Giriniz efendim, çekinmeyin. Uzundur bekliyordum. En ağırlayan yerlerimizi size ayırdım. Gelişinize engel olmasın diye bütün kapı kilitlerini gazoz kapakları arasına koydum, neme lazım? Şenlik yerinde yaşıyorum şimdi, duvar köşelerinden saklambaç oynayan çocuklar çıkıyor. Yalnız kedilerle halimiz fena. Otoriteyi ortada unutmuşum, holdeki eski halının üzerinde, onu çaldılar. Çok eminler. Kuyruk hareketlerinden anlıyorum. Hep dik? Hep dik? Bunların karşısında aklımı yere düşürecek gibi oluyorum. Dönüp en bildiklerime başlıyorum; bir çay demliyorum, bir kitap çekiyorum raftan. Böyle iyi, gözlerim iyi, akıllı uslu, laf dinliyor da aklım gidiyor izinsiz. Kalkıp peşinden balkondan sarkıyorum. Arkamdaki kedilerin hükmü geliyor:
Kediler öngördü!
Sanık ?AdınıSokağaFırlatan? otobüste, okulda, bakkalda, manavda, girdiği kapalı ve kapılı ortamlarda kamu yararına sunulan ?yaşantıyı? sorguya çektiğinden ve dahi istediğine istediği kadar dağıtmaya çalıştığından; mağdurların şikâyetine mukabil, kapısı olan ortamlardan azat ve adının peşi sıra koşturma yaptırımları ile cezalandırılmıştır.
Kediler ve diğerleriyle sokakta hesaplaşmak üzere davayı sonlandırıyorum.
Suçlu ellerime bakıyorum. Etimin beş uç noktası? Döndürüyorum uçları kendime. Sıkıyorum, sıkıyorum. Gücümün son raddesi! Harikasın yine gafletin ortasına atıyorsun beni. Parmaklarım yok olmadı. Cezamı yine de vermesini bilirim ben.
Gözlerimin devinimini sevmiyorum bazen. Dursunlar öyle bir noktanın üstünde. Anlamlar çıkmasın, uğraşamam. Bir de anlamlarla uğraşamam. Şimdi de kapının üstüne kondular. Kapı? Kapılar yasaktı sahi. Sigara paketinin de geçmişin salıncağındaki bu odadan çıkmasına izin veriyorum. Kütlem ağır, beni anca balkon tartar, düşünceler iliklerime kadar birikti. Şimdi diyorum ?oturup sakin sakin çözüp atacağım bunları?. Serbest bırakıyorum kendimi. Bir nefes normal? Bir sigara nefesi?
Lacivert karanlığa rağmen her şeyi görebiliyorum. Böyle esrikler için aydınlatıyor gece kendini. Önümde üç apartman iki gecekonduyla, yarı karanlık insan kümeleri ve sabahtan kalma sek sek çizgileriyle uyanmayı bekleyen bir sokak. Çizgilerin üzerinde çöp poşetleri? Canım sıkılıyor buna. Sarkarak demirlerden bağırıyorum. ?Gelin kaldırın abiler! Yarın reçelli ekmeklerini yiyip oyun oynayacak çocuklar burada ? Derken arkamda birikiyor hükümcüler.
Sen buradasın biraz da ondan güçlüyüm, cesurluğum bundan. Hem fena şeyler de yapmıyoruz hani. Gökyüzüne hükmedip, çöplerin ısrarcı miskinliğine çomak sokuyoruz. Sek seke ne dersin? Her zıplayışında yeri hissedersin. Ayaklarına çarpan zemin varoluşunu kanıtlar her seferinde. Boşluk hissini söküp atarsın içinden. Yaşam da kayıp gitmez ayakuçlarından.
Lacivert gökyüzü eflatuna dönüyor yavaş yavaş. Elindeki boya kutusunu gökyüzüne dökmüş gibi seviniyorsun sen. Ben de memnunum. Fakat önümdeki gecekondunun duvarları birilerinin rahatsız bakışlarıyla çatlıyor. Şarap severler cemiyetinin iki kadim üyesinin? Ciğerleri parçalanırcasına küfrediyorlar gökyüzüne, son yudumlarla birlikte geldiği için. Şimdi biz de katılsak onlara şu göğü ikiye bölebilir miyiz?
Ankara gri sabahlığını geçiriyor üzerine usul usul. Küflü evlerinden koşar adım sokağa fırlıyor Siteler işçileri. Gün ne kadar hızlı kovalanırsa o kadar çabuk geliyor babaların kuru bir ekmeği bölüştürme marifeti. Bu kentte daha mesai başlamadan çöküyor insanların omuzları. Sıska ve çelimsiz vücutlarına ait yüzleri yere dönük, birazdan içine girecekleri hengâmeyi düşünerek eziliyorlar. Ahmet Usta da göründü aralarında. Açık ki, çırağı ölçüyü yanlış aldı diye azarlayacak birazdan. Şimdi sen gitsen Ahmet Usta?nın yolunu yuvarlasan. Hep kendine dönse. Çırağı kotarabilir mi tek başına işleri? Ya da desen ki; bu sırtında görünmez çuvallar taşıyan adamlara: Gökyüzü artık sizin cebiniz; elleriniz bulutları kovalayacak. O vakit bu taştan kent renk değiştirir mi?
Beni gördün. En sevdiklerim hüküm verdiğinde bile gördün. Vazgeçmiyorum. Hem şimdi biz, ikimiz bir gece ile sabahın sıkıştığı vakitte seyre daldık ya, artık boş tuvalinde fırçasıyla gezinen bir ressam rahatlığıyla sokağa fırlasak. Ankara?ya ödünç vermek üzere portmantodan eteklerimize biraz bahar? Kuşların kursaklarına takılan seslerini çalsak elektrik tellerinden? Trenle Sincan İstasyonunu kovalayıp bir söylence akıtsak gözlerden… Gök yarılsa bir de tanrılar yere düşse?
Büyür müsün bu kadar oyundan sonra?
Ezgi Gençtürk
2010/Ankara