Şeyh Bedreddin: Şair, tohumdaki ağacı görür ve onu söze döker. Ama bir de bahçevan vardır.

bedreddinYaşlı bir ozan olan Satı, birkaç gündür tekkede konuk olarak kalıyordu. Uzun yolculuklardan sonra kendini, kimliğini bulmuştu. Rica edildiğinde hiç ikiletmeden yeni şiirlerinden birkaç tane okuyuverirdi. Sık sık yinelemeyi sevdiği bir söz vardı:

“Büyük bir şair olabilmek için, otuz yıl okumak öğrenmek, otuz yıl gezip dolaşmak, otuz yıl da görüp anladıklarını insanlara anlatmak gerekir.” Satı’ya kendisinin altmışını epey gerilerde bıraktığı, kendi sözü uyarınca, gezip dolaşmaya artık bir son vermesi gerektiği anımsatıldığında, işi şakaya vururdu. Efendim, düzdü, bayırdı demeden şunca yıldır tozlu yollar aşmaya alışmış bacakları, bir türlü tertemiz bir halının üstüne oturmayı beceremiyordu … Neden derseniz, kıvrılmayı unutmuşlardı, hep dik durmak istiyorlardı. Bu laf anlamaz söz dinlemez bacakların zararı ise şairin başınaydı, çünkü bu densiz bacaklar yüzünden, baş, kendini kimselere duyuramadan kırklara karışacak ve Satı kulunuz da büyük bir şair olamayacaktı.

Satı bunları söyledikten sonra seyrek sakalını avucuyla sı­vazlayarak kurnaz kurnaz gülümserdi.

– Şiirin ve şairin akılla işi yoktur demekle bizi hak etmediğimiz ölçüde alçaltmış olmuyor musun, Şeyhim? Kaldı ki, bunca akıllı bir insan olmana karşın sen de şiir denen şeyden haylice nasiplenmişsin; bizim şair takımı sana da edeceklerini etmişler.

– İnsaf, Satı! Biz, yüreğin derinlerinde doğan kelamın herkese anlatılması, bilinir kılınması için aklın gerekli olduğunu söyleriz. Fark, bizim yolumuzdadır.

– Nasıl yani?

– Şair yüreğini kafasında taşır, bize gerekense yürekteki akıldır.

– İyi de, şeyhim, ha Ali-Veli, ha Veli-Ali … ! Sonuçta aynı amaca varılmıyor mu? Yani yüreğin akılla birleşmesi?!

– Öyle, Satı … Haklısın. Haklısın ya, yine de işin içinde bir incelik var. Şair niçin büyüktür? Ya da şöyle söyleyeyim: Şairi büyük kılan nedir? Şair, örneğin, tohumdaki ağacı görür ve onu söze döker. Gökyüzüne dayanan dal ve yaprakları, üzerinde cı­vıldayan kuşları, yolcuların durup soluklandığı serin gölgesi, derinlere inip toprağa sımsıkı tutunan köklerinin güvenirliğiyle tohumda gördüğü ağacı söze döker … Ama bir de bahçevan vardır ve ondan beklenenler bambaşkadır. Tohumun nereye, ne zaman, nasıl ekileceğini, şairin tohumda gördüğü şeklin, -o ulu ağacın- oluşabilmesi için ne zaman nelerin yapılması gerektiğini bilmek gibi … Biz bu işte daha çok bahçevana benzeriz. Hayatı, yüreğimizde doğan gerçeğe uygun bir biçimde kurabilmek için, nasıl, nerede, ne zaman, kaç vakitte, neyden önce, neyden sonra gibi sayısız soruya yanıt bulmamız gerektir, yani akla gereksinmemiz vardır. Burdan çıkan şudur: Biz kim, şair olmak kim! -Susup soluklandı, Mecnun’dan yana baktı, sonra yine sürdürdü:- Tıpkı bunun gibi, Mecnun kardeşimizin bizden söylememizi istediği sözü söylemeden önce, her yönüyle düşünmemiz, tartmamız, ancak ondan sonra sizlerin görüşlerine sunmamız gerekir. -Şaire döndü, elini usulca dizine koydu.- Ve senin görüşüne, ey koca şair, Satı dost …

(sayfa 25,26)

Radi Fiş
Ben de Halimce Bedreddinem
Çeviren: Mazlum Beyhan
Evrensel Basım Yayın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir