Şair ve Şiiri – M. Şehmus Güzel

« Yorgunum,
kapanmadan gözlerim ve
uyuşmadan dizlerim,
toprak kokulu bir haber uçur,
gelirim,
gamzelerine toprak yapışmış sevgilim. »

Şiirler yazılı olsun veya sadece sözlü olsun, fikirle, düşünceyle, aşkla, özlemle, kavuşmak arzusuyla, hasret ve nostaljiyle, melankolisi eksiksiz, yaşamın sözcüklere düşülmesidir. Bir daha kalkmamacasına. Ve yaşanılanlar, yaşanmışlıklar sözcüklere düşüldükçe yazılırlar da. Yazan her zaman şiire can veren olmasa bile. Yakınındaki dinleyenlerden biri de bu işi yapabilir. Onlar da tarihe bırakılır böylece. Şiir, bunun artık tartışması bile olmaz, tarihteki özlem, aşk, tutku, kavuşmak yada kavuşamamak, gitmek yada gidememek izlerinin silinmeyenleridir o zaman. Enazından burada böyle.

Josef Hasek anadan doğma şair midir ? Yaşadıkları mı onu şair kılmıştır ? Bunu okuyan yanıtlar, şairin sustuğu nokta da burasıdır. Şairin görevi şiirini yazar yazmaz biter. Şair şiir nöbetine başlar. Yaşamayı, sevmeyi, sevilmeyi ihmal etmeden. Yenisi yazılana kadar. Saati ve sırası gelince şiir ortaya çıkar. Saati belli olmaz. Ne zaman geleceğini önceden bildirmez. Kapınızı aniden çalar, karşınıza aniden çıkar ve kimi kez şairini bile şaşırtır : Bu şiir benden mi dedirtir. Evet benden dediği an şiir bitmiştir. Sonrası okuyucularına, meraklılarına kalır.

Josef Hasek Anadolu?nun göz nuru ve alınteri mekanlarından, okur yazarı ve aydını öteden beri bol ve cömert Antakya?dan çıkan şairlerimizdendir. Size onu tanıtmak istiyorum bugün. Kimsenin henüz sesini ve şiirini duymadığı bir şairdir çünkü.

Şair şiirini aynen şöyle tanımlıyor, aynen şöyle, evet aynen : « Şiir bence bir ilham işidir ilk önce, duygusal veya düşünsel deneyimleri, dilin ses ve ritm öğelerini kullanarak, yoğunlaşmış ve sıradanlıktan uzak bir şekilde ifade etme biçimidir. Şiir bence bir ?refugium?dur, bir sığınaktır, kişinin yabancı coğrafyalarda kendine bir ses köprüsü yaratma çabasıdır. Modern toplumlarda hayatımızı adeta abluka altına almış korkularla, fobilerle başetme girişimidir şiir. »

Başka bir yerde şair şöyle diyor : « Şiir hayatın zor dönemeçlerinde kendime tutuğum aynadır. »

Sadece bu kadar değil elbette. Mutlaka dahası da var. Bunu okudukça şiirlerini bizzat görmek ve tadına varmak olanağı buluyoruz. Peki güzel hoş ta şair şiirini neden yazıyor ? Şairin şiir yazma arzusu, gereksinmesi saat kaçta başlar, saat kaçta biter ? Josef kendine özgüdür, bütün şairler gibi ama biraz daha fazlası da var. İşte yanıtı :

« Şiiri biraz da yenilgi ve melankoliden yazıyorum; yani şiirimde toplumcu motifler bulmak mümkün ancak şiiri toplumun hizmetinde bir mızrak gibi kullanmak amacım yok… Şiir yazma serüvenim liseli yıllarda, Antakya?da, başladı aslında, fakat bu şiir ilhamının dinamikleri hep negatif ortamlardan beslendiler. Güvensiz, sevgisiz bir aile ortamından, korkulardan, yabancılık ve dışlanmışlık duygusundan, melankoliden, savrulmuşluktan, dibe vurmaktan en çok ta düş kırıklıklarından… Şimdi böylesine öğelerden ivme kazanmış bir şiir içerik olarak ta negatif olur, diye düşünülebilir, ama böyle olmak zorunda değil…

Uykusuz geceler, bekleyiş durumu, özlem, ayrılık ya da ölüm korkusu şiirin ilham perileri için ayrıcalıklı durumlardır, hele bir de yar ve mis gibi bir bahar eşlik ediyorsa bu durumlara; şiir kayıtsız dayatır o vakit. Ancak demin sıraladıklarım iyi bir şiirin doğuşu için vazgeçilmez koşullardır; buradaki öznellik aslında şiir için bir engel değildir, aksine şiirin özgünlüğüne katkı sunan bir unsurdur, diye düşünüyorum. »

Josef ilkokulu Antakya?ya bir cigara içimlik Altınözü?ne bağlı, şirin, başı ormanlarla, düşüncesi dağların zirveleriyle iletişim içinde ve kendi dünyasında kendiyle barışık meyve bahçeleriyle süslü evleriyle ünlü, doğduğu Tokaçlı köyünde okudu. Ortaokul ve liseyi ise Antakya?da. Portakal ve mandalina ve defene kokulu bu güzel ve güneşi güleç şehrin çok sesli ve çok kültürlü, çok dinli ve çok dilli ortamında, hakiki demokrat, hani tutmasalar özgür ve bağımsız ve neredeyse özerk bir çevrede diyeceğim, temiz, ve bilhassa parazitsiz bir hava soluyan Josef lise ve üniversite yıllarında devrimcilerle ve devrimle tanıştı. Orada işte sol gelenekle tarihten gelen ve geleceğe uzanan köprüde yürümeye başladı. Antakya, bilenler bilir, solun kalelerinden biridir öteden beri. Tarihi henüz yazılmamış bir deneyimler destanıdır bu. Oradan gelenler, anılar, kokular, tadlar şiirinde eksik değildir. İşte tam sırasıdır birkaç kelimeyle anmanın zamanıdır :

« çocukluğumun tanıdık sokakları
ve beni o sokaklara bağlayan defne kokuları. »
O günlerde « bir asker selamı çabukluğunda geçerdi zaman
ve suskun çocuklar konuşurdu arkamızdan
güzellik kavga mı olurdu ne.
Her nasılsa dövüşerek büyüdün işte.
Dayan biraz,
zaferin sabahına az kaldı. »

Evet işte ispatı burada : Şair dünden söz ederken yarınlarımızdan umudunu kesmez, şairin yapacağı da budur zaten. Ve al işte der, tam zamanıdır yazmanın şiirimizi ak kağıtlara, çarpıtılmamış gönüllere umutla perçinlemenin. Kalemini kullanır ve yazacağını yazıp bırakır. Kıymeti bilinsin diye : Dün unutulmasın yarınlara umutla bakılsın isteğiyle. Çünkü zaten şiirimiz « sanki » : madem ki yaşanılanla yaşanıl(a)mayan, arzulananla arzulandığı halde yapılamayanlar arasında gidip gelmelerimizdir şiirlerimiz. Ben ve ilişkin sözcükler olanaklar ölçüsünde çok az kullanılıyor burada yine de. Son analizde şiirde bu sözcükler hiç kullanılmamalı, derim, şair çünkü sonuç itibariyle kendini anlatır, anattıkları diğerlerine derslerle yüklü bile olsa.

« geri gelmez/eriyip giden/yürek » yazılı şiirde elbette aşk vardır. Aşkın bütün halleri de. Ancak şairin şiirinde aşktan fazlası da var. Kavuşamamak, köyünden kentinden ve kendinden, ailesinden, ülkesinden uzaklaşmak, köksüzlüşmek tehlikesi ve korkusu, gurbette yolunu aramak, yalnızlık, zulüm, baskı, itiraz, isyan, kavga, zafere ayarlı saatler ve daha binbir şey var. Bütün yaşanmışlık halleri de. « Susma/yeter artık konuş ! » veya « Sözlerin zamana atılan çengel » diyen şiirde aşk ta temalardan biridir ama sadece biri.

Bu şiirlerin her birinde bir parça da bir « Nâfile Cehennem » vardır. Bize artık okumak kalıyor. Bu da az şey sayılmamalı hani. Bu şiirin içindeki, derinliklerindeki gizil anlamı aramak ve bulmak ta gerekiyor. Gizil ve güçlü anlamı aramak, bulmak, bulmak ve saklamak artık okuyucunun.

Şair şiirinde Arapça kelimelerle yakın bir ilişki ve kimi kez özlemle karışık bir tutku içinde, çünkü amacı tarihî köklere gönderme yapmak. Bilinç altına ve bilinç üstüne hitap etmek. Antakya bu dili iyi anlar. Sadece Antakya da değil elbette. Şair günlük konuşma dilini dışlayarak kurulu dilin yapısını bilinçli olarak bozmak umuduyla Arapça ve Osmanlıca sözcüklere yöneldiğini de saklamıyor. Ve sonra aynen şunları ekliyor : « Bunu yaparken halkın tarihsel bilinçaltına yönelmekti amacım; daha doğrusu Arapça veya Osmanlıca kelimenin egzotik tılsımında daha güçlü imgelere ulaşabileceğimi düşündüm. Şiirim sıradışı olacaksa, işe önce dildeki, yargılardaki ve en çok ezberlerdeki kurulu düzeni bozmak girişimiyle başlanılmalı, öyle değil mi ? Ne dersiniz ? »

Şairin işine, şairin şiirine karışılmaz derim : Her şair sonuç itibariyle kendi şiirini yazar. Yazılan şiir en önce şairindir. Sonra okuyucunun. Bize de artık şairin şirini okumak, tadına varmak kalıyor. Hani bu da az şey sayılmamalı.

« Şiir hayata adanmış yaldızlı bir yalandır/iç sarsıntılarına iyi gelen/kusursuz bir masaldır ».

Peki iki gözüm öyle olsun ve ispatı için de şu parçayı burada sunmak ta şartır artık :

« Bu uçuşun menzilini bilemez
başka hiç kimse;
başka hiç kimse uçamaz
ayrılığın cehennemine,
herkesin kanatları yanar
senin dışında…
Bir med cezir olur,
gecenin koynunda,
deniz çekilir,
maskeler düşer,
aşk ve ihanet çıplak olur… »
Evet bunun şakası da kalmadı kesinlikle çünkü aşktan ve yaşamdan kaçamazsın. Yirmi yıl önce veya yirmi yıl sonra aşk, ihmal ettiğin aşk, yakalar seni. Ya kulağından ya elinden tutar. Ya da yapışır dudaklarına bal dudaklarıyla. Bırakmaz. Sarılır. Sarışınlar solar. Esmerler solmaz. Asla.
Bu da bize yeter. Kurtuluşumuz şiirde, aşkta ve sanatta: Sarıl şiire. Sarıl aşk(ı)na, şiire ve sanata. Dört elle sarıl.

NOT : Bu tanıtma faslından sonra Josef Hasek?in şiirlerine burada veya başka bir yerde rastlarsanız tanımamazlıktan gelmeyin lütfen, bir selam verin, iki satır sözleşin, bu şiirler çünkü « yürek penceresinden deprem manzaraları »dır.

İKİNCİ NOT : Abidin Dino?nun aramızdan ayrılışının yirminci yılında onu Paris?teki ev-atölyesinin balkonunda eşi Güzin Dino tarafından çekilen bir fotoyla anmak istedim : Abidin Dino?nun yeri hep böyle çiçekler ve güller arasında olsun.

ÜÇÜNCÜ NOT : Ahmed Bamerni?nin Kürt Baharında Hayatını Adamış Bir Peşmergeyim (Pêrî Yayınları, İstanbul, 2011) isimli kitabının kimi kitap sitelerinde bana mal edildiğini gördüm. Bu yanlışı da bu vesileyle düzeltmiş olayım. Pêrî Yayınları birkaç kitabımı yayınladı ama burada adı geçen kitabı ben yazmadım. Duyuruyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir