Salpa – Yılmaz Güney ‘Arayışını inatla sürdüren bir delikanlı’

Yılmaz Güney’in ?Selimiye Üçlüsü? olarak adlandırılan “Sanık” ve “Hücrem” romanlarıyla birlikte “Salpa” da 1971-1973 tarihleri arasında yazılıp 1975’te art arda yayımlanmıştır. Yılmaz Güney’in deyişiyle; Salpa’nın kahramanı Mehmet Salpa, hayatın daraldığını hissedip taşradan İstanbul’a kaçan, umduğunu bulamayan, yoksulluğunu anlamlandıramayan; ama arayışını inatla sürdüren bir delikanlı.”
Feridun Andaç, ?Salpa? için şu değerlendirmeyi yapar: ?Yılmaz Güney, bu ürünleriyle, yazın yaşamına yeniden dönerken, bir anlamda, sanatçı konumunun bilincine varışının da hesaplaşmasını yapar, bu bakış açısının ilk örneklerini verir. Bu hesaplaşmanın öyküsü olan ?Salpa?da, geldiği büyük kentte tutunamayan birinin değişme sancıları öncesindeki hesaplaşma ?an?ı, güvensizlik, korku, tedirginlik ağındaki yaşamında onu sürükleyen bir sorgulayışa, arayışa iter. Sınıfsal, toplumsal bilincin uyanışıyla, özgür olabilme bilincinin oluşumu da işte bu aşamadan sonra oluşur.?
“Bir yanda, dünyaya gözünü açtığı andan bu yana algıladığı, öğrendiği, öğrettikleri, edindiği kişisel, toplumsal alışkanlıklar pislikler, inançlar… tavır davranış, konuşma biçimi, düşünce biçim haline gelmiş yönetici ölçüler, üzülmeden sinmeye… ürkekliğe… ürkeklikten ataklığa dek, bin bir kılığa giren korkuları, saygı, sevgi, iyilik, kötülük, mertlik, dürüstlük, gelenek, görenek, töre, gizli açık bir yığın güç… kurum… kişiliğinin dokusunu oluşturan bir yığın renk, olay, ses… Öte yanda, taa çocukluğundan bu yana, bu ana biriken toplumsallığın zorunlu ürüne tepki… Bilinç içinde oluşan karşı bilinci… gelişen, artık karşı konulamayan, kendi sınırlarını zorlayan, sınırlarıyla uzlaşamayan insanca yaşama mayası… Karşı bilinç ve onun payına düşen bilinç altı, sağlıklı bedensel tepki… Salpa, sağduyusuyla da, gelişen bu zorunlu güçlerin yanında yerini alıyordu.” Tanıtım Yazısı

Kendi Sözleriyle Yılmaz Güney’in Hayatı

Bir sanatçı olarak “Yılmaz Güney” diye bilinirim. Asıl adım Yılmaz Pütündür. Adım, zorluklar karşısında eğilmez, umutsuzluğa kapılmaz, yılgınlığa düşmez ve başeğmez anlamına gelir; soyadım Pütün ise bir dağ meyvesinin kırılmaz çekirdeği demektir. 1937 yılında, Türkiyede, bir güney şehri olan Adananın Yenice köyünde doğdum. Kürt asıllı, topraksız bir köylü ailenin iki çocuğundan biriyim. Annem dindardı ve okuma yazma bilmezdi. Hâlâ sağ… Babam ise okuma yazmayı askerde öğrenmişti. Annem gibi o da hiç okula gitmemişti. 1976da ben Kayseri Cezaevindeyken öldü. Mezarını göremedim…
Dokuz yaşımdan bu yana hayatımı çalışarak kazandım. İlk işim dana gütmekti. Liseyi Adanada bitirdim. O yıllar Doruk adında bir sanat dergisi çıkardım. Sanata meraklıydım ve hikayeler yazıyordum. 1955te bir hikayemden ötürü takibata uğradım. Hakkımda dava açıldı.
1957 yılında İstanbula, İktisat Fakültesinde öğrenim görme hayalleriyle geldim. Fakat devam edemedim. 1955ten beri süren takibat ve mahkeme sonuçlanmıştı ve ben başlangıçta yedi buçuk yıl ağır hapis ve iki buçuk yıl sürgün cezasına çarptırıldım. Daha sonra temyiz mahkemesi kararı bozdu, yeniden görülen mahkeme sonucu cezam bir buçuk yıl ağır hapis ve altı ay sürgün cezasına çevrildi. Öğrenimim yarım kalmıştı. Önümdeki tek yol, kendimi hayatın okulunda, hayatın kabul ettiği ve dayattığı öğretmenler aracılığı ile eğitmekti. Öyle yaptım…
Kitaplar, sinema, iş, cezaevi, acımasızlık, hayatın katı kuralları, toplumsal baskılar, kahpelikler, yiğitler… Karşılaştığım zorlukları yenmek için direnmek ve kararlılık… Öğretmenlerimden biri zordur…
1961 Mayısında cezaeviyle tanıştım. 1962 Aralığında cezam bitti. Muhafazakarlığıyla ünlü Konya şehrine sürgüne gönderildim. Konya sınırlarından çıkamazdım. Her akşam polise imza vermeliydim. En çok imzayı polis defterine attım. 180 defa… 1968de askere gittim. 1970 Nisanında döndüm. Hayatımdan çalınan iki yıl…
1971 Mayısında on binlerce aydın, sanatçı, yazar gibi ben de gözaltına alındım. Hakkımda hiçbir delil yoktu. Sadece kuşku. Bir hafta gözaltında tutulduktan sonra serbest bırakıldım; resmi olmayan bir emirle, sözlü bir emirle ve tehditle Nevşehire üç aylığına yine sürgün edildim. Bu kez polise imzaya gitmiyordum, polis beni dıştan kolluyordu. 1972de, Martın 16sında, devrimcilere yardım gerekçesiyle tutuklandım. Mahkeme sonucu 10 yıl ağır hapis ve sürgün cezasına çarptırıldım. Ecevit hükümetinin 1974 genel affıyla serbest bırakıldım. Bugün ise Ecevit cezaevindedir. 1974 Eylülünde, bir cinayet olayına adım karıştı ve 19 yıla mahkum edildim.
Cezaevindeyken Güney adlı bir kültür-sanat dergisi çıkardım. Onüç sayı sonra sıkıyönetimin yeniden gelmesi üzerine, dergimiz kapatıldı ve hakkımda yazılarımdan ötürü on ayrı dava açıldı. Suçum, komünizm propagandası yapmak, milli duyguları zayıflatmak, halkı suç işlemeye teşvik etmek, suç sayılan fiileri övmek ve devletin içte ve dışta itibarını sarsmak… İstenen ceza toplamı yaklaşık 100 yıl… 1981 Ekiminde, izinli çıktığım Isparta yarı-açık cezaevine dönmedim. Sonra da yurt dışına çıktım. 1981 Ekimine kadar, yaklaşık oniki yılımı çeşitli cezaevlerinde geçirdim. Bu oniki yıl içinde, ikisi yarı-açık olmak üzere onbeş cezaevi tanıdım Ülkemden ayrıldıktan sonra ilk aylarda üç davanın sonuçlandığını, sonuçta, toplam 20 yıl ağır hapis, 7 yıla yakın da sürgün cezası aldığımı öğrendim… Öbür davalarım devam etmekte; ancak henüz hangileri sonuçlandı, ne kadar daha ceza aldım, bilmiyorum… Yılmaz Güney

Yılmaz Güney’in Hayatı

Sinema yönetmeni, oyuncu ve yazar. Türkiye sinemasında bir dönüm noktası oluşturmuş, genç kuşak yönetmenlerine öncülük etmiş uluslararası düzeyde ün kazanmıştır.Yılmaz Güney, 1 Nisan 1937’de Adana’nın Yenice köyünde doğdu. Asıl adı Yılmaz Pütündür. Bir işçi ailesinin yedi çocuğundan biriydi. İlk ve orta öğrenimini Adana’da tamamladı. Bu yıllarda pamuk işçiliğinden gazoz ve simit satıcılığına kadar çeşitli işlerde çalıştı. And Film ve Kemal Film şirketlerinin bölge temsilciliklerinde film dağıtıcılığı yaptı. Gene bu dönemde edebiyatla ilgilenmeye ve öyküler yazmaya başladı.

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde sürdürdüğü yüksek öğrenimi sırasında yönetmen Atıf Yılmazla tanıştı; onun yardım ve desteğiyle sinema çalışmalarına başladı. Aynı zamanda Atıf Yılmaz’ın asistanlığını üstlendi.

1956 yılında Onüç dergisinde yayınlanan Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri adlı öyküsünde “komünizm propagandası yaptığı” gerekçesiyle yargılandı, 1961 yılında 18 ay hapis ve 8 ay Konyaya sürgün cezasına çarptırıldı.

İlk kez hapse giren Yılmaz Güney, hayatının muhakemesini yapar, kendini yeniler ve düşünsel yapısını geliştirir. Kendisine bir misyon biçer, bunu nasıl gerçekleştireceğinin hesaplarını yapar.

1963 yılında yeniden sinemaya dönerek, küçük şirketlerin aceleye getirilmiş, sıradan serüven filmlerinde rol aldı. Zaman zaman bu filmlerin senaryo yazımından çekimine kadar tüm aşamalarına katıldı. Kabadayılık ve kavganın ağırlıkta olduğu bu filmlerde canlandırdığı ezilen, itilen, ama yazgısını kabul etmeyen; baskı ve kötülüğe karşı tek başına direnip mücadele eden Dürüst Anadolu Çocuğu tipiyle büyük ün kazandı. Özellikle, bu tiplerle kolayca özdeşleşen Anadolu izleyicisi tarafından çok tutuldu ve aranan bir aktör olarak kendini kabul ettirdi.

Filmlerinden birinin de adı olan “Çirkin Kral” adıyla anılmaya başladığı bu dönemde, öyküsû kendisine ait olan, Lütfü Akad’ın Hudutların Kanunu filmindeki sade, abartısız oyunuyla Türkiye sinemasında yeni bir oyuncu tipini yarattı. Umulmadık ölçüde gelişen “Çirkin Kral” efsanesi, olumlu tiplerin “güzel ve “yakışıklı oyunculara, olumsuz ve kötü tiplerin de “çirkin oyunculara oynatıldığı Yeşilçam sistemini sarsıyor; Yılmaz Güneyle birlikte inandırıcı bir tiplemenin yanı sıra, yapmacıksız, doğal oyuncuIuk tarzı gelişiyordu.

Bu dönemde çektiği “Umut”, Yılmaz Güney sinemasında “bir dönemi kapayıp yepyeni bir dönem açarken” aynı zamanda Türk sinema tarihinin de baş yapıtları arasında yer aldı. Türkiye’nin 12 Mart askeri darbesini yaşadığı 1972 yılında siyasal olaylara karıştığı gerekçesiyle tutuklandı ve iki yılı aşan bir tutukluluk döneminin ardından 1974’te, gene büyük bir ilgiyle karşılanan “Arkadaş”ı çekti. Aynı yıl Adana’da “Endişe” filmini çekerken, karıştığı bir olay sırasında, bir yargıcı vurarak öldürmesi üzerine 19 yıl hapis cezasına mahkûm oldu.

Cezaevindeyken sinemayla olan ilişkisini, ince ayrıntılarına kadar yazıp oluşturduğu senaryolarla sürdürdü. Bunlardan, Zeki Ökten tarafından yönetilen “Sürü”, yurt içinde ve dışında çok sayıda ödül kazandı. Düşman yine Zeki Ökten tarafından, Yol ise Şerif Gören tarafından çekildi.

Hapiste sürdürdüğü mücadelesi ve yazdığı yazılar nedeniyle hakkındaki cezalar 100 yıllık bir süreyi bulunca cezaevinden kaçan Yılmaz Güney, gizlice yurt dışına çıktı ve Parise yerleşti. Kurgusunu yeniden gerçekleştirdiği Yol, 1982 Cannes Film Şenliği Büyük Ödülünü Costa Gavrasın Missing (Kayıp) adlı filmiyle paylaştı. Yurda dönme çağrısına uymayınca 1983te vatandaşlıktan çıkartıldı. Aynı yıl Fransada Le mur (Duvar) adlı son filmini.

Türkiye Siemasında Kırılması Zor Bir Rekor
Yılmaz Güney 104 Filmde başrol oynadı. 24 filmi kendi yönetti. 50 filmin senaryosunu yazdı, 6 filmin senaryosuna yardım etti. Tüm bunları topladığımız zaman Yılmaz Güney’in emeği geçtiği toplam 111 film bulunmaktadır.Yılmaz Güney, Türk sinemasına 1958-1983 arasında çeyrek yüzyıl katkıda bulunmuştur.

Onun Hakkında Ne Dediler?
Onat Kutlar “Adananın Yenice kasabasından tozlu ayakkabıları, uzun bacakları, bir yana eğilmiş hem gülümseyen, hem hırçın, hem isyancı yüzü ile çıkıp uzun, çetin, yer yer acılar ve kanlı anılar, yer yer zafer çelenkleri ile dolu yollardan geçerek taa Paris’e ulaşan ve orada serüvenini noktalayan Yılmaz Güney’in yaşamı, onurlu bir direncin tarihidir.”

Elia Kazan “Tanımadığım ama hayran olduğum bir sanatçı”

Emir Kusturica ” Çok önemli bir sinema adamıydı Güney. Son 20 yılın Tarkovski ile birlikte en önemli sinemacısı.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir