Bir serüvendir büyümek – Elif Kutlu

Tagore, içinde yaşadığı toplumun inandığı Hinduizme, kast sistemine ve sistemin içinde bulunduğu emperyalizme karşıdır. Brahma inancına mensup olduğu için de birçok saldırıya maruz kalır.
O ilk nefesi almaya başladığı anda bir yolculuğa çıkar insan. Bu yolculuğun bir rutine bağlayıp fasit bir döngü içinde sona ulaşması da, bir serüvene dönüşmesi de yolculuğu gerçekleştirene bağlıdır. Ona sunulanlara boyun eğip ya da ona sunulanlarla yetinip kendini yormadan hayata devam etmek bir yolculuktur, evet. Ama kendisine sunulanı sorgulayıp didiklemek, başkaldırmak, doğru ya da yanlış yollara sapmak ve hayatın ona sunulmuş bir hediye paketi olmadığını bilip hayatta ?ben? olarak kendini var etmeye çalışmak? İşte bu, serüvenin ta kendisidir.

Gora da bir büyüme serüveni? Romanın kahramanı Gora?nın başından geçenleri, ülkesine olan bağlılığını, doğru zannettiklerini, üzerinde direttiklerini, önyargılarını, zaman içinde fikirlerinin değişmesini, aşkının yüceliğini, hatalarını görebilmesini ve kendine yeni bir yol çizip kendisi olmaya çalışmasını anlatan bir serüven. Yani bu sıradan bir hikâye değil, zaten Gora da dostu Binoy?un dediği gibi, ?Öyle sıradan bir adam değil?. Onu var eden yazarın, Tagore?un, bir roman kahramanı olarak kâğıda yansıması da denilebilir. Öyleyse Gora?nın yaşadığı her anın, attığı her adımın, dönüşümünün ve düşüncelerinin Tagore?un hayat felsefesini yansıttığını söylemek yanlış olmaz.

İnandığını sorgulamak
Tagore, içinde yaşadığı toplumun inandığı Hinduizme, kast sistemine ve sistemin içinde bulunduğu emperyalizme karşıdır. Hindu dininde reform yapılması gerektiğini savunan Brahma inancına mensup olduğu için de birçok saldırıya maruz kalır. Buna rağmen kendini geleneklerden kurtarır ve Hindistan?daki inanç ve eğitim sisteminin, geleneklerin, kuralların değiştirilmesi gerektiğini savunur. Gora başlangıçta temelsiz bir dindarlıkla ve gençlik ateşiyle içinde oluşan milliyetçilikle, delikanlılığının verdiği öfkeyle her ne kadar Tagore?un karşısında duruyorsa da sonrasında ?neredeyse- ona dönüşüp, onda vücut bulur.

Hint Vatanseverler Birliği Başkanı Gormuhan ?ya da Binoy?un deyişiyle Gora- başkalarına faydalı olmayı amaçlayan, şerefli bir mücadele vermeye çalışan ve Hinduizme körü körüne bağlı olmasına rağmen ?diğerlerinin aksine- Batı hayranlığına tepkili olmasıyla ön plana çıkar. İngilizlere ve polislere karşı halkı savunduğu için de tutuklanır. Dostu Binoy, Brahma dinine mensup Pareş Babu?nun kızı Lolita ile evlendiği ve kast sisteminin gerektirdiğinin aksine aile denkliğini önemsemediği için Gora, düğün törenlerine katılmaz. Hapisten çıktıktan sonra kirlerinden arınmak için yapılan Ganj?da yıkanma töreni, babasının hastalığının haberini almasıyla yarım kalır. Ölüm döşeğindeki babası Gora?ya kendi oğlu olmadığını, İngiliz ordusunda görevli İrlandalı bir askerden hamile kalan ve doğumda ölen bir kadının çocuğu olduğunu söyler.

Öğrendiği gerçek Gora için bir dönüm noktasıdır. Sıkı sıkıya bağlı olduğu kastı, körü körüne inandığı dini, savunduğu inançları, var etmeye çalıştığı değerleri? Hepsi sarsılır; yerle bir olur. Bildiği ve inandığı her şeyi sorgulamaya başlaması, Gora?nın dönüşümünü başlatan adım olur. Çok önceden Suşarita?ya karşı derin duygular beslese de inandığı değerlere yani kast sistemine karşı gelmemek için kendini bastırmaya çalışır. Fakat gerçek sandıklarının temelsiz olduğunu anladığında Suşarita?ya olan aşkını gizlemekten vazgeçer. Dönüşümü gerçekleştiren asıl şey ise Pareş Babu?nun evlatlığı Suşarita?ya olan aşkını açıklaması olur. Çünkü bu sayede içinde yaşadığı topluma/dünyaya bambaşka bir gözle bakmaya başlar. Suşarita belki de onun karanlığını aydınlatan bir ışıktır.

Bu açılma/aydınlanma, Gora?nın kendi olma cesaretini göstermesini ve görmediği, göremediği ya da görmek istemediği gerçeklerle yüzleşmesini sağlar. Şuşarita ve ona olan aşkı sayesinde kadınların Hindu toplumunda yerinin olmadığını görür ve bu konuda mücadele etmeye başlar. Bunun yanı sıra Hindistan?ın İngiliz sömürgesi olmaktan kurtulmasını hedefler; Hindu, Hıristiyan ve Müslümanların bir arada barış içinde yaşayacağı bir gelecek tahayyülü için kafa yorar.

Hindistan?ın kast sistemi -her ne kadar bu sistemi oluşturanlar/savunanlar bir merdivene benzetse de- aslında bir çıkmaz sokaktır. Farklı kastların birbiriyle iletişimini sınırlayan, insanları sınıflandıran, ayrımcılığı harlayan, insanları keskin çizgilerle ayıran bu sistemin içinde yaşayan Gora, belki öğrendikçe belki büyüdükçe belki de bu keskin çizgilerin gereksizliğini anladıkça onun için hayat daha anlamlı hale gelir. Eskiden inandığı, güvendiği, değer verdiği her şey yıkılırken; yeni doğruları ve aşkı Suşarita ile daha sağlam bir yoldan daha sağlam adımlarla devam etmeyi tercih eder. Her şeye rağmen onurlu bir mücadele vermekten ve bu yolda dik durmaktan asla vazgeçmez.

?Yüreğim sanki bir kafes?
Kalküta?da yağmur mevsimi başlamıştı. Sabahki bulutlar dağılmış, gökyüzü pırıl pırıldı. Binoy yapayalnız ve işsiz güçsüz, birinci kattaki apartmanın verandasından yoldan geçenlerin bitmek bilmeyen gidiş gelişlerine bakıyordu. Üniversiteyi bitireli hayli olduğu halde daha evlenmemişti.

Doğru dürüst bir işi de yoktu. Gerçi gazetelere birkaç makale yazmış, birkaç miting düzenlemişti. Ama hayatını doldurmaya yetmiyordu bunlar.

Bu sabah, belirli bir işi olmamasından ötürü sinirlenmeye başlamıştı.

Karşıki dükkânın önünde, gezginci şairlerin giydiği alacalı bulacalı elbisesi olan bir dilenci türkü söylüyordu:

?Yüreğim sanki bir kafes,
Oraya bilinmedik bir kuş bilmem nasıl girip çıkıyor,
Yakalayabilsem onu
Aşkımın ipiyle bağlayacağım.?

Binoy, adamı yukarı çağırtıp bu bilinmedik kuş üstüne söylenen türküyü yazma isteği duydu içinde. Ama nasıl gece yarısı, hava birdenbire soğuyunca insan elini uzatıp üstüne ikinci bir örtü çekmeye üşenirse, öylece ona seslenmeye üşendi. Binoy?un kafasında sadece türkünün melodisi çınlıyordu.

Tam o sırada evin önünde bir kaza oldu. İki atlı, yaylı, küçük bir kira arabasına çarptı ve yan yatarak devrilen küçük arabayı öylece yolun üstünde bırakıp bütün hızıyla uzaklaştı.

Binoy sokağa fırladı. Arabadan on yedi, on sekiz yaşlarında bir kız çıkmıştı.

İhtiyar bir erkek de inmeye çalışıyordu. Onların yardımına koştu. İhtiyarın sapsarı olduğunu görünce, ?Yaralanmadınız ya efendim?? diye sordu.

İhtiyar gülümsemeye çalışarak, ?Hayır, bir şeyim yok!? diye ce-vap verdi. Ama gülümseyişi çabucak silindi yüzünden. Bir yerinin ağrıdığı belliydi. Binoy koluna girdi, kaygı içinde kendine bakan genç kıza dönerek, ?Evim şuracıkta, gelin,? dedi.

İhtiyarı bir yatağa yerleştirince genç kız gözleriyle nerede su bulabileceğini araştırdı. Bir desti yakalayıp babasının yüzüne hafifçe su serpti; bir yandan da yüzünü yelpazelerken Binoy?a, ?Acaba bir doktor çağırtabilir miyiz?? diye sordu. Binoy doktoru çağırtmak için uşa-ğını gönderdi.

Genç kızın arkasında duran Binoy, kızın aynadaki hayaline bakıyordu. Çocukluğundan beri Kalküta?da bütün günlerini çalışmaya vermişti. Dünyanın bildiği kadarını da kitaplardan öğrenmişti. Ailesindeki kadınlardan başka hiçbir kadın tanımamıştı. Şimdi aynada gördüğü bu kızın hayali büyülüyordu kendisini. Kadın çizgilerine, bütün ayrıntılarıyla bakma sanatından habersizdi. Ama bunların içinde bir sevgiyle eğilmiş olan bu genç yüzün tutkulu yumuşaklığı yepyeni, harikulade bir dünya açıyordu gözlerinin önüne. Kitaptan

GORA
Rabindranath Tagore
Çeviren: Adnan Cemgil
Kapı Yayınları
2013, 519 sayfa

Elif Kutlu
(http://kitap.radikal.com.tr/, 07.01.2014)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir