Satranç Üzerine – Zafer Köse

İnsan hiçbir şey düşünmeden, algılamadan, iletişim kurmadan yaşayabilir mi? Yapabilse, zihnini boşaltabilse bile, bunun süresi ne kadar olabilir?

Vedat Türkali?nin ?Bir Gün Tek Başına? romanındaki bir kahraman, insan zihnini değirmen taşına benzetiyor. Hiç durmadan dönüp duran değirmen taşına. Araya öğütülecek bir malzeme atmazsanız, değirmen taşının kendini aşındıracağını söylüyor. ?Kafayı yemek? denen şeyi böyle tanımlıyor.

Günleriniz koşuşturmayla geçerken, kafanızın içinde dönüp duran değirmen taşının arasındaki malzemeler çok boldur. O kadar boldur ki, onu malzemesiz bırakmamak gerektiği yönündeki uyarılar üzerinde düşünmeye gerek görmezsiniz. Değirmen taşınız biteviye dönerken öğüttüklerinin değişmesi sayesinde hayatınızı tekdüzelikten kurtarmaktadır.

Ama günlerin böyle hızlı geçmesi, değirmen taşına dökülen malzemelerin bunca değişmesi, üzerinde durulması gereken konuları çok zaman atlamanıza neden olabilir.

?Can sıkıntısı? bu kadar korkunç bir şey mi? Tekdüzelikten uzak durmanın yolu, ille de yüzeysel ve hızlı yaşamak mı? Yoksa bu türde birçok korku, insanın bilinçaltındaki daha temel bir korkunun yansıması mı? Yani, yalnız kalmak korkusunun?

YALNIZLIK KORKUSU

Kuşaklar boyunca düşünmüş olan filozofların tanımlamalarından da anlaşılacağı üzere, ?sosyal bir varlık? olan insan için, en kötü durum herhalde yalnız kalmaktır.

Örneğin, bir ailenin üyesi olmanın ötesinde kimlik geliştirmek isteyen, özgür bir kişi olamaya çalışan genç, ?biraz dolaşacağım? diyerek dışarı çıkar. Ama ya herkesin bir grubu, yakın görüştüğü arkadaşları varsa ve kimseyle ilişki kuramazsa!

Böyle bir korkudan dolayıdır belki de, o genç bütün enerjisini bir çevre edinmek, çevresinde kabul görmek için harcayarak yaşamaktadır.

Okula yeni başlayan çocuğun bütün derdi nedir? Yeni bir çevreye girmek değil mi? Zaten yürümeye başladığında da dönüp dönüp bakmıyor muydu; annesi veya evden biri görüş alanında mı diye? Şimdi onlardan ayrılıp yeni bir çevreye girmek kolay mı? Yeni arkadaşlar! Ya sevmezlerse çocuğu arkadaşları!

Hatta yetişkin bir kişinin işten atılması bile, belki de maddi kaybından çok hayatın dışına itilmekten dolayı acı vericidir.

Bu gerçeklerle o kadar iç içe yaşarsınız ki, bir tür kanıksama oluşur ve net algılama gerçekleşmez.

OKUMAK VE YAŞAMAK

Bazen, ne yaşadığınızı anlamak için, içinde yaşadığınız hayatın dışına çıkıp bir yapıt yoluyla tekrar kendi dünyanıza dönmek gerekebilir.

Stefan Zweig?ın ?Satranç? adlı yapıtı, böyle has bir edebiyat.

Bu uzun öykünün (veya kısa roman) konusu aslında daha geniş. Nazi düşüncesi ile bir meselesi olduğu bilinen yazarın söylediği başka sözler de var. Ama bu kitabı okuyunca, en çok ?tecrit? kavramının ne olduğunu, yalnız bırakılmanın ne kadar büyük bir ceza, ne şiddetli bir işkence olduğunu kavrıyorsunuz. Çünkü, Dr. B. İle tanışıyorsunuz.

Uzun bir deniz yolculuğu sırasında yaşanıyor hikaye. Gemide dünya satranç şampiyonu da vardır. Olaylar, Dr. B. ile dünya şampiyonunu bir oyunda karşı karşıya getirecek şekilde gelişmektedir. Böylece, Dr. B. hayatında ilk kez satranç oynamış olacaktır. Ama Dr. B.?nin başından geçenleri öğrendikçe, şampiyonun karşısında hiç şansı olmadığı düşüncesinden uzaklaşıyorsunuz.

TECRİT

Viyanalı bir avukatın oğlu olan Dr. B., Nazilerin işgalinden sonra gestapo tarafından tutuklanır. Elinden geçmiş olan gizli evraklar hakkında bilgi almak, Hitler güçleri için önemlidir.

Dr. B.?yi, diğer tutsakların arasına atmazlar. Bir tür otele kapatırlar. Uygulanan işkence, onu dünyadan habersiz şekilde diğer insanlardan ayırmaktan ibarettir. Hatta haftanın ve günün hangi zamanında olduğundan bile haberi olmamaktadır. Sadece, artık tahayyül edemediği zaman aralıklarıyla sorguya götürülmektedir.

Bir keresinde, sorgu odasında eline geçirdiği kitabı tecrit odasına getirmeyi başarır. Bu bir satranç kitabıdır.

E, dünyanın seslerinden ve görüntülerinden kopuk, hayattan uzak yaşadığı odasında zaman geçirmek için artık bu kitabın içine dalacağını tahmin edersiniz.

Ama tecrit denen şeyin insan ruhunu, insan sağlığını nasıl tahrip ettiğini bilemezsiniz. Bu uygulamanın korkunçluğunu bilmek için ya yaşamış ya yakından tanık olmuş ya da böyle bir usta yapıttan algılamış olmanız gerek.

Sonuçta, yalnızlığın ne olduğunu daha iyi anlıyorsunuz. Haberlerde falan duyduğunuz ?tecrit? sözünün ve F tipi cezaevinin ne anlama geldiğini kavrıyorsunuz. Hem de hiç de güncel olmayan bir hikayeden…

Efendim? Ha, oyunu mu soruyorsunuz? Evet, şampiyonla Dr. B. kapışırlar.

Kim mi kazanıyor?

Boş verin, ne yapacaksınız kimin kazandığını? Bu hikayede Zweig?ın anlattığı aslında bir satranç oyunu değil ki.

Zafer Köse
zaferxkose@gmail.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir