1964?te atalarının kemiklerinin bulunduğu Bitlis?i ziyaret etmek üzere Türkiye?ye geldi. Niyeti, ailesinin yaşadığı evi onarıp orada yaşamak ve ölmekti. Fakat o yılların Bitlis?i ile hayalindeki yer çok farklıydı. Artık tek bir Ermeni dahi kalmamıştı.

Genç yaşta kaybettiği babasından geriye altı sandalye kalmıştı. Bu altı sandalye, o günlerde henüz üç yaşındaki William Saroyan?ın hayatının altı dönüm noktası için altı farklı durak oldu. Amerikan edebiyatının; realist ve alegorik unsurları buluşturan, kendi deyişiyle gürültücü, coşkulu, dobra, kendinden emin ve ukala yazarı Saroyan coğrafyasının altı kapısından içeri girince daha iyi anlıyor insan. Onun da dediği gibi bir hayat kurmak için yazmaktan daha zor bir seçim olamaz, belki ?timsahlarla güreş tutmak? hariç. Çoğu zaman yazdığı karakterlere bürünerek hayatı deneyimleyen Saroyan?a göre, ?insanın kendi olabilmesi için çok fazla prova yapması gerekli?ydi.

FOTOĞRAF: BOGOS BOGOSYAN

1) Babanın ölümü ve yetimhane
Bitlisli Ermeni bir aile olan Saroyanlar kuşaklardır Anadolu?dadır. Ancak 20. yüzyılın başında büyükbaba Minas, Anadolu?daki vahim durumu görüp ve olacakları sezerek genç eşi Lusintak?a çocukları da alıp Amerika?ya göç etmelerini söyler. Oğlu Armenak ve gelini Takuhi?nin üçüncü çocuğu olarak, 1908?de, Saroyanların ABD?de doğan ilk üyesi olur. Fresno?da devam eden hayatları çoğulluk üzerine kuruludur. Anadil olan Ermeniceye karışan Türkçe ve Kürtçe kelimelerin yanına ikinci bir anadil olarak İngilizce yerleşir. Memleket duygusu da çoğuldur. Bitlis, Ermenistan ve şimdi Amerika. Armenak Saroyan?ın genç yaşta vefat etmesi üzerine anne Takuhi, üç çocuğunu yetimhaneye vermek zorunda kalır. O zamanlar üç yaşında olan William?ın gözleri çocukluğunda donakalır sanki ve sonraları kuracağı tüm romanlarında, oyunlarında hikâyeye o üç yaşındaki çocuğun gözlerinden baktığını sık sık görürüz. Zira yetimhanenin kapısında annesi ona, ?Artık koca adam oldun ve ağlamak yok? dediği an hafızası da oluşmaya başlamıştır. Bir yazar olarak en çok ihtiyaç duyacağı kaynak, işte bu hafızadır.

2) Eve dönüş ve okulu reddetme
Yetimhanenin kapısı açılıp da Takuhi onu yeniden kucağına aldığında artık gerçekten koca adamdır William. Sekiz yaşındadır ve babasının gidişinin ardından kararlar alma zamanıdır. Babasının tümüyle yok olduğu düşüncesine isyan eder, karşı çıkar. Bu yokoluşa yanıtı açıktır: ?Oğlunu da yok edemeyeceksin. Bu olmayacak. Ben bir şeyler yapacağım.? Öyle de yapar. Taşlara kazınan çiviyazıları gibi, taşlara yazılacak kadar kıymetli metinler yazma kararını da yine bu zamanda verir. Yetimhaneden eve döndüğünde ailenin büyüklerinden hikâyeler dinlemeye başlar, bu hikâyeler kimi zaman Ödlekler Cesurdur ya da Güzel İnsanlar?da (The Beautiful People), kimi zaman da henüz Türkçeye çevrilmemiş olan ilk kitabı The Daring Young Man on the Flying Trapeze (Uçan Trapez?deki Gözüpek Adam) ya da Aram Derler Adıma (My Name is Aram) eserlerinde kendine yer bulur. Edebiyatının özü de budur: İçten gelen ve estetik kaygısı taşımayan bir günlük yaşam dili.

3) İlk kitap
Açlıktan ölmek üzere olan bir yazarın hayatını anlattığı The Daring Young Man on the Flying Trapeze William Saroyan?ın yayımlanan ilk öyküsü oldu. ABD?de yayımlanan The Story dergisi öyküyü kabul ettikten sonra Saroyan?a karşılığında on beş dolar verdi. O artık kendi gözünde zengin bir adamdı. Çalışmalarını sürdürdü ve 1934 Ocak ayında aynı dergiye bir ay boyunca her gün farklı bir öyküsünü yolladı. Farklı yerlerde yayımlanan bu öyküler 1934 yılında The Daring Young Man on the Flying Trapeze, and Other Stories adlı bir kitapta toplandı. İlk kitabıyla birlikte William Saroyan, sevilen, tanınan ve maddi sıkıntılarını aşmaya başlayan bir yazardı. Arkasından, Inhale and Exhale (1936), Three Times Three (1936), Peace, It?s Wonderful (1939) ve daha sonra sinemaya ve müzikale de uyarlanan İnsanlık Komedisi (The Human Comedy, 1943) yayımlandı. Kısa sürede bir halk kahramanına döndü ve tüm eleştirmenlerin gözü üzerine çevrildi. İyi ya da kötü hiçbir eleştiri yazısının kendine bir fayda sağlamadığını yıllar sonra Garig Basmadjian?a verdiği bir röportajda anlattı. 1932?de tanıştığı şair ve gazeteci Sanora Babb?a olan aşkı 1941?e dek karşılıksız olarak devam etti.

4) Askerlik
Orduya katılmadan önce 1943?te aktris Carol Marcus?la evlenmişti. Saroyan?ın yıllarca şikâyet ettiği büyük partiler ve gösterişli hayat için yapılan harcamalar onu yeniden borçlanmak zorunda bırakıyordu. Askerlik süreci 1945?e, İkinci Dünya Savaşı?nın sonuna dek devam etti. Don?t Go Away Mad isimli kara komediyi bu dönemde yazan Saroyan, en verimli üç yılını orduda geçirdiği için sisteme oldukça kızgındı. Fazladan bir parça toprak daha. Kendini buna ihtiyacı olduğuna inandıranlarla, olmadığını göstermeye çalışanlar arasında çürüyordu dünya. Savaşları başlatan ve geride sayısız ölü bırakan günahkârların, toprak sahibi olmaya duydukları ısrarlı inanç yüzünden, hepimizin aile soyağaçları eksiliyordu. William Saroyan bu günahkârları asla affetmiyor ve şu cümleleriyle hangi dil, din ve ırktan olursa olsun ölülerin yasını tutuyor; ?Bir günahkâr her şeye yeniden başlayabilir… Günahkâr bir hayat bile eninde sonunda bir hayattır ve ölmekten iyidir; çünkü bu savaş bitecek, her savaş başladığı gibi biter de, işte o zaman günahkâr bile olsa o hâlâ genç bir adam olarak kalacak.? Döndükten sonra içki ve kumarla bir süre haşır neşir olan Saroyan, çocukları Aram ve Lusi?nin annesi olan eşi Carol?dan 1952 yılında boşandı. Çocuklarının kendisine gösterilmediği dönemi şöyle anlatıyor Saroyan: ?Çocuklarımın dünyada herkesten çok bana ihtiyaç duyduklarını düşünüyordum, bu yüzden de, benden mahrum edilmiş olmaları benim için korkunç bir şeydi. Halbuki işin aslı, ben yokken çok daha iyi bir hayat yaşıyor olmalarıydı.?

5) Bitlis yolculuğu
Edebiyat eleştirmeni David Stephen Calonne?a göre, Saroyan?ın yazdığı absürt yapıtlar zamanında eleştirmenlerce anlaşılmadı. Saroyan 1964 yılında atalarının kemiklerinin bulunduğu Bitlis?i ziyaret etmek üzere Türkiye?ye geldi. Niyeti, Bitlis?te Ermeniler?i bulmak, ailesinin yaşadığı evi onarıp orada yaşamak ve ölmekti. Fakat 1964 Bitlis?inde gördüğü manzara ile hayalindeki yer çok farklıydı. Artık tek bir Ermeni dahi kalmamıştı Bitlis?te. Daha sonra izlenimlerini şöyle anlattı, ?Oraya sahiden de gidecektim, orada yaşlanacaktım. Oraya yerleşecek, öldüğümde kemiklerimi

kim bilir ne zamandır orada yatan diğer Saroyanların yanına gömdürecektim. Kemiklerimiz orada. Bizler büyüklerimizin belleğinin gidebildiği kadar uzunca bir süredir oradayız.? Bu yolculukta ona Yaşar Kemal, Fikret Otyam ve Ara Güler de eşlik etmişti. İnsanın bir yolculukta ancak hayal edebileceği yol arkadaşları onu gözlemlemiş, kendini keşfedişine tanık olmuştu.

6) Ölümü
Yetmiş üç yaşında prostat kanseri teşhisi ile yatağında uzanmış, The Time of Your Life oyunu ile hem Pulitzer, hem de sinema uyarlaması ile Oscar kazanmış bir yazardır. Bir tiyatro salonundaki herkesi kendi zekâsına dair şüpheye düşürecek büyüklükte kahkahalar atmak, bir şeftaliyi, ağız şapırdatma yarışına girmiş gibi etrafını umursamaz bir şekilde yemek, yüksek, çok yüksek sesle konuşmak, içinde bulunduğu anı tüm varlığı ile yaşamak için ne gerekiyorsa yapmak. William Saroyan?ın genç bir yazara öğütleri arasında bunlar. İnsanların ölümü hissettiklerine dair müthiş bir inancı vardı. Bütün o yüksek sesli çırpınışların sebebini de buna bağlıyordu. 1981 yılında, hastane odasından kovduğu kızı Lusi bir aktris ve ?Eğer buraya gelirse beni öldürmüş olur? diye haber yolladığı oğlu Aram tanınmış bir yazar oldu. Öyküleri sevecen ve samimi bulunsa da o, ?insana, onun bozulabilir, yozlaşabilir haline karşı içimde, tanıdığım herkesten daha yoğun, daha gerçek, daha güçlü bir öfke var? diyordu. Oğlu Aram?a göre William?ın Saroyan?ın gösterişli bıyıkları yüzünden etrafındaki insanlar onu bir yazar değil, Ermeni Patriği zannediyordu bazen. Aram, kendi yazarlık ve tanınırlık günlerinin başında, bu büyük yazara haksızlık yaptığını düşünür mü bilmem. Ancak atladığı şey tıpkı babası William?ın kendi babası Armenak için söylediği ?Ben senim, sen de ben? sözlerini bizzat kendinde yaşıyor ve bununla yüzleşiyor olmasıydı.

O yolculuk beyazperdede
?Anneannem, ?Kürtçe kalbin dilidir? derdi. Türkçe ise müziktir; bir şarap deresi gibi akar, yumuşak, tatlı ve parlak. Bizim dilimizse acının dilidir. Ölümü tattık hep; dilimizde nefretin ve acının yükü var.? Çocukluğu bu betimlemeleri dinlemekle geçen William Saroyan, memleketi Bitlis?e ikinci bir yolculuk yapıyor. Bu yolculuk, ilk uzun metraj çalışmasını pırıl pırıl önümüze koyan Lusin Dink?in ?Saroyan Ülkesi (Saroyan Land)? filmi ile gerçekleşiyor. Başından sonuna, dili, anlatımı ve rengi ile Saroyan?ın Bitlis yolculuğundan bir kesit sunan filmi bir Saroyan portresi ya da biyografisi olarak düşünmeyin. Aslında kendi toprağını arayan tüm iç seslerin bir mikrofon ile duyulabilir, bir ayna ile görülebilir olmasını sağlıyor. Saroyan Ülkesi filmi uzun bir yol hikâyesi. Bu yol, herkese kendi toprağını düşündürecek.

Not: William Saroyan?ın kitapları Aras Yayınları tarafından yayımlanmaktadır.

Bedia Ceylan Güzelce
Kaynak: http://kitap.radikal.com.tr/, 06.12.2013

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Previous Story

Boşluğu yazıyla mekana dönüştürmek – Elif Şahin Hamidi

Next Story

Komşu Yazar Ludmila Filipova ile Söyleşi – Melis Yalçın

Latest from Biyografiler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ