12 Eylül Darbesini Ordunun İçinden Anlatan İlk Kitap. Evire Çevire Her Yüzüyle 12 Eylül’ü Okumanız İçin!…
Rugan Ayakkabılı Teğmen, öncesi ve sonrasıyla 12 Eylül Darbesi’nin titreşimlerini kanında iliğinde yaşayan, erozyona uğramış bir toplum içinde kendi olmaya ve kalmaya çalışan teğmenlerin odağında yaşadığımız bir toplu kıyıma bakıyor, belleğimizi tazeliyor.

Gece olduğunda ay yoksa, yatakhanenin pencerelerinden görünen gökyüzünde pır pır yanıp sönen yıldızlar ne kadar çoktu… Hayalleri tutuşturan bol yıldızlı gökyüzünün allında, anne kucağından uzakta uyuyan çocuklar, yıllar sonra diplomalarını aklıklarında yıldızlar her birin omuzlarına konacak, teğmen olup hayatın akışına katılacaklardı. Omuzlarındaki yıldız sayısı çoğaldıkça parıltıları artacak, göz kamaştıracaklar ama yollan da birbirinden ayrılacaktı. Bazısı ülkülerle çarpan kalbinin sesini dinledi, özgürleşmek ve özgürleştirmek istediği hayattan bir yıldız gibi kaydı; insani değerlerini ve özlemlerini miras bırakarak. Ve Türkiye, kendi çocuklarının yasını tutmadı.
(Tanıtım Bülteninden)

Cesaret Sınanırsa… – Aysel Sağır
(23/04/2010 tarihli Radikal Kitap)

12 Mart ve 12 Eylül gibi iki keskin dönemeçte bir Türkiye tarihiyle okuyucusunu yüzleştirmesi bir yana, doğru bir yerden, doğru bir kaynaktan beslendiği için de okunması gereken bir kitap ‘Rugan Ayakkabılı Teğmen’

Türkiye gündemine uzun zamandır hakim, hassas ve bir o kadar da önemli olan, ordu ve onun kurumları anlatılmıyor Rugan Ayakkabılı Teğmen?de. Ordunun belirleyiciliğinde gelişen yakın tarih belirlemesi yapılıyor. Bu yüzden, belli bir tezi de içeren kitabı objektif bakış açısını koruyarak okumakta fayda var. Zira Atatürk ilkeleri, Cumhuriyet süreci ve olgusu, ?şeriat?, ?MHP?; ?komünizm?, ?PKK?, ?terör? gibi güncel, aynı oranda da belirleyici, sosyal/siyasal yakın tarihten beslendiği için kitap, ideolojik konumlanmalara açık bir risk de içeriyor. Bu anlamda kitapta anlatılanlar, güncel olaylar ve yakın tarihten beslendiğinden ve aynı zamanda, -her ne kadar yazar böyle bir araca başvurmasa da- ideolojik bir perspektif de yarattığından, (özellikle açığa çıkan siyasal toplumsal analizler) okuyucunun algılarını biraz daha açık tutmasını gerektiriyor.
Anlattığı kurum ve ilişkilerin içinden gelen Haluk İnanıcı, geçmişte kalan asker kimliğinin yanısıra, hukukçu kimliğiyle de tanınıyor. Rugan Ayakkabılı Teğmen?de İnanıcı?nın, tanıştırdığı karakterlerle yaşananlara tanıklık etmekle kalmıyoruz sadece, anlamakta güçlük çektiğimiz birçok önemli noktanın da ayırdına varıyoruz. ?Bu önemli nokta ne?? diye sorulacak olursa, Habil-Kabil örneğini vermek doğru olacak. Zira İnanıcı, tam da, çok tekrarlanmaktan içi boşaltılmış ?kardeş kavgası? sorunsalını doğru bir yere oturtmuş ve ona ruh vermiş. Tabii bu kadar değil; elbette, duruma göre bir kalkan ve maske gibi kullanılan ?kardeş kavgası? türünden bazı kabul görmüş tespitlerin, asıl onu bilinçli yaratanların ne denli eseri olduğunun da altını çizmiş İnanıcı. Bu bağlamda, Cumhuriyet?in, ?adalet?, ?halkçılık? gibi sosyalizme yakın kavramlarına bağlı aktörleriyle, bunları kendi çıkarları doğrultusunda kullananlar arasında olagelmiş bir mücadeleyi, bu mücadelenin seyrini, yenilgi ve yengilerini Türkiye üzerinden somut yaşanmışlıklarla bir belge niteliğinde sunmuş;
?27 Mayıs, 22 Şubat, 21 Mayıs; sevginin, cesaretin, onurun sınandığı günler. Silahlı Kuvvetler Birliği, protokoller, toplantılar, generaller, albaylar, yüzbaşılar, teğmenler. İçlerinde Talat Albay ve Fethi Binbaşı benzeri Atatürkçü kaç kişi vardı? İhanetler, ispiyonlar, ikiyüzlü davranışlar, hem hükümet yanında hem örgüt yanında gözükenler, kim başarılı olacak ise vakit geçirmeksizin onun yanına kayanlar… Vatanı düşünüyormuş gibi yapıp sadece menfaat peşinde koşanlar, ikbal beklentisiyle fırsat kollayanlar, örgüt liderliği uğruna en yakın arkadaşlarına ihanet edip onları ihbar edenler, Atatürkçülük kisvesi altında bir yanda mangalda kül bırakmayıp diğer yanda her türlü madrabazlığı yapanlar gözünün önüne bir bir düştü. Üç yılda neler olmuştu…?

Dede ve torun ikilemi
Rugan Ayakkabılı Teğmen?de anlatılanlar belli bir tarihsel sürece dayandığından oldukça ilginç bir sunumla oluşturulmuş. Dolayısıyla bir değil, iki kitapla karşı karşıya olduğunuzu anladığınızda şaşırmayın. Birbirinin devamı niteliğinde olsa da konular, öncelik konusunda özgür bırakıyor okuyucusunu. Zira her iki başlangıç ve sonuç birbirlerini bütünler nitelikte.
Dersim İsyanı?nın önemli aktörlerinden olan büyükbabasından haberdar olmayan hamal çocuğu Hasan?ın, Kuleli?yi kazanıp, daha da ileri giderek orduda sevilen, takdir edilen bir asker olması onu dedesinin kaderiyle birleştirecektir. Zira Hasan, nedenini bilmediği bir gerekçe nedeniyle ordudan atılmıştır. Ordudan atılma nedeninin peşine düşen Hasan, ailesinin gerçeğiyle ve dedesinin isyancı kimliğiyle karşılaşır. Yaşadığı coğrafyada kırımdan geçirilen ailesi, geçmişini inkar ederek Gemlik?e yerleşmiştir. Kürt olduğunu bile bilmeyen Hasan, yeni karşılaştığı gerçeğin peşine düşecektir. ?Başarılı teğmen? Hasan, bu kez de Kürt gerillalarının arasındadır. Ama ne yazık ki, en samimi arkadaşı Hikmet komutasındaki bir bölük tarafından pusuya düşürülecek, beraberindekilerle birlikte öldürülecektir. Hikmet de tıpkı Hasan gibi yoksul bir halk çocuğudur. O da ailesinin ve çevresinin yüzakı olarak Kuleli?ye girmiş başarıyla hakkını vermiştir. Hikmet?in öldürdüğü kişinin Hasan olduğunu anlaması onun yaşamında büyük kırılmalar yaratacaktır. Diğer bir deyişle bir sorgulama süreci de Hikmet için başlayacaktır. Ama bu da uzun sürmeyecek aynı dağlar bu kez de Hikmet?in PKK?lı gerillalar tarafından öldürülmesine neden olacaktır.
12 Mart ve 12 Eylül gibi iki keskin dönemeçte bir Türkiye tarihiyle okuyucusunu yüzleştirmesi bir yana, doğru bir yerden, doğru bir kaynaktan beslendiği için de okunması gereken bir kitap.

“Rugan Ayakkabılı Teğmen”e dair – Savaş Sertataş
(29 Temmuz 2010 tarihli Cumhuriyet Kitap)

12 Mart ve 12 Eylül dönemlerini birlikte yaşadığımız ancak derinlemesine tanımadığımız bir kesimi, gerçekçi bir bakış açısıyla başarılı bir şekilde anlatmış Haluk İnanıcı. Bunda zannediyorum kendisinin bir dönem içinde bulunduğu kurumu, ona hayat verenler insanları objektif olarak gözlemleyebilmesi ve keskin analiz yeteneği rol oynamış.

Gerek romanın kurgusu gerek kullanılan tertemiz ve akıcı dil, yazarın ilk romanı olmasına rağmen köklü bir birikime işaret ediyor. Kitabın iki ayrı taraftan okunabilmesine rağmen herhangi bir kopukluk hissi doğurmadan bütünlüğünü koruması titiz bir çalışmanın ürünü olsa gerek. O dönemleri yaşayan insanların deyim yerindeyse buzlu camın arkasından görebildiklerini şeffaf bir camın arkasından görmelerini sağlayabilecektir diye düşünüyorum.

Şahsi çıkarları dışında insanların mutluluğu ve sömürülmemesi için mücadele edenlerin ödediği ağır bedelleri, yıkıma uğrayan yaşamlarını özlü bir şekilde anlatıyor. Kurumun kimi dogmatik kurallarına rağmen insanların çok sağlam dostluklar geliştirebildiklerini, ülkenin geleceğine ilişkin kaygıların, ortak düşüncelerin samimiyetle paylaşıldığını yazarımızın işlek kaleminden öğreniyoruz. İnsanların hikâyeleri ve tarihsel olaylar anlatılırken insani unsurların siyasetin gölgesinde kalmaması romana ayrı bir tat veriyor. Okuduklarımız nostaljik bir tat verse bile ideallerin insan yaşamını nasıl zenginleştirdiğini gözden uzak tutmamak gerekiyor galiba.

Masalımsı doğa betimlemeleri insana keyif verirken yaşamdaki acımasızlık, Sinan’ın arkadaşını kurtarmak isterken askerler tarafından öldürülmesinin Hasan ve Hikmet’in trajik karşılaşmalarının, ölümlerinin anlatıldığı bölümleri okurken insanın boğazının düğümlenmesi elde değil. Dogmatik bakış açısı ve kuralların insanları nasıl bir yerlere savurduğu, Hasan’ın Kürt kökenli olduğu için ordudan atılarak örgüte katılması olayı ile anlatılırken kolaycılığa kaçmadan, siyaset dışındaki insani dram boyutu ustaca işlenmiş. İnsanların aşklarının, özlemlerinin, zaaflarının, kısaca yaşama dair hallerinin bir resmidir aynı zaman da bu roman.

Cesaret kötülük ve iyiliğin herhangi bir ulusa, halka ait olmadığı, tarihi yazanların kazananlar olduğu, kaybedenlerin tarihin de onlar tarafından yazıldığı dikkate alındığında, tarihin objektif olarak sorgulaması düşüncesine katılmamak pek mümkün görünmüyor. Sinan ile Hikmet’in ‘Söyle Hikmet, Harbiye’de okuyan genç Mustafa Kemal o haliyle aramızda olsa ruhsuz burjuva düzenini destekleyen cenahta mı yer alırdı? Yoksa benim gibi, halkı, gerçek bağımsızlığı, eşitliği, adaleti düşünenlerin yanında mı?’ diyalogu darbecilerin turnusol kâğıdı gibi.

Güncelle bağlantılı, gelecekte anı roman olarak yer alacak bu kitap zannediyorum edebiyat dünyamızda hak ettiği yeri alacak. Bu kitabı Kuleli ve Harbiye kütüphanelerinde görebildiğimiz gün demokrasiye biraz daha yaklaşmış olacağımızı varsayabiliriz. Yazarımızın diline, kalemine sağlık diyorum.

Kitabın Künyesi
Rugan Ayakkabılı Teğmen
Haluk İnanıcı
Everest Yayınları / Roman Dizisi
Yayın Yönetmeni : Sırma Köksal
Kapak : Utku Lomlu
İstanbul, 2010, 1. Basım
455 sayfa

Previous Story

Şeyler – Georges Perec

Next Story

Marks, en yakın arkadaşı tarafından anlaşılamamış olabilir mi? ? Suat Kamil Aksoy

Latest from Politika

SLAVOJ ŽIŽEK: Tabiat zaten kaotiktir, en vahşi afetleri, anlamsız ve öngörülemez felaketleri yaratmaya eğilimlidir. Bizlerse onun hain kaprislerine acımasızca tabiyiz, bizleri kollayıp gözeten Tabiat Ana diye bir şey yok. Tabiatın dengesini bozuyor filan değiliz, sadece onu sürdürüyoruz.

Sakınmanın Yolları Peki, ekolojik tehditler gerçekten de o kadar başa çıkılamaz mı? Liberal kapitalizmin bazı müdafileri çevreci harekete “XXI. yüzyılın Komünizmi” diye dudak büküyor;
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ