Kapitalizmin yarattığı sıkışmayı, işsiz kalmaya mahkum bir çömlekçi üzerinden anlatan Mağara, sistemin çıkışsızlığına dair önemli bir anlatı.

Nobel edebiyat ödülünün güçlü adayları arasında gösterilen bir yazar “opus mangum”u sayılabilecek kitabını yazarken ne kadar acı çektiğini anlatan röportajlar vermişti bir iki yıl önce. Kitaptan ne kadar nefret ettiğinden, nasıl zor bir süreç yaşadığından filan bahsediyordu bu röportajlardan birinde. Üretim sürecinin sancılarından değil üretim nesnesine duyulan nefretten bahseden bu röportajı okuduktan sonra yazarın kitabını okuyamamıştım. Ürettiği eserle basit bir sevgi ilişkisi bile kuramayan, şayet kurduysa bile bunu dışarıya yansıtmamak için nefret hikayeleri anlatan bir yazarı okuyarak kendime işkence yapmamam gerektiğini düşünmüştüm.

Bu neden önemli? Bunun önemini José Saramago’yu okurken anlayabiliyorsunuz. Kitabın her satırında yazarın onu ne kadar sevdiğini; yüzündeki hınzır gülümsemeyi hiç kaybetmeden yazdığını, hatta zaman zaman kahkahalara boğulduğunu hissedebiliyorsunuz. Saramago kitaplarının güzelliği de bu olsa gerek, edebiyat açısından çok klasik sayılamayacak yabancılaştırma efektleriyle süslenmiş anlatılarında yazar, çeşitli dolayımlar kurarak anlatılması mümkün olmayan şeyleri sezdirmeye, hissettirmeye çalışıyor. Dahası bunu çok başarılı bir şekilde yapıyor.

Bunu biraz açmak iyi olabilir. Örneğin, madende selin altında kalan oğlunun ardından “Gitti mi benim oğlan şimdi?” diyen babanın, muhabirin anlamsız açıklamaları karşısındaki buyurgan ama yenik “Saklama!” cevabını hangi yazın eksiksiz anlatabilir. Avurtları çökmüş, doğasında sertlik olan, kızacaksa da sevdiklerine kızmak zorunda olan bu insanları nasıl anlatabilirsiniz ki yazıyla. O görüntü karşısında yazının kifayetsiz kalacağını, her zaman biraz eksik kalmak zorunda olduğunu, güçsüzlüğünü hissetmemek mümkün mü?

Şüphesiz bir çok edebiyat eseri bu engeli farklı yollarla aşmaya çalıştı ve aralarında başarılı olanlar da oldu. Saramago’nun da özgün bir şekilde bu başarılı yazarlardan birisi olduğunu söylemek gerekir. Aslında yazarın yaptığı, sorunu aşmak değil buradaki eksikliği ikame etmek olarak yorumlanabilir.

Ülkesinin en önemli yazarlarından birisinin de iddia ettiği gibi “tarlalar, tasvirlerde daha yeşil” görünebilir mi? Bunun bir yolu var mı? Saramago’nun dolaylı anlatımı, yukarıda bahsedilen engeli aşma yolundaki önemli bir denemedir ve mutlaka başarılı sayılması gerekir. İnsanın varoluş biçimlerine dair, onları izlerken bizim durumlarımıza dair, bilme halimize dair, dahası nasıl hissettiğimize dair birçok önemli tespiti; bizimle tartışır gibi, bazen dalga geçer bazen de dertleşir gibi düğüm düğüm önümüze seren Saramago’nun kitaplarında anlatının kendisi bir haz nesnesidir. Hem okuyan hem de yazan için.

Bu nedenle Saramago’nun kitaplarını okurken tek bir izlek üzerinden okumak, sadece olay örgüsüne ya da tek bir olay örgüsüne bağlanıp kalmak mümkün değil. Bu durum belki de tüm iyi edebiyat eserlerinin -daha genel söylemek gerekirse tüm sanat eserlerinin- ortak özelliği.

Uzunca bir süredir baskısı tükenmiş olan ve geçtiğimiz günlerde yeni baskısı yapılan -bu sayede yazımıza konu olan- Mağara’da da en az üç farklı izlek takip edersiniz.

Bunlardan ilki, gelmemesi istenen bir kaybediş momentinin gölgesidir. Kapitalizmin pazar mantığı ve sürekli yeniyi kovalayan tüketim hırsı karşısında bir çömlekçinin muhtemel yenilgisi böyle bir süreçtir. Saramago bu süreçte kavga etmeyen, başkaldırmayan ama yenilme şansı olmadığı için, yaşamaktan başka çaresi olmadığı için direnen, yeni yollar bulan bir çömlekçiyi ve onun kente, “Merkez”e entegre olmaya başlayan ailesini anlatır.


Bir diğer izlek, geleceğini herkesin bildiği ama biçimi bilinmediği için merak nesnesini içinde taşıyan sondur. Kitabın adından da anlaşılacağı gibi Mağara’da, Platon’un mağara alegorisine bir gönderme söz konusu. Bunun nerede, nasıl açığa çıkacağı; sadece bir soyutlama olarak mı görünür olacağı yoksa Saramago’nun bilindik oyunlarıyla mı sahneye fırlayacağını kitabın son bölümüne kadar merakla bekliyorsunuz. Saramago’nun kitaplarının içerdikleri bu merak öğesi, -altta yatan yoğun anlatısına rağmen- onların, sinemaya uyarlanmaları için yapımcıları heyecanlandıran bir unsur gibi görünüyor. Bu nedenle olsa gerek şimdiye kadar Saramago’nun iki romanı sinemaya uyarlandı.

Sonuncusu izlek ise dil oyunları ile zenginleşen, kendi içine referanslar veren ve sürekli üstüne yeni tuğlalarla yükselen zengin anlatının akışıdır. Yani olay örgüsünden bağımsız bir şekilde sürdüğü izlenimi veren o güçlü felsefi tartışma. Bu tartışmada da bir devamlılık olduğunu, sadece eklektik tespitlerle değil, birbiri ardına gelen ve ilişkili bir şekilde süren, anlatıyla paralel seyrederek derinleşen kendine has bir yapı olduğunu vurgulamakta fayda var.

Mağara, kapitalizmin güncel görünümünün nasıl bir yalıtılmışlık sunduğunu, intihar etmek için bile camların açılamadığı, gökyüzüne bakmanın bile çok zor olduğu “Merkez”in aslında mağara ile aynı olduğunu, kentleri kuşak kuşak biçimlendiren kapitalizmin nasıl bir cinayet işlediğini, insanların kentle birlikte dönüşen zevklerini, güvenlik ve gelecek beklentilerinin nasıl şekillendirildiğini tartışan bilindik bir Saramago eseri. Onu özgün kılansa sistemin çıkışsızlığını çok daha doğrudan göstermesi ve sistemin yönelimleriyle insanın ihtiyacı ve varoluşu arasındaki açıyı bir tartışma nesnesi haline dönüştürmesi.

İlkelliğin simgesi gibi görünen mağaraya yerleştirilen Platon’un insanları ile kapitalizmin simgelerine dönüşen alışveriş merkezlerinin insanları artık aynı durumu anlatmaktadırlar. Bu aynılığı çarpıcı bir şekilde gözler önüne seren Mağara, yukarıda sayılanların yanı sıra sadece bunun için bile okunması gereken bir eser.

Osman Güven
http://ilerihaber.org/, 04-11-2014

KÜNYE: José Saramago, Mağara, 300 s. Çev: Sıla Okur Ekim 2014, İstanbul Kırmızı Kedi Yayınevi

Previous Story

Özgür Demir’den düş üstü ezgiler – Ömer Turan

Next Story

Bir Beethoven’in biyografisi…

Latest from Jose Saramago

Saramago Okurları Yaşıyor – Zafer Köse

Olay örgüsü gelişirken Saramago ölüyor; bir roman kahramanı değil, bu kez yazar ölüyor. Kurgunun bir parçasına dönüşüyor bu ölüm. Toplantıda, yolculukta, komşulukta… Türlü ortamlardaki
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ