Birinci Dünya Savaşı sırasında askere alınan Fransız şair Aragon henüz 19 yaşındaydı. Savaşa giderken, ailesi ona gerçeği söyledi:

Ablası bildiği kadın, aslında annesiydi. Onları evlatlık aldığı sanılan kadın, büyükannesiydi. Ona vaftiz babalığı yapan adamınsa gerçek babası olduğunu öğrendi. Ona her şeyi söylediler, çünkü ölüme giden yolda kendi gerçeğini bilmek onun hakkıydı.

Savaş ve ölüm kelimeleri, daima birlikte anılır, madalyonun iki yüzü gibi. Ama başka bir kelime yani gerçek gelip bu ikisine eklenir.

Savaşı ve insanların öldürülmesini yücelten söylem bizzat savaşın kendisi tarafından yalanlanır. Remarque, Batı Cehpesinde Yeni Bir Şey Yok adlı romanıyla bize bunu hatırlattı. Bu roman, devlet ve ordu tarafından yansıtılan savaş fikrini değiştirdi, savaşın içindeki tek tek askerleri ve onların ruh hallerini yansıtarak, generallerin ve politikacıların empoze ettiği sahte savaş görüntüsünü parçaladı. İnsanı yücelten büyük savaş romanları, hayatın anlamını yeniler.

Savaşa çocukların acısıyla bakmak, kendilerini hayatın ve kararların merkezine koyan yetişkinlerin bakışını sorgular. Jerzy Kosinski?nin Boyalı Kuş adlı romanında, bir çocuk sadece savaşa değil insanların her tür kötülüğüne tanık olur. Onun harikalar diyarından değil de savaşlar diyarından geçen yolculuğunda, yetişkinlerin, orduların ve devletlerin büyük idealleri hayat karşısında sorguya çekilir. Çünkü savaş, sadece savaş meydanlarında değil, sıradan hayatlarda da yol alır.

İvan?ın Çocukluğu adlı filmde Tarkovski, bir çocuğun hayatına odaklanır ve gözünü cephe dışına çevirir. Savaşın kötülüğünü, büyük savaş sahnelerine başvurmadan anlatır. Vladimir Bogomolov?un bu filme kaynaklık eden öyküsünde İvan adlı bir çocuk, iki ayrı düzlemin geriliminde yaşar: Birincisi, cephedeki savaş ile cephe dışındaki savaşın arasındaki gerilimdir. İkincisi ise, gerçek olan ile düşlediğimiz hayat arasındaki gerilimdir. İvan?ın rüyaları ve anne hayali öne çıktıkça, rüyalar savaşsız bir hayat arzusunun ifadesi olur.

İnsanın çocukluktaki masumiyetini yitirmesi, savaşın bir diğer özelliğini yansıtır: Masumiyetin kitlesel ihlalini. O masumiyete herkes ihtiyaç duyar ve herkes ömrünün bir çağında ona erişebilir. Tıpkı Ölü Ordunun Generali adlı romanında İsmail Kadere?nin anlattığı yaşlı general gibi. Geçmiş bir savaşa ait notlara ulaşan ve oradaki sıradan askerlerin bakışına tanık olan general, savaşın anlamsızlığını ve insan ruhuna düşman olan özünü fark eder.

Çağlar önce Büyük Buda iyice yaşlandığında müritleri onu bir mağaradan başka bir mağaraya götürürken, bir savaş alanından geçerler. İki orduya ait cesetlerle karşılaşınca Buda çok üzülür ve şöyle der: ?Halbuki buna hiç gerek yoktu, nasılsa zamanla öleceklerdi.?

Savaşta zafer kazanmak sanıldığı gibi iyi değildir. Çünkü, insanın kendi zaaflarını, yanlışlarını ve kötülüklerini görmesini engeller.

Edebiyat düşünürü Lukacs gençliğinde Max Weber?in dul eşini ziyaret eder. Dul eş, kendi kardeşini de savaşta yitirdiği halde, ?Savaş iyidir? der. Lukacs ona basit bir cevap verir ve ?Ne kadar iyi ise o kadar kötü? der.

Savaşların insana vaat ettiği zafer, sahte bir ölümsüzlük vaadidir. Oysa kendi insan yanımıza yönelen yolu tercih etmek gerek. E. Hemingway?in Çanlar Kimin İçin Çalıyor romanı gibi kitapları okumayı bu yüzden severiz, çünkü savaşı anlatırken bize savaştan çok hayatı ve onun değerini hissettirirler. Bütün savaş romanlarının anlattığı gerçek budur. Savaşın faydasını ve kaçınılmazlığını iddia eden otoritelere karşı savaşın kötülüğünü dile getiren edebiyat, yeniden yarattığı insani öze yaslanır.

Bundan otuz yıl kadar önce Harold Pinter de yazdığı Dağ Dili adlı oyunda yaralarımıza parmak basmıştı. Oyunda şöyle diyordu: ?Dinleyin şimdi… Sizin diliniz yok, ölmüş. Yasak.?

Pinter?in oyununda yasaklanan dil görünürde Kürtçeydi, ama aynı zamanda yasaklanan gerçeğin diliydi o. Bugün fazlasıyla ihtiyaç duyduğumuz dil.

Savaşın sadece sayılardan ibaret olmadığını biliyor ve Aragon gibi biz de gerçeğe ulaşmak istiyoruz.

Edebiyat, siyasetin basit bir aracı değildir. Ama savaş marşlarına ve siyasetçilerin yapay sözlerine karşı iyi romanlar bize güç verir. Buradaki gerçek bazen içimizi acıtsa da, zamanla anlarız ki insanın iyileşmesi de ancak bu acıyla mümkün olur.

İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali ?Çatışma Anlatıları: Savaşı Nasıl Yazmalı?? etkinliği için hazırlanan metin. Burhan Sönmez?in moderatör olduğu etkinlikte Juan Gabriel Vasquez ve Louis de Bernieres yer almıştır.

Kaynak: 07.10.2012 tarihli Radikal Kitap Eki

Previous Story

Hint-Avrupa dilleri Anadolu kökenli – Naz Kanıt

Next Story

Komünist Piyasa Ekonomisi için ne dersiniz? – Suat Kamil Aksoy

Latest from Makaleler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van

George Orwell’a ilham veren kitap: Biz

George Orwell‘ın 1984’ünü neden sevdiyseniz, Yevgeni Zamyatin‘in Biz‘ini sevmeniz için en az 1984 kadar nedeniniz var. Üstelik Biz, 1984’ten çok daha önce, 1920 yılında
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ