yoksun bir derlemede, Hugo von Hofmannst- hal’ın bir şiirine rastladım. Genellikle, yapmacıklı, özentili, karanlık bulduğum bu ozanı pek sevmem; daha doğrusu, anlayamam. Bununla birlikte, sözünü ettiğim şiir çok hoşuma gitti ve müthiş etkiledi beni. Mektuba onu da ekliyorum, beğenirsiniz belki.

Şu günlerde yerbilimle (jeolojiyle) uğraşıyorum. Belki nankör bir bilim sayacaksınız bunu! Yoo, hiç de öyle değil! Büyük bir ilgiyle inceliyorum bu konuyu, ve sonsuz zevk alıyorum, çünkü insanın zihnine geniş ufuklar açıyor, ve doğa konusunda, öbür bilimlerden daha geniş bir görüş açısı kazandırıyor. Bu konuda bir sürü şey anlatmak isterdim size, ama bunun için ya Südende dışında gezintiye çıkarak, ya da dingin bir gecede, ay ışığında, birbirimizi eve götürürken konuşmamız gerekir. Neler okuyorsunuz ? Lessing – Efsanesi’ni bitirdiniz mi? Yaptığınız her şey beni ilgilendirir! Hemen yazın bana, bu mektubu, mümkünse, aynı yoldan, ya da, benimkini anmaksızın, resmî yoldan gönderin. Sizi göreceğim günü iple çekiyorum. Herhalde yılbaşından sonra olur, öyle değil mi?
Karl ne diyor mektuplarında? Ne zaman göreceksiniz onu? Dostça selâmlarımı iletin kendisine. Benim sevgili, sevgili Soniçka’m, ellerinizi sıkar, yanaklarınızdan öperim! Hemen uzun bir mektup yazın bana.
Rosa’nız.

1917 Kasım ayının ortaları

MEKTUBA DAİR
Ünlü bir Alman toplumcusu olan Rosa Luxembourg 1870’te Rusya’nın Zamosc kentinde doğmuş, 1919’da Berlin’de ölmüştür. Bir tüccar ailesinin kızıdır, Zürich’te siyasal – iktisat öğrenimi görmüş, Almanya’daki toplumcu yayınların çıkarılmasında çalışmıştır; toplumcu partinin sol kanadındandı. 1905’te Rus Devrimi’ne katılmıştır. 1914 -1918 yılları arasında toplumcu demokrasi eğilimine karşı sayısız kitapçık basmış, savaşa karşı çıktığı için hapse atılmıştır. 1917’de Spartakus adlı gizli bir örgüte katılmıştır; bu örgüt, 1918 yılında kurulacak Alman Komünist Partisi’nin çekirdeğidir. 1919 yılında, Spartakus’cülerin ayaklanması sonunda Liebknecht’le birlikte tutuklanmış, onun gibi dövüle dövüle öldürülmüştür.
Kari Liebknecht ise 1871’de Leipzig’de doğup 1919’da Berlin’de ölmüş bir Alman siyasetçisidir; ünlü siyaset adamlarından Wilhelm Liebknencht’in oğludur. Önce Prusya Meclisi’nde (1908), daha sonra Alman Meclisi’nde (1912) temsil ettiği Sosyal Demokrat Parti’nin aşırı sol kanadındandır, bağımsızlarla birlikte savaş harcamalarına karşı çıkmış (1914-1915), savaşa karşı gösteriler düzenlemiştir. 1916’da, eylemli direnmeden yana olan ve daha sonra kurulacak Alman Komünist Partisi’ne çekirdeklik eden Spartakusbund’u (Spartakus Derneği’ni) kurmuştur; 1 mayıs 1916’da tutuklanmış, 1918’e dek hapis yatmıştır. 1918 kasımında Ebert ile Scheidemann’ın kurdukları devrimci hükümette görev almaya yanaşmamış, 1919 ocağında, Rosa Luxembourg’la birlikte Spartakus ayaklanmasını yönetmiştir.
Elinizdeki mektuplar, Karl’ın eşi Sophie Liebknecht’e yazılmıştır.

ROSA LUXEMBOURG
HAPİSHANE MEKTUPLARI
Türkçesi : BERTAN ONARAN
Yankı Yayınları
1970

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir