Rüveyde – Semra Güney Eren

Bu topraktan, bu renkten, bu ruhtan olmadığımı benim hissediyor olmam bir yana bütün bakışlar zaten her şeyi anlamaya ve anlatmaya yetiyordu. Yatmam için verdikleri yer, evin en elverişsiz, kendimi kötü hissetmem için özellikle ayarlanmış yeriydi. Somyalar, sedirler hatta köy evi için oldukça lüks sayılabilecek koltuklar dururken yerde yatırılışım bu yüzdendi, ne için cezalandırıldığımı bilmeden cezamı çekiyordum işte. Evde toplam sekiz kişiydik, varlığım kalan yedi kişiye de dert olmuştu, içlerinde eritip görünmez kılma çabasından da geri kalmıyorlardı.

Evde eriyemeden bir de okulda kabul görme çabası başladı küçük dünyamda. Bir kere okul benim geldiğim yerin okuluna hiç benzemiyordu, küçük, yıkık, terk edilmişlik havası her yerine sinmiş bir viraneydi. Toplam on altı çocuk vardı, her sınıfa ait farklı sayıda çocuk bir arada eğitim almaya çabalıyordu, bütün bilgiler birbirine karışıyordu, kimse anlatılanları üstüne almıyordu. Bense bütün olan biteni gereğinden fazla üzerime alıyordum, bahçe çiçeğiyken tarlaya öylesine atılmış gibiydim, artık açıp açmamam kimsenin umurunda değildi. Açmak bir yana, günden güne soluyordum.Kimsesizdim, konuştuğum duyulmuyordu,yüzüm seçilmiyordu, orada, ama hiçbir yerdeydim.

Ev tek katlıydı, ikinci katı çıkılmaya çalışılıyordu; ona para yoktu kaba inşaatı yapılmış öylece bırakılmıştı, en büyük zevkim her şeyin gelişigüzel atıldığı, bavulların, dergilerin, kıyafetlerin saçıldığı ikinci katın inşaatına çıkmaktı. Hiç unutmam, orada gri kocaman topuklu bir kadın çizmesi vardı, o çizmeyi defalarca giyip çıkarırdım, belki de o çizme benim için köyden çıkış, şehre geri dönüş simgesi oluyordu. Hem o çizme orada kimseye ait değildi, benim gibi,sahibi yoktu,o çizme kimindi,nereden gelmişti,kimin ayağını süslemek için alınmış da yukarı atılmıştı,hala merak ederim.

Günler geçiyor, yabanıl hayatım iyice kanıksatıyordu kendini. Artık evin günlük işlerini de küçücük ellerimle kavramaya başlamıştım. Sabah,hayvanları otlatmaya götürüyor,akşamüstü yalakta sularını içiriyor,akşam da evdeki işlere yardım ediyordum.Ahırda bulunmak hayvan kokularını solumak,derilerine yapışan böcekleri çıkarmak,başlarına dolanan boncukları düzeltmek olağan işlerimden olmuştu bile.Okuldaki arkadaşlarımla hayvan otlatmadan dönerken karşılaşıp konuştuğum,şakalaştığım oluyordu,ama onlarla oyun oynamama müsaade edilmiyordu,konuşup bir şeyleri anlatmamdan çekiniliyordu,burada oluşum ve evdeki konumumla ilgili konuşulmasından yengem son derece rahatsız oluyordu,kötü bir kadındı o masallardaki kötü kalpli cadılar kadar kötü,hatta cadılara benziyordu da,ağzı,burnu tıpkı cadılarınki gibi kötü ruhuna çok güzel eşlik ediyordu.

Hiçbir şeye ait olmadığım bu yerde Rüveyde bir başkaydı benim için.Tepeden bağladığı saçlarını düzeltmek için salıverdiği an yüzünde oluşan o ferahlık,hepimizden iri bedenini taşıyışındaki zarafet,genzinden gelen boğuk sesinin altında kalan kelimeleri? Rüveyde çok güzeldi, evin küçük annesi,anne babasının sağ koluydu,her şeyi beceriyordu,yemek,tarla,hayvan otlatma işleri? Okul çıkışında bazen onların bahçesinin kenarından geçiyordum,bu bile rahatlatmaya yetiyordu beni,o evin yaşattığı mutluluk,bana hala yaşayan bir şeylerin olduğunu hatırlatan canlı yaşam,kapıldığım umutsuzluk tufanı,içinde kaybolan ayrık otu.

Okuldan çıktığımız bir gün Rüveyde?nin annesini bahçede gördüm. Sevecen bir sesle, etli ekmek yapacaklarını söyledi beni de yemeye davet etti.Bu teklif ağzımı sulandırmaya yetti,onların huzurunun eşliğinde yemek yemekti asıl iştahımı kabartan.Teklifin sevinciyle eve gittim, yengem olanca huysuzluğu ve asık suratıyla üzerimi hemen değiştirip hayvanları otlatmaya gitmemi salık verdi.Aldığım teklif ve emir birbirine dolandı,kafam karıştı,ama üzerimi değiştirip ahıra indim,hayvanları ahırdan çıkardım, sevimli arkadaşlarım bugün bana hiç de sevimli görünmüyordu.

Tarlalara doğru yola çıktık, kafamda etli ekmekler dönüyordu. Geçerken Rüveydelerin bahçede yemek yediklerini gördüm. Beni görünce sevindiler onlara geldiğimi sandılar oysaki ben hayvanları önüme katmış gidiyordum onlar bahçenin çitlerinden göremiyorlardı. Rüveyde?nin annesi ?Gel kızım? dedi bir şeyler hazırlamaya davrandı. Ben açtım hem de çok, karnım aşa, kalbim sevilmeye açtı. Bahçenin kapısını açtım, içeri girdim.

Hayvanları unuttum, benim değillerdi,unuttum gitti,benim de bir hayatım olduğunu hatırlatan sorulara peşi sıra yanıtlar veriyordum,bir yandan da etli ekmeğimi yiyordum,zaman akıp gidiyordu,ben farkında olmadan akşam çöküyordu,bunu Rüveyde?nin annesinin ? Kızım yengen seni merak etmesin!? uyarısından anladım.Kibarca,hadi artık git demekti bu.Bahçe kapısından dışarı çıktım,dış dünya ve beni saran kasvet derim oldu, her yerimi kapladı,korkuyordum,inekler nerdeydi, benim değillerdi,ama bana emanet edilmişlerdi,kanım, ısısı yükselerek dolaşmaya başlamıştı damarlarımda.Hava kararmıştı,içim gibi,bahtım gibi?Gidebilecekleri her yere baktım,bahçenin uzaklarına gittim,tarlalara açıldım yoklardı,izleri bile yoktu.Ağlaya ağlaya yürüyordum,eve gelmek üzereydim ki karşımda yengem ve iki komşusunu gördüm,görmemle yüzüme yengemin içinde biriktirdiği bütün kini kusan tokatını yemem bir oldu,delirmiş gibiydi,yanındakiler onu sakinleştirmeye çalışıyordu,yediğim etli ekmeğin midemde döndüğünü,yukarı yükselmeye başladığını hissediyordum, kıymanın tadı,acı gözyaşıyla birleşiyordu.Eve geldik,yengem hesaplar yapıyor,ben ortadan yok olmak istiyordum.İnekler kaybolmuştu,en değerli varlığım,yengemin en değerli varlığı,onunla tek ortak noktamız kaybolmuştu.Varlığım, bana çok ağır geliyordu, ben verimsizdim, yüktüm; onlar ise süt veriyordu,benim anamdan emdiğim süt burnumdan geliyordu, yengemse her gün sütünü sağdığı en değerli varlığına ağlıyordu.
Aradan biraz zaman geçti, herkes birbirini sakinleştirmeye çalışıyordu ?Bir kez daha köyün ortasından geçen derenin civarındaki yerlere bakmak iyi olur.? diye düşündüler, ben de hak ettiğime inandığım yeni tokatları yemek üzere peşlerine takıldım.

Derenin kenarına doğru giderken Altın?ın parıldayan gözlerini gördüm,?Korkma sen, seni zorda bırakır mıyız , bak döndük.?der gibi bakıyordu,pişman olmuş geri gelmiş gibiydiler.?Gördüm!? diye bağırdım,üstlerine atıldım,ağızlarını,gözlerini öpüyordum,yengemin yüzü gülüyordu,kaybettiklerinin değerini gösterdiğim için neredeyse minnet duyacaktı bana.

Kaybetmek, bulmak, senin olmayanı sahiplenmek, ardına düşmek, unutmak,hiçe saymak.?Kaybetmek ve bulmak?? Hiçbir yerdeyken tam da oranın olmak, oranın kabuğunu bağlamak,yengemle bile ortak bir sevinç bulabilmek,buluşturabilmek.

Tokat yemek, varlığını hissetmek,birinin gözünde görünür olmak,bir işe yaramak,iki çift hayvan gözünü en önce görmek.

Semra GÜNEY EREN

5 yorum

  1. Çok güzel ve yalın bir anlatımla kaleme alınmış bu öyküde, çocukluğuma dair yaşanmışlıklar buldum.
    Bu nedenle daha bir anlamlı oldu benim için Rüveyda.
    Elinize yüreğinize sağlık

  2. Bir solukta okudum bu guzel oykuyu. “Ruveyde” ile inek otlattim tarlalarda, yengenin kotu gozlerini, bir cocugun yalnizligini derinden hissettim.
    Tebrikler

  3. Öyle içine girmişim ki bu sıcacık öykünün,yengenin tokatını yüzümde hissettim bi an,irkildim,heyecanlandım..Satır araları öyle derin ve yoğun ki,bu kısacık öykü,alıp götürdü beni taa derinlere,çocukluğumun kuytularına..”kaybetmek ve bulmak”..
    teşekkürler hayat!..

  4. Kırın ortasındaki yalnız çocuk; biz yetişkinlerin kirlettiği ve yok ettiği anlamlar, kavramlar ve değerler dünyasında yüzerken/boğulurken, kendi benliğindeki güzelliği ve saflığı nasıl göreceksin?? Yazarın ellerine ve yüreğine sağlık.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir