Şehir, Orta Sınıf ve Kürtler / İnkar’dan “Tanıyarak Dışlama”ya – Cenk Saraçoğlu

Cenk Saraçoğlu “Şehir, Orta Sınıf ve Kürtler”de, son dönemlerde sıklıkla tartışılan Kürt düşmanlığı olgusunu sistemli bir şekilde ele alıyor. Kasım 2009’da İzmir’de DTP konvoyuna yapılan taşlı saldırı inceleyerek başlayan kitap, bizzat Kürt karşıtı bir hissiyat taşıyanların zihniyet dünyasını analiz ederek, bir tutum olarak Kürt düşmanlığının ne tür söylemler üzerinden dile döküldüğünü ve nasıl bir mantıkla haklı çıkarılmaya çalışıldığını ortaya koymasıyla dikkat çekiyor. Saraçoğlu?nun çalışmasında karşımıza çıkan bir diğer önemli nokta da, gündelik/popüler milliyetçi kesimin Kürt algısındaki dönüşümü ayrıntılı bir şekilde açığa çıkarması. Bu amaçla, İzmir?in son yirmi yılda uğradığı toplumsal ve ekonomik dönüşümü irdeleyen yazar, bir dönemlerin başat yaklaşımı olan inkârın yerini, ?tanıyarak dışlamaya? bıraktığını gösteriyor.

Tanıtım Yazısı
?Göç yüzünden sokağa çıkamaz olduk. Bizim gençliğimizde Doğulu hissederdim ben kendimi, Orta Anadolulu olmama rağmen. O zaman Doğu insanı mertti, dürüsttü. İşte işçi olmaya gelirlerdi buralarda fabrikalarda. Ekmeklerini taştan çıkarıyorlardı. Onlar sapına kadar adamdı gerçekten de. Şimdi kalmadı onlar. Hepsi bozuldu. Şimdi İzmir?e bir bak: Nerede mafya varsa Kürt, yankesici Kürt, pezevengi Kürt, kapkaççı Kürt.?
Cenk Saraçoğlu?nun elinizdeki çalışması için yaptığı bir mülakattan, bu sözler. Benzer yakınmalara, gündelik hayatta, kentli orta sınıflar arasında sıkça rastlanıyor. Göçmenlerin, özellikle Kürtlerin, sosyal hayatı bozduğuna ve geçim olanaklarını daralttığına dair algı, Türkiye?nin kentlerinde hayli yaygındır. Saraçoğlu, Kürtlere yönelik bu algının temelinde, sadece doğrudan doğruya milliyetçi ideolojinin etkilerinin değil, orta sınıfların yoksullaşmasının ve tutunum kaybının yattığını gösteriyor. Asıl önemlisi, gündelik/popüler milliyetçiliğin Kürt algısında önemli bir dönüşümün vuku bulmasıdır. İnkârın yerini, ?tanıyarak dışlama? alıyor: Kürt kimliğini tanıyan, fakat onu klişeleştirerek karalayan bir ayrımcılık söylemi… Cenk Saraçoğlu, ?tanıyarak dışlama?yı, resmî Türk milliyetçiliğinin Kürt sorunundaki inkâr politikasının geçersizleşmesiyle ortaya çıkan bir reaksiyon olarak ele alıyor… Ve İzmir örneğinde, ?tanıyarak dışlama? söyleminin özgül bir kentsel dönüşüm dinamiği ve sınıfsal-toplumsal bağlam içindeki oluşumunu inceliyor.

Giriş
Kasım 2009?da İzmir?de DTP konvoyuna yapılan taşlı saldırıdan sonra Kürt düşmanlığı üzerine yapılan tartışmaların farklı bir evreye taşındığı söylenebilir. Son on yıldır bahsettiğimiz kanallar üzerinden kendisini zaten göstermekte olan ırkçı tepkisellik, bu olay vesilesiyle hiç olmadığı kadar yaygın bir tartışmanın konusu oldu. Olayın gerçekleştiği dönemde Türkiye?de, Ergenekon davasıyla gündemin merkezine yerleşen Kemalizm-ulusalcılık tartışmaları iyice keskinleşmiş ve AKP?nin Kürt açılımına dair kutuplaşma zirve noktasına ulaşmıştı. Bu dönemde Türkiye?nin herhangi bir meselesini bu güncel kutuplaşmanın belirleyiciliğinin dışında, soğukkanlı ve nesnel ölçütlerle değerlendirmek epey zorlaşmıştı.
DTP?nin taşlanması hadisesiyle gündeme gelen ırkçılık ve Kürt düşmanlığı meselesi de bu durumdan nasibini aldı. Kimi çevreler İzmir?de meydana gelen olayı, şehirde ?kültürel? olarak baskın olduğunu düşündükleri Kemalist-milliyetçi-seküler kimliğin, Kürt düşmanlığı ve ırkçılık şeklinde tezahür etmesi olarak açıkladılar.(12) Bu yaklaşım, şehrin kendisine içkin bu ırkçılığın Kürt açılımına yönelik tahammülsüzlüğün asıl kaynağı olduğunu işaret ediyor ve saldırıyı da bunun açığa çıktığı bir moment olarak ele alıyordu. Tüm bu yorumları destekleyecek şekilde bu çevrelerin yayın organlarında, saldırganlar arasında elindeki taşı havaya kaldırmış sarışın, iyi giyimli ve hali-vakti yerinde olduğu izlenimini veren bir genç kız figürü özellikle öne çıkarıldı ve İzmir?de bahis olunan bu Kemalist rahatsızlığın sembolü olarak teşhir edildi.(13) Bu iddiaların karşısında Kemalist-milliyetçi cenahın savunma stratejisi, klasik ?Türk toplumunda ırkçılık yoktur? tezinin tekrarından ibaretti.
Kürt düşmanlığı kendisini linç girişimleri, internet ve basılı yayın olmak üzere üç kanaldan gösterdiğinde bunlar üzerinden yapılan değerlendirmelerin bazı sınırlılıkları olduğundan bahsetmiştik. DTP konvoyuna yapılan saldırıdan sonra yapılan değerlendirmeler, benzer sınırlılıkların izini taşısa da bunların ötesine geçen kimi çarpıklıkları içinde barındırıyor.
Bu yaklaşım, linç vakalarında olduğu gibi sadece ?olay anına? odaklanmaktan kaynaklı bir toplumsal arka plana vakıf olamama sorunuyla malul değil. Bunun da ötesinde, göremediği veya araştırmadığı toplumsal arka planı, güncel bazı siyasi gelişmelerin ve kutuplaşmaların belirlediği bir bilinçle ?tahayyül? etme ve bu tahayyülü de mutlak gerçeğin tam da kendisiymiş gibi sunma gibi bir zaaf içeriyor.
İzmir?deki olayı Kürt açılımına yönelik bir tepki olarak sunduktan sonra Türkiye?de veya İzmir?de Kürt düşmanlığının, Kürt açılımına verilen bir reaksiyon olduğunu ifade etmek bunun bir örneğini teşkil ediyor.14 Bu da Kürtlerin toplumsal algıdaki değişimini güncel bir siyasi gelişmeye gösterilen bir tepkiye indirgeyerek bu değişimin ne tür toplumsal süreçler içerisinde oluştuğunu sistemli bir şekilde anlamayı olanaksız kılıyor. DTP konvoyuna yönelik saldırı sonrasında yapılan yorumlar aynı zamanda, internette ortaya çıkan Kürt düşmanlığının ele alınışında olduğu gibi, faillerin gerçek kimliklerinin, niyetlerinin ve ne tür bir düşünce dünyası içinde bunu yaptıklarının tam olarak bilinememesinden kaynaklı bir sınırlılıktan muzdarip. Fakat DTP konvoyu sonrası yapılan yorumlar, faillerin medyada görülen ?imajı? temelinde onlara bir zihniyet kalıbı giydirerek ve buradan da Kürt düşmanlığına dair kanaat üretme girişiminde bulunarak bu sınırlılığa rağmen bir yargı üretmeye çalışması bakımından, aynı zamanda bir tür çarpıtmayı da içeriyor. DTP konvoyuna yapılan saldırının ve Kürt düşmanlığının aslında İzmir?deki Kemalist/milliyetçi/ırkçı geleneğin bir yansıması olduğunu söyleyen ve buna kanıt olarak medyada kullanılan görsel malzemeyi öne süren yaklaşımlar bunu örnekliyor.
Bu yaklaşım, örneğin İzmirlilerin ?türbana? karşı gösterdikleri tepkiyle, Kürtlere karşı gösterdikleri tepkinin kaynağında aynı geleneğin olduğunu ima ederek Kürt düşmanlığının kendi tarihsel özgüllüğü içinde müstakil bir olgu olarak ele alınmasını engelliyor.
Bu kitap, son dönemde üzerinde çokça durulan ama bahsedilen nedenlerle ciddi bir analize tabi tutulmamış Kürt düşmanlığı olgusunu sistemli bir şekilde anlamaya yönelik bir çerçeve sunmayı amaçlıyor. Bunu yaparken kendisine çıkış noktası olarak Kürt karşıtı hissiyatın fiiliyata geçmiş görüntülerini değil, bir tutum olarak Kürt düşmanlığının ne tür söylemler üzerinden dile döküldüğünü ve nasıl bir mantıkla haklı çıkarılmaya çalışıldığını alıyor. Diğer bir deyişle Kürtlerin toplumsal muhayyiledeki yerinde nasıl bir dönüşüm yaşandığını, bizzat Kürt karşıtı bir hissiyat taşıyanların zihniyet dünyasını analiz ederek ortaya koymaya çalışıyor.
Bu analiz temel olarak 2006 ve 2007 yılları içinde İzmir?de yürütülmüş bir alan çalışmasında 90 İzmirli ile yapılan derinlemesine görüşmelerden elde edilen malzemeye dayanacak.
Araştırma mekânının İzmir olması son dönemde, yukarıda bahsettiğimiz ?İzmir?in Kemalistliği ve milliyetçiliği? üzerine tartışmaların da etkisiyle kitabın ulaşacağı sonuçlara dair peşin bazı beklentiler oluşturabilir. Bu noktada kitabın ilerleyen sayfalarında ulaşılacak sonuçların bir kısmını, bu olası beklentilere bir ?cevap? verme adına şimdiden söylemek anlamlı olabilir. Bu çalışma, ?İzmirli? olmaya atfedilen özelliklerle Kürt düşmanlığı arasında zorunlu bir bağ kurmuyor.
Kitap aynı zamanda Kürt karşıtlığının İzmir?de kitlesel bir tabanı olan ve kendisini Cumhuriyet mitinglerinde dışa vuran Kemalizmin içinden çıkma bir hissiyat olduğunu da savunmuyor. Yükselen Kürt karşıtı söylemleri, Türkiye?deki milliyetçi dalganın yeni bir yükselişine denk düşmesi olarak da açıklamıyor. İzmir?de en yaygın şekilde kendisini
gösteren AKP karşıtlığı ile Kürt düşmanlığı arasında da zorunlu bir ilişki kurmuyor. Bu çalışma Kürtlere yönelik artan ayrımcı söylem ve tutumları, İzmir?in kendine has kimliği ve kültürü ile ilişkilendirmek Kemalizmin veya klasik Türk milliyetçiliğinin bir yansıması olarak ele almak yerine, bu olguyu İzmir?in son yirmi yılda uğradığı toplumsal ve ekonomik dönüşümde arıyor. Buna ek olarak, İzmir?de orta sınıflar arasında yükselen olumsuz Kürt algısının izini, son yirmi yılda neoliberalizm ve zorunlu göç süreçlerinin etkisi altında köklü bir dönüşüme uğrayan kentsel toplumsal yaşamın içinde ve değişen sınıf ilişkilerinde bulmaya çalışıyor.
Kürt karşıtı hissiyata tarihsel olarak özgül bir toplumsal olgu muamelesi yaparak onun ortaya çıkışının arkasındaki toplumsal süreçleri aydınlatmayı amaçlıyor. Kitap bu yaklaşımıyla sadece İzmir ölçeği ile sınırlı kalmayıp Türkiye?nin son yirmi yılda yaşadığı toplumsal dönüşümü anlama çabasını da içeriyor.

Notlar
(12) Bu tür değerlendirmelerin en uç örneklerinden biri için bkz. Rasim Ozan Kütahyalı, ?Faşizmin Başkenti İzmir?, Taraf, 25 Kasım 2009. İzmir?deki meseleleri, bu tür bir keskinliğin dışında kalarak soğukkanlı olarak anlamaya çalışan
bazı araştırmacılar da yok değildi. Ece Temelkuran?ın Milliyet gazetesi (28-30 Kasım 2009) ve İrfan Aktan?ın Aktüel (22 Mart 2010) dergisi için yaptıkları araştırmalar, İzmir?deki olayları çok boyutlu bir perspektiften sorgulama çabasını içeriyor ve değerli veriler sunuyor.
(13) Bkz. Taraf, 23 Kasım 2009. Aynı fotoğraf pek çok internet haber sitesinde, bu olayların simgesi haline getirilecek yoğunlukta kullanıldı.
(14) Örnek için Bkz. Taha Akyol, ?Açılımda Tehlike Sinyalleri?, Milliyet, 24 Kasım
2009.

Kürtler,Türkler ve düşmanlık söylemi – Bahtiyar Mermertaş
(11/02/2011 tarihli Radikal Kitap Eki)

Günümüze kadar Kürt sorunu olarak kavramsallaştırılan politik, toplumsal durum, aslında Türkiye Cumhuriyeti?nin toplumsal dinamiklere rağmen/karşı geliştirdiği ?kuruluş prensipleri?nin değişen dünya ve ülke değerleri karşısında kaybettiği mevzi, hatta bunların iflası durumuydu. Cumhuriyet, Osmanlı İmparatorluğu?ndan devraldığı çok-uluslu toplum yapısını, ?Türklük? üzerine şekillenen bir ulus devlete dönüştürmeye çalıştı. Kürtler bu duruma cevap olarak, Cumhuriyet?in ilk yıllarından başlayarak 1938 Dersim olaylarıyla sonlanacak bir dizi direnişle karşılık verdi. Devlet, 1925 Şeyh Sait İsyanı?ndan 1990?ların başına kadar, Kürt meselesiyle ilgili konuşmak zorunda kaldığında bile, Kürtlerin varlığını etnik olarak imleyecek her türlü söylemden kaçındı. Buna paralel olarak Kürdi, politik, kültürel, toplumsal taleplere şiddetle karşılık verdi.

Devletin Kürtler için dedikleri
2000?lere gelindiğinde yasa/yasak, baskı altına alma, yok sayma üzerinden işleyen iktidar tasarrufu, yerini Kürt sorunuyla ilgili görece konuşma serbestisine bıraktı. Bu görecelik durumu, sınırları belli olmayan, daralıp genişleyen, eskinin şiddetle bastırma pratiklerini de içinde barındıran bir ?özgürlük? alanı olarak okunabilir. Irak?ta ABD?nin işgali sonrasında kurulan Federe Kürt Yönetimi, 90?larda yaşanan kitlesel-zorunlu göç ettirilmeyle beraber Kürtlerin, Türkiye metropollerine yerleşmesiyle sorununun buralara da taşınması, Kürt hareketinin artan politik hak arayışları, kitlesel gösteriler, toplantılar ilk elden buna neden olarak sayılabilir. Artık televizyonlarda, gazetelerde, akademik çalışmalarda, siyasal partilerin politikalarının başat konusu Kürt sorunu oldu. Lakin bu ilgi sorunu kavramaktan uzak kaldı. Kürt sorununu, ya klasik devlet mantığıyla ?asayiş ve geri kalmışlık sorunu? olarak gören ya da indirgemeci bir mantığı merkeze alıp reçete geliştiren yaklaşımlar görülecektir. Kürt sorunuyla ilgili nitelikli akademik çalışmalar azdı. Bunu kırmayı başaran ender çalışmalar, Mesut Yeğen?in ?Devlet Söyleminde Kürt Sorunu? ve ?Müstakbel Türk?ten Sözde Vatandaşa? kitaplarıydı. Yeğen, bu kitaplarında kabaca devlet söylemine yani devletin Kürtler üzerine konuşmamasına odaklanmıştı.
Cenk Saraçoğlu?nun ?Şehir, Orta Sınıf ve Kürtler: İnkâr?dan ?Tanıyarak Dışlama?ya? adlı kitabı artan bu ilginin eksik bıraktığı önemli bir yeri dolduracak cinsten. Saraçoğlu kitabın girişinde ?Kürt meselesine artan bu ilginin büyük kısmı Kürtlerin siyasal ve kültürel hakları ile devlet arasındaki ilişkilere odaklansa da Kürt sorunundaki değişim ?devletin tutumuyla? sınırlı değil? diyerek bu sorunda önemli ve belirleyici aktörlerden olan devletin yanında, Kürtler dışındaki toplumun, Kürtlere bakışına orta sınıf İzmirliler örneğinden yola çıkarak analiz etmekte.

Tanıyarak dışlama
Saraçoğlu, Kürtlerin Türklükten ayrı toplumsal küme olarak görünür olduğunu ama bu görünür olmanın düşmanca bir algılamayla tezahür ettiğini belirtiyor. Yazara göre Kürtlerin toplumsal olarak algılanışındaki dönüşümün izi birbirine bağlı, birbirini besleyen üç ayrı kanaldan görünür olmakta. Türkiye?nin batısına göç etmiş Kürtlere yönelik kitlesel saldırı ve linç olayları; Türk Solu gibi şoven ırkçı marjinal grupların Kürt esnaflardan alışveriş yapılmaması telkinleri; ?Kürt sorunu yok, Kürt istilası var? gibi Kürtleri hedef alan yayınları ve internetteki, forum sitelerindeki Kürtlere yönelik ırkçı yayın ve yorumlar.
Eser, Kürt düşmanlığı olgusunu sistemli bir şekilde anlamaya dönük bir çerçeve sunmayı amaçlıyor. Ama bunu yaparken Kürt karşıtı hissiyatın linç ve saldırı gibi fiiliyata geçmiş görüntülerini değil, tutum olarak Kürt düşmanlığının ne tür söylemler üzerinden dillendirildiği ve bunun nasıl bir mantıkla haklı çıkarılmaya çalışıldığının izinin sürüyor. Saraçoğlu?nun bu çalışması 2006-2007 yılları içinde İzmir?de 90 kişi ile yapılmış yarı yapılandırılmış, derinlemesine mülakatlara dayanıyor. Bu grup, kadın-erkek sayısı birbirine yakın olan, yaşları 30-70 aralığında değişen, uzun yıllardır İzmir?de yaşayan ve kendilerini İzmirli hisseden bir grubu kapsamakta. Seçilen bu grup yazarın ilişkisel ve operasyonel bir kavramsallaştırma olarak tarif ettiği ?orta sınıf?, yani formel bir iş sektöründe çoğunluğu memur olarak çalışan, düzenli bir gelire sahip, sosyal güvencesi olan, fakat öte yandan emek gücünü satarak elde ettiğinin dışında başka gelir kaynağına sahip olmayan, kentin çeperlerinde korunaklı sitelerde ikamet eden zenginlerin yaşam konforuna ulaşması olanaksız olan, Kürt göçmenlerin yaşadıkları varoşların dışında ama yakınında ikamet eden, Kürt göçmenlerle özgül bir mekânsal ve toplumsal ilişki biçimine dahil olmuş olan kişilerden seçilmiş.
Bu çalışmanın önemli yanı hiç kuşkusuz, kitabın altbaşlığı da olan ?Tanıyarak Dışlama? kavramı. Görüşmecilerin anlatımları doğrultusunda üç ortak özellik, böyle bir kavramsallaştırmanın temelini oluşturmakta. Birincisi, Kürtleri Türk milletinin bir parçası olarak gören, Kürtleri ayrı bir etnisite olarak tanımayan geleneksel asimilasyoncu devlet söyleminden farklı. Kürtleri ayrı bir halk ve topluluk olarak tanıyorlar. İkincisi, Kürt karşıtı insanların algılamaları, Kürtleri ?geçmişleri hep haksız kazançla? olan, ?gelip buraları mahveden, işgal eden? insanlar olarak gören, ?bölücü?, ?cahil, kültürsüz? ve ?haksız kazanç sağlayan? gibi özellikler barındırdığından dolayımsız bir dışlanma beraberinde geliyor. Üçüncü olarak, bu söylemin özneleri bu klişeleri Kürtlerin göç ettiği yerlerde gündelik hayatlarında Kürtlerle olan yüzeysel ilişkilerinden ve deneyimlerinden çıkarıyorlar. ?Tanıyarak dışlama?nın özgünlüğü devletin ve ana taşıyıcısı olduğu ana akım milliyetçiliğin doktriniyle, mantık dizgesiyle, söylemsel içeriğiyle tarihsel hedefiyle uyuşmamasıdır. Orta sınıf İzmirliler için bu Kürtlük kategorisi milliyetçilikten ve/veya devletin ideolojik manipülasyonlarından devşirilen bir söylemsel kuruluş değil. Kürtlerin dilsel, kültürel veya fenotipik herhangi bir özelliğine ihtiyaç duymaksızın bizzat, kentin toplumsal hayatında Kürt göçmenlerle kurulan ilişkiler neticesinde oluşturuluyor.
Bunlardan hareketle, Kürtlerle ilgili düşmanlık söylemi, 2000?lerden önce bu kadar açık bir şekilde toplumsalın içinde söylemsel bir dolaşıma girmemesinin önemli nedeni ne olabilir? Devletin kendisinin bizatihi ana akım medyanın PKK mensuplarını eşkıya, terörist gibi soyut ve kendisinden başka bir şeye gönderme yapmayan kavramlarla kodlaması, PKK?nin Kürdi yanının olmadığı ve Kürtlerden destek almayan, kandırılmış bir avuç insan yığınının işi olarak görmesi etkili olmuştur. Bunun yanında 99?un sonu ile birlikte Türkiye?deki neoliberal politikalarla birlikte kentlerde iş ve geçim olanaklarının azalması, göçle gelen Kürtlerin içinde bulundukları yoksulluk yüzünden çok düşük ücretlerle ve güvencesiz çalışmaları iş piyasasının çalışanlar aleyhine dönüşmesi olarak görülebilir.
Kürt sorununun çözümünü, Kürt etnik kimliğinin siyasi ve hukuki tanınmasına indirgeyen liberal-demokrat aydınlar ve Kürt siyasi aktörleri, ?Şehir, Orta Sınıf ve Kürtler? kitabının da gösterdiği gibi Türkiye?nin batı metropollerinde Kürtlere karşı yönelen kültürel ırkçılığı, Kürt sorununun Türkiye metropollerinde sergilediği yeni boyutları göz önüne almak zorunda. Dolayısıyla Kürtlerin siyasi ve hukuki olarak tanınmasını da yedeğine alan ama değişen yeni toplumsal koşulları da gözeten çok katmanlı bir yaklaşım çözüm adına elzem görünmekte.

Kitabın Künyesi
Şehir, Orta Sınıf ve Kürtler / İnkar?dan ?Tanıyarak Dışlama?ya
Cenk Saraçoğlu,
İletişim Yayınları,
inceleme,
Baskı: 1.Baskı Ocak 2011, İstanbul
192 sayfa

Cenk Saraçoğlu Hakkında Bilgi
1979 yılında Tokat?ta doğdu. Bilkent Üniversitesi Uluslar arası İlişkiler bölümü mezunu. Kanada?daki Western Ontario Üniversitesi?nde sosyoloji alanında yüksek lisans ve doktora çalışmalarını tamamladı. Halen ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler programında yardımcı doçent olarak çalışmaktadır. Praksis dergisi yayın kurulu üyesidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir