?Sevgili Edebiyat Dostları, Öyküseverler Merhaba,
Türkiye’de edebiyatın nabzının her zaman güçlü attığı Çukurova ve Amik’te bu kez, ilk öykü kitabım olan ?Salkım Saçak Keldağ? vesilesiyle sizlerle buluşmanın kıvancını yaşıyorum. Hoş geldiniz, onur verdiniz.
Genel olarak sanat, duyarlılıklarımızın yoğunlaştığı ve estetik imbiği ile inceltildiği yaratıcı etkinliklerimizin tümünü içerir. Şiir başta olmak üzere edebi türler de duyarlıklarımız yanında düşünsel evrenimizi zenginleştirir. Bildiğiniz üzere dün 21 Mart?tı ve bu ekinoksta doğanın yeniden canlanmasına, insanın uyanışına, sevgi ve özgürlük ırmağının debisinin yükselişine paralel olarak Dünya Şiir Günü bizim belleğimizi ve duyarlıklarımızı zenginleştirdi.
Öyküye ve ?Salkım Saçak Keldağı? na gelince, her ne kadar anlık izlenimler üzerinden olay ve durumların öykülendiği belirtilse de derinlikli öykülerde ise toplumsal ve eylemsel deneyimlerin karakteristik biçimlenişine dair zengin gözlem gücü önemlidir. ?Salkım Saçak Keldağ?da yer alan yedi öyküde toplumsal ve siyasallığın iç içe geçerek bireylerin gelişiminde oynadığı rol kadar kahramanların tarihin gelişimindeki etkisi önem kazanmaktadır. Öykülerin ortak noktalarından biri, tarihsellik yanında kültürel zenginlik bakımından Cacius, Cebel-i Akra, olarak bilinen Keldağ’ın coğrafi ve kültürel atmosferinde gerçekleşen olayları konu edinmeleridir. Bu coğrafyanın ortak özelliği toprak- emek ve özgürlük değerlerinin, tarihin her döneminde barış ve bağımsızlık bilincinin kökleşmiş olmasıdır. Bu ortak bilinci hiçbir işgalci, sömürgeci güç silmeyi başaramamıştır. ?Salkım Saçak Keldağ?da yer alan ?Hamzaderesi Ne Yana Düşer?? ve ?Kopmayan Bağ? öyküleri bu açıdan güncel olan Suriye’nin emperyalist güçler ve işbirlikçileri tarafından işgal edilmek istenmesine karşı yürütülen direnişin tarihsel dayanağını anlamak bakımından değerlendirilmelidir.
Öykülerin edebi ve estetik bakımdan incelenmesini eleştirmenlere bırakalım. Ancak bu yapıtın oluşum süreciyle ilgili bazı önemli konuları sizlerle paylaşmak istiyorum. Öncelikle bu kitabın oluşumunda emeği geçen eşim sevgili Sevda Kabadayı’ya, dostlarım Ressam ve Öykücü Erdal Ateş’e, Antakya’dan Musa Artar ve Muhsin Boz’a çok teşekkür ediyorum. Öykülerin tema- konu ve tarihsel, bireysel arka planının oluşumunda katkıda bulunan Salah Ezer, Halil Yılmaz ve Fethi Öztürk’e ayrıca teşekkürlerimi iletiyorum. Tabi, bu yapıtın sizlerle buluşmasını sağlayan yayıncı (Phoenix Yayınevi) arkadaşım Ünal Sevindik’e müteşekkirim.
Dostlar, bu ilk öykü kitabımdaki 7 öykü de daha önce hiçbir yerde yayınlanmadı. Yani, okuyucu ve eleştirmenlerin süzgecinden geçerek seçilmiş öyküler değil. Yazılış sürecinde seçiciliğine güvendiğim dostlarımla paylaştıklarım oldu. Görüş ve önerilerine başvurduğum dostlarıma teşekkür ediyorum. Belki doğrudan kitaplaştırma cesaretimi yıllardır yazıyor ve çiziyor olmama bağlayabilirsiniz. Çalışmalarımı takip edenler bilir, yaklaşık 30 yıldır dergi ve gazetelerde daha çok düşünce ağırlıklı yazılar kaleme alıyorum. Kitaplarım araştırma-incelemeye dayanıyor. Çok az olmakla birlikte şiir ve öykülerim de yayımlandı ama ana damarı öğretici metinler oluşturduğundan, bu öyküleri kaleme alırken zaman zaman zorlandığımı belirtmeliyim. Bu, hem kurgu hem de biçem bakımından beni zorladı. Düşünce yazılarının dil özellikleri, cümle kuruluşları o denli biçemime yerleşmiş ki, zaman zaman ek-fiil geniş zamanlı ?-dır, -dir’le biten yüklemler kullandığımı fark ettiğimde, ?Vay canına, bu dil tuzağı olmalı.? diye hayıflandığım olmuyor değildi. Bu tuzağı aştıktan sonra, zor olana soyundum. Aslında bu tuzağı aşmanın en kolay yolu, ?kahraman bakış açısı? olarak da bilinen ?ben dili? ni kullanmaktır. Kitapta yer alan 7 öykü de ?gözlemci bakış açısı? yla kaleme alınmıştır oysa. Üstelik iki öyküde yazar-kahraman özdeşliği olduğu halde…
Öykü kurgusunda, anlatımında değişik teknikler uygulanır. Kitaptaki bir öykümde başlık bakımından farklı bir teknik uyguladığımı belirtmeliyim. Daha önce bu tekniği uygulayan öykücünün varlığından haberdar değilim. Bilgisi olanlar, beni aydınlatırsa da sevinirim. 37. sayfada ?Denizde Kaybolan?? diye başlayıp ?Dağda Nabız Atarsa…?, ?Gazel…?, ??Nasıl Yaşar?? diye devam edip 66. sayfada biten uzun öyküden söz ediyorum. Dikkatli okuyucular zaten bunu fark edeceklerdir. Farklı öykülermiş gibi görünen bu dört başlık bir araya getirildiğinde ?Denizde Kaybolan Dağda Nabız Atarsa Gazel nasıl Yaşar?? ile karşılaşılacaktır.
Aynı öyküde ?Keldağ? coğrafyasının mitolojik özelliklerini, kavimler dağı olduğuna dair metin içi değinileri de okuyucunun önemseyeceğini düşünüyorum. Öykünün düğüm ve çözüm bölümleri, aynı zamanda bilim-kurgusal bir nitelik taşımaktadır. Burada yazar olarak susmayı tercih ediyorum. Yalnız bu öyküyle ilgili bir anımı da paylaşmadan geçemeyeceğim. Öykünün ?çözüm? bölümünü çıkartarak, kendisi de öykü yazarı olan ve birikimine saygı duyduğum İlhan Akalın Ağabey?e vermiş ve ?Siz bu öyküyü nasıl bitirirsiniz?? diye sormuştum. Gazeteci ve şair Attila Aşut’un da bulunduğu bir ortamda İlhan Ağabey?in yanıtını değerlendirdik. O, ?Gazel, telefonda annesinin sesini duyunca kaybettiği hafızası yerine gelir ve ailesine dönmeye karar verir.? biçiminde bitireceğini söylediğinde Atilla Ağabey, ?Yahu İlhan, çok Yeşilçam filmi izlemişsin!? deyiverdi ve herkes gülmekten kırıla gitti.
Evet, bir yazarın kitabına dair fazla konuşmaması gerektiğinin farkındayım. Bundan sonrası sizlerin beğenisine, eleştirisine kalsın.
Çukurova Sanat Günleri’ni düzenleyen, emeği geçen arkadaşlara teşekkür ediyorum. Bölgemizin sanat kozasını ören Adonis yaprağını her daim yeşillendirmenin kavgasını veren tüm sanatçıları selamlıyorum.
?Salkım Saçak Keldağ?la buluşanlara bin kez gönül dolusu sevgiler.
Müslüm Kabadayı
Not: 22-23 Mart 2013 Adana ve Antakya?daki imza-söyleşi etkinliğinde yaptığım konuşmanın metnidir.