Şiir ve Devrim – Cemal Süreya

cemalsüreyaKarl Marx söyler: “Kapitalist üretim, düşünceye ilişkin bazı üretim dallarının bütününe, özellikle sanata ve şiire düşmandır.” Burada şiirden ayrıca söz edilmiş olması boşuna değil. Gerçekten kapitalist gelişimle dünya şiirinin gelişim süreci arasında bir ters orantı var gibi görünüyor. Hele kapitalizmin “en ileri aşaması” emperyalizm döneminde bunu çok daha açık bir şekilde seçmek mümkün. Şairin önü kapitalist toplumlarda tıkanmıştır; öyle ki en kapitalist toplumda en çok tıkanmıştır.

Amerikan şiirini, Alman şiirini, İngiliz şiirini örnek verebiliriz buna. Amerikan romanının yanında Amerikan şiiri, Alman hikâyeciliğinin yanında Alman şiiri, İngiliz eleştirisinin yanında İngiliz şiiri, yakın geçmişteki bazı büyük ustalara karşın, beklenen ölçüde bir gelişim çizgisi çekmek şöyle dursun, uykuya yatmış bulunmaktadır. Fransız şiiri de Birinci Dünya Savaşı’nın ve bu savaş öncesinin birikimiyle ortaya çıkan gerçeküstücülükten ve 1940’ları izleyen yıllardaki toplumcu devinimin coşkusundan sonra, yirmi yılı aşkın bir süredir, sessiz sedasız duruyor. Sonra, şu da var: 20. yüzyılın başlarında Fransız şiirinin görkemli çizgiler içinde varoluşunu, Fransa’nın, sözgelimi bir Almanya, bir İngiltere kadar sanayileşmemiş olmasıyla birlikte de düşünmeliyiz. Buna karşılık İspanya’da ve Latin Amerika’da şiirin bugün de, besleyici iki kaynak halinde göz alışı var.

Çağımızın önemli düşünürlerinden G. Lukacs da Goethe ve Çağı adlı incelemesinde Kari Marx’ın yukardaki düşüncesini önemle ele alıyor. Kapitalizmin doğuşundan sonra beliren toplumsal aşamaları gözleyerek bunlarla burjuva estetiğinin ve sanatının girdiği bunalımlar, açmazlar arasında koşutluklar arıyor. Fransız Devrimi ve aynı sıralarda İngiltere’de büyük genişleme kazanmış olan sanayileşme döneminde burjuva estetiğinde ve sanatında meydana gelen kopukluklara eğiliyor. G. Lukacs’a göre 18. yüzyılın büyük sanatçılarıyla oluşmuş o büyük ve “saf coşku”, edebiyatta birdenbire günü birlik burjuva hayatının görünümleriyle tamamlanmak istenmiş, yeni yazarlar mutlaka eğilinmesi gereken biçim sorunları üstünde hiç durmaksızın çağdaş romanı kurmaya gitmişlerdir Böylece, sorunsal kişi (caractere problematique) de, onu karşılayacak sanat biçimleri de, biraz aceleye getirilerek ve “zorlama” olarak yaratılmıştır.

Alman edebiyatı üstüne yaptığı araştırmalarda G. Lukacs, ka-pitalist toplumun yukardaki yönde ikili bir yönseme kazandığını söylüyor: Kapitalist toplum, 19. yüzyıl boyunca idealist (neoklasik) bir sanatla gerçekçi bir sanatı bir arada barındırmak istemiştir; ama o idealist sanat çağdaş hayattan iyice kopmuş, o gerçekçi sanat ise kendine özgü bir biçimi bulacak yetenekte olmamıştır. Goethe, Balzac gibi yazarların başarısı da toplumda oluşmuş bulunan estetik kaygıları hiç umursamamalarında, tuttukları işi ucuna kadar götürerek, onları aşmalarındandır.

Sözü yine şiire getirelim. Kapitalist üretimin şiir üretimini tıkayacak şekilde geliştiğinin doğru olması, bunun tersinin de mutlaka doğru olacağını göstermez. Yani en az kapitalist bir ortamda şiirin çok önemli bir yeri olabileceğini ileri süremeyiz. Önemli bir yeri olsa da, mutlaka gelişkin bir durumu olduğunu söyleyemeyiz. Kapitalizm de toplumsal gelişimin ileri bir aşaması olduğuna göre, belli bir düzeye kadar sanat verimlerini kendince değerlendirecek¬tir. Ama belli bir düzeyden, daha doğrusu yoğunlaşmadan sonra, kapitalist ortamda sanat üretimi o ortamın ayırıcı özelliğini daha çok (daha çabuk, daha doğrudan doğruya) taşıyan başka üretim dallarına bağlanmaya, bir yerde onların “ardırı olmaya başlıyor. Sanatların bazen, ya da bazı sanatların, toplumun üst tabakasında belli bir ilgi, belli bir seçme, belli bir fiyat kazanması da o ardıllık niteliğinin baskın çıkmasından oluyor.

Paris’te çıkan Arts dergisinin sahipleri aynı zamanda ordaki büyük resim galerilerinin de sahipleridirler; Arts dergisinin beş- on yıllık planları vardır; bu planlar, depoları dolduran tabloların sürüm planlarıyla uyumlu olarak hazırlanmıştır. Diyelim, Arts dergisinde çıkan yazılar genellikle izlenimci okulu tutacaktır bu beş-on yıllık süre içinde, daha çok o okulu eleştirecek, onu öncelikli kılacaktır resimsever görünen alıcının (Amerikalı turistin, fabrikatörün, evine mobilya alır gibi tablo alan zengin kişinin) gözünde; çünkü izlenimci nitelikteki tabloları çok önceden depo etmiş bulunmaktadır; şimdi de başka başka nitelikteki resim ürünlerini ucuz ucuz alıp deposuna atmaktadır; yarın depodaki izlenimci tablolar bittikten sonra, bu kez, bu yenileri üne erdirmeye çalışacak, çok kazançlı bir şekilde bunları elden çıkarmanın yollarını arayacaktır.

İkinci bir örnek: Christian Dior üne ermiş bir terziydi, bir moda yaratıcısı olarak bütün dünyada dalgalanmalar meydana getirmişti. Bir de Pierre Boussac var; Pierre Boussac, Paris’te LAurore gazetesini çıkarır, aynı zamanda Avrupa’nın en büyük kumaş fabrikalarının sahibidir. Christian Dior daha üne ermeden, kısa etek modası var¬dı. Bir gün Pierre Boussac, Dior’la bir görüşme yapar; kendisini üne erdireceğini, bunun için milyarlar dökeceğini, elinden gelen her şeyi yapacağını söyler; bütün bunlara karşılık Dior’dan tek isteği vardır: Uzun eteği modalamak.
Genel şeması içinde alırsak, kapitalist toplumda, bugün estetik de sanat ürünleri de sanayileşmekte, başka sanayi kollarının ardılı olmaya doğru gitmekte; kapitalist toplum içinde ancak bu şekilde önemli bir yer edinebilmektedir. Ayrık durumlar da vardır kuşkusuz. Ama genel gidişi değiştiremiyor bunlar.

Bu gerçeği, Marksizmi yererek kapitalizmi savunan bazı yazarların düşüncelerinde de bulmak mümkün. Sözgelimi Raymond Aron bu amaçla yazdığı ve geçenlerde yeni baskısı yapılan Aydınların Afyonu adlı yapıtının bir yerinde kapitalist hayatın profesyonelliği çoğaltarak amatörlük ruhunu nasıl öldürdüğünü belirtiyor.

İşte kapitalist toplumda şiirin öbür sanatlara göre daha bir köşeye atılmasının iki önemli nedeni olduğu kanısındayız.

Bir kere, şiir eğlence (distraction) niteliğini hiç taşımayan bir sanat. Bu bakımdan çok genel anlamda temizleyici, (belki) yetiştirici, (mutlaka) bileyici nitelikleri dışında bir nedenle bir aracının ona yaklaşması söz konusu olamaz. Resim, mobilya olarak da kullanılabiliyor; roman vakit öldürmek için de okunabiliyor; şiir ise kendi akışı dışında, yararlanılabilecek bir nitelik taşımayan bir sanat. Asi bir sanat. Bu yüzden, para-mal-para düzenine pek giremiyor, kapitalist üretimin çarkında “başka bir özel planda” görünerek devinemiyor. Kapitalist üretim de kendisine elverişli gelmeyen bu uğraş alanını kovuyor, gerilere itiyor. Yarattığı hayat biçimleri içinde bir yer vermek istemiyor ona.

İkinci olarak, kapitalist toplumu besleyen sağcı düşünce, öteden beri dile karşıdır. Doğanın sessizliğine hayrandır. Hatta bir yerde sessizliğinden ötürü “Doğa sağdadır” diye konuştuğu olur. Dile uğ-ramadan bireysel bir aşım içinde olmayı özler. Bu yüzden, en çok dil olan, hatta bir yerde dilin kendisi demek olan şiiri daha fazla itibarsızlaştırmak yolundaki çalışmasını doğal karşılamak gerekir.
Papirüs, Ağustos 1969

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir