Altmışımdan sonra edindiğim bir yazlığım var şimdi Burhaniye?nin İskele mahallesinde.
Çok seviyorum buraları. Kaz dağlarından beri esen, bitip tükenmeyen rüzgârını, halısaha denizini, zeytine kesmiş yamaçlarını, fıstıkçamlarını, yaylalarını, koylarını, adım başı gürül gürül akan soğuk sularını.
Bursa-Balıkesir arası yer yer tekdüze bir görünüme bürünse de her bahar zevkle direksiyon salladığım, bakmaya doyamadığım bir yolculuk oluyor. Hele de Balıkesir?e girmek üzereyken sağımızda yer alan çam ağaçlarıyla bezenmiş yamacı, Değirmen Boğazı mevkiini.
Aradan geçen 45 yıla rağmen o bükün, Değirmen Boğazı mevkiinin güzelliğini unutamamışımdır. Her geçişimde anımsarım o ilk gelişimi.
*
Yıl 1969, mevsimlerden ilkbahar.
Batıya doğru hızla yol alan otobüsün ortalarında; başını cama dayamış, içi içine sığmayan, yerin göğün yeşile kestiği doğa güzellikleriyle uçarı duygular yaşayan bir delikanlı. Pencereden gördüklerinin ona yetmediği kesin. Bir şahin olmak, bu yeşillikler üstünde süzülmek, keskin gözleriyle en ince ayrıntıları fark etmek, yüreğine doldurmak isteyen bir kıraç bölge çocuğu. Sanki yaşanmışlıkları değiştirebilecek bir güce sahipmiş gibi çocukluğunun ve ilk gençliğinin neden buralarda değil de Ortaanadolu?nun bozkırlarında, yeşile hasret yaşadığını sorguluyor.
Yüreğini kabartan, coşturan bir soylu nedeni daha var onun. Yedek de olsa, subay olma şansını yakalamanın gururunu yaşıyor haftalardır. Balıkesir?de konuşlandığını bildiği, Ordu donatım Yedek Subay Okuluna gidiyor çünkü. Sık sık manzaradan kopmasını, askeri birliğe ilk girişinde yaşayacağı coşkuya, subay elbisesiyle ilk donanışını düşlemesine bağlıyor. Yol boyunca gördüğü doğal güzelliklerin en çarpıcısını en görkemlisini, Balıkesir?e 10-15km kala görüyor ve çarpılıyor. Kusursuz gövdeleriyle, genç çam ağaçlarının yeşili, tüm varlığını dolduruyor yedek subay adayının. Bu eşsiz doğa parçasının Değirmen Boğazı diye anılan mesire yeri çevresi olduğunu daha sonra öğrenecektir delikanlınız.
Çocukluğu Anadolu?nun kıraç topraklarında, sönük, yoksul, kırık dökük köylerinde geçse de yüksek öğrenimini tamamladığı, son altı yılını geçirdiği, ülkenin göz bebeği, Cumhuriyetin başkentinden geliyor ne de olsa. Adı ve anlamı büyük bir kentten gelmesine rağmen Balıkesir olumlu izler bırakıyor zihninde. Cumhuriyet Meydanı?nı, ilk Kuvayı Milliye toplantısına ev sahipliği yapma onuruna sahip Alaca Mescit?i, 1450?li yıllardan gülümseyen Zağnos Paşa Camisi?ni, Atatürk Anıtı?nı, önünde; yüz yıllık çınar, meşe, çam ve çitlembik ağaçlarıyla bir ormanı andıran Atatürk Parkı?nı unutamayacaktır bir daha. Kentin geniş sokakları, insanlarının rahat, sıcak davranışları bir gariplik yaşamasını önlüyor, kendini evinde hissetmesine neden oluyor. Daha sonra, birliğine katılıp yıllardır görüşmediği ortaokuldan, liseden emsalleriyle karşılaşması büyük mutluluklar yaşatıyor ona.
Sarmaş dolaş oluyor bu Peygamber Ocağı?nda arkadaşlarıyla.
Dostlukların, arkadaşlıkların yenilendiği yer, Balıkesir.
*
Yoğun eğitimle geçen ilk yirmi günün ardından kente çıkma hakkı kazanıyoruz.
Bırakılır bırakılmaz ok gibi fırlıyor, Balıkesir?in sokaklarında alıyoruz soluğu.
Geldiğimiz gün yol yordam bilen ağabeylerin yönlendirmesiyle, on-on beş kişilik kümeler halinde kiraladığımız soyunma odaları ilk uğrak yerlerimiz oluyor.
Gururla, coşkuyla dolu yüreklerimiz, giyiniyor çıkıyoruz sokaklara.
Bandırma, Akçay-Ören, Altınoluk, Ayvalık o hafta sonlarında ilk kez görüp hayran kaldığımız kıyılar. Yalnız askerlik öğrenmiyoruz, kültürümüzü-görgümüzü de geliştirme olanağı buluyoruz buralarda.
Bu çıkışlardan birinde, üç beş arkadaş saatlerce süren sokak taramalarımız sonunda yoruluyor, Atatürk Parkı?na zor atıyoruz kendimizi. Doğal olarak dikkatlerimiz; parkları caddeleri dolduran, renkli giysileri içinde salınarak yürüyen, bakımlı, biraz da hınzır bakışlı karşı cinlerde odaklanıyor. Önceki devrelerden Balıkesir?in güzelleriyle ilgili kıymetli bilgiler edinmişiz. Aileleriyle birlikte dolaşan kızlar güler yüzlü, sıcak tavırlar içinde olsa da fazla sokulamıyor, uzaktan izliyoruz gözümüze kestirdiklerimizi. Bize anlatılanlara göre, ava giderken avlanan yedek subay adaylarının sayısı hayli kabarık. Nasıl ki bizler gönül eğlendirmek peşindeysek, Balıkesir?in güzelleri de ciddi niyetlerle, kendi gelenekleri doğrultusunda yedek subay ayartmak için tüm donanımlarını, hünerlerini sergilemekten çekinmiyorlar.
İşte bu karşılıklı niyetlerin uçuştuğu güzel piknik ortamında uzunca boylu, esmer güzeli bir kızın bakışlarıyla buluşuyor benimkiler. Aramızdaki uzaklık sekiz-on metreden fazla değil. Kızın doğrudan gözlerime bakması, üstelik gülümseyerek bakması bardağı taşırıyor. Esmer, bakmakla da yetinmiyor annesine, kardeşlerine gösteriyor beni. Tüm ailenin gözleri üstümde. Ne yapacağımı, nasıl davranacağımı şaşırıyorum.
Arkadaşlardan yardım bekliyorum ama hepsi tepkili ve şaşkın. Neden onlardan birine değil de bana bakıyor bu kız?
Esmer güzelinin durmaya niyeti yok, yemli at gibi tepiniyor adeta. Gözleriyle bana gel ediyor. Yakınında bir ağacın dibi gösterdiği yer.
Aramızda kısa bir durum değerlendirmesi yapıp kalkıyorum yerimden. Gösterilen ağaca doğru yürüyorum. Düşünüyorum bir yandan da? Bu adımlar hayatımın dönüm noktasına taşıyabilir beni. Dipsiz çukurlara da cennet bahçelerine de varabilir yolun sonu.
*
Gösterilen yere giderken her yanım titriyor, terliyorum. Kız duraksamadan sarılıp öpüyor yanaklarımdan, ben de onu.
Uyku halinde miyim, Düş mü görüyorum, neler oluyor böyle büyük Allahım?
O kısacık an da kızın kara gözlerinde bir tereddüt gördüğümü, içimin cız ettiğini hâlâ hatırlarım. Gözlerime yakından bakan çılgın esmer, benim ?O? olmadığımı ancak anlayabiliyor. Hızla uzaklaşıyor yanımdan. Ailesi ayaklanıyor, büyük şaşkınlık yaşıyorlar, halleri benden beter de denilebilir.
Bizim taraf da ayakta. Gülsünler mi ağlasınlar mı bilemiyorlar. ?Ne oldu??, diye bana soruyorlar. Sanki ben çok şey biliyormuşum gibi.
*
Kızın annesi yanımıza geliyor süklüm püklüm. Özür diliyor bizden.
Esmer güzeli; kısa bir süre yüz yüze görüşebildiği?, söz kesmenin ardından zorunlu olarak İstanbul?a çalışmaya giden yavuklusuna benzetmiş beni.
Ne kadar üzüldüğümü anlatamam.
Şansla hüznün kardeş olduğunu bilmiyordum o zamanlar.

Celal İlhan

1 Comment

  1. “Şans ayağıma geldi” derler ya, bu sözle vurgulanmak istenen olayın ta kendisi, sevdalı bir anı…

    “TEZ GEÇSE DE HER SEVGİDE BİN HATIRA VARDIR,
    “SEVDA DENİLEN ŞEY, YAŞAYAN HATIRALARDIR.”

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Previous Story

Gazeteler Zararlıdır – Zafer Köse

Next Story

İnsanın Evrimi – Okan Yolcu

Latest from Öyküler

Tutku – YUSUF ATILGAN

Sağ ayağım izmaritin yanına gelince durdum. Yanıma yöreme baktım. Halkçıların kahvesi önünde Sabri Kâhya ile Yakacı oturmuş konuşuyorlar. Gözleri pek farketmez. Mayıs sıcağı. Köyde

Saatların Tıkırtısı – Yusuf Atılgan

Tabelâcı dükkânının önünde yaş yaş, kurusunlar diye duvara dayanmış iki levha vardı. Baktım birinde “Saatçı A. Yayladan” yazılı. İçimi bir hüzün bürüdü. Karşıda saatçınındı
Sait Faik Abasıyanık

Semaver – Sait Faik Abasıyanık

SEMAVER – Sabah ezanı okundu. Kalk yavrum, işe geç kalacaksın. Ali nihayet iş bulmuştu. Bir haftadır fabrikaya gidiyordu. Anası memnundu. Namazını kılmış, duasını yapmıştı.
Sait Faik Abasıyanık

Sait Faik Abasıyanık Hikayeleri

Karanfiller ve Domates Suyu ,Son Kuşlar ,Sokaktan Geçen Kadın ,Sivri Ada Geceleri ,Sinağrit Baba ,Semaver ,Meserret Oteli ,Lüzumsuz Adam ,İpek Mendil ,Hallaç ,Güğüm ,Dülger
MARK TWAIN

MARK TWAIN: 1.000.000 STERLİNLİK BANKNOT

1.000.000 STERLİNLİK BANKNOT[11] Yirmi yedi yaşımdayken San Francisco’da bir madencilik şirketinde komisyonculuk yapıyordum, hisse senedi trafiğinin bütün inceliklerinde uzman olmuştum. Dünyada yapayalnızdım, zekâmdan ve
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ