Şiir, kuşaksızdır; telgraf direklerini yeşertecek kadar öz(lü)gürdür. ?Sınırboyları?nın çocuğu olarak, ?Balkanlaştırma?ya karşı şiirler yazarak çok genç yaşta edebiyat dünyasına giren Niyazi Akıncıoğlu, kendisinin beslendiği ve aynı zamanda büyümesine katkıda bulunduğu toplumcu şiirimizin Trakya damarına kan vermiştir. Bu anlamda ?1940 kuşağı? gibi sınırlayıcı ve renksizleştirici bir çerçevenin dışındadır. O, ilk kitabı ?Haykırışlar?daki (1938?de yayımlanır.) memleketçi-milliyetçi izleklerden oluşan şiirlerin genç şairi olmaktan, 1940?lardan itibaren toplumsal sorunları, sınıfsal çelişkileri, toplumcu aydınlanma ve insani duyarlıkları temel alan şiir damarına kan verir.
Niyazi Akıncıoğlu, edebiyat dünyası ve şiirseverler arasında en çok ?Selam? şiiriyle bilinir. Özellikle ilk iki dize, onun eğretileme gücü bakımından sıkça örneklenir. Bu şiirde insandan doğaya, doğadan doğaya aktarmaların sıcaklığı dikkat çeker. Şöyle:
?selamın geçiyor besbelli,
yeşerdi telgraf direkleri;
seneler sonrası, ormanından ayrı.
bir sevinçtir aldı kırlangıçları,
rastgele öpüştüler;
düşünmeden günahı, öbür dünyayı.
ben deli-divane olsam,
çok mu görülür??
Günlük dilde kullanılan sözcüklerden duyumsatma gücü zengin bir söyleyiş geliştirdiğini gördüğümüz yukarıdaki şiir yanında ?Kuş Kanadından? şiirinde halk şiirindeki anlatı biçimine yaslanan bir dize kuruluşu söz konusudur Akıncıoğlu?nun. Onun şiirlerinde divan ve halk şiiri motiflerinden ustaca yararlanmasını bilir. ?Gurbet eller yoldur: / bir ucunda tevellüdüm müjdelenir, / kara haberim gelir öbür ucundan; / ve her çeşme başında üçe ayrılır. // Üç kardeşin en küçüğü ben avareye / kervan geçmez yollar salık verilir. / Gitmem demem.? dizelerinde olduğu gibi halk şiirinin söyleyiş özelliklerini ve sesini başarılı bir şekilde kullanır. Asım Bezirci, “Akıncıoğlu -Nazım Hikmet’ten sonra, ama Enver Gökçe ve Ahmet Arif’ten önce- halk şiirinden yararlanan ilk toplumcu şairdir” demiştir. Asım Bezirci?nin bu yerinde saptamasına karşın, şairin toplumcu şiirleri nedense yaşadığı dönemde (1919-1979) ve sonrasında da 1951 TKP Tevkifatı?nın derin acılarını yaşamış Enver Gökçe ve Ahmed Arif gibi bilinmemiştir. Hatta, 1951-1970 arasında onun şiirlerine bir bakıma sansür uygulanmıştır. Bu sansürcüler arasında ?toplumcu? geçinenlerin de olduğu söylenir. Oysa Akıncıoğlu, kendisi gibi dönemin önemli toplumcu aydın ve sanatçıların büyük yıkım yaşamalarına yol açan 1951 darbesiyle ilgili şunu söyler: “Eğer sağlığım el verirse, 1951 Tevkifatı’nın destanını yazacağım. İyi bir sanatçı olmak için önce, kendi halkını sevmesi, daha doğrusu bu halkın içinden bu halkın en devrimci sınıfına bağlılık göstermesi; bunu içtenlikle yapması şarttır.” Ancak, siyasal tarihimiz açısından da önemli olabilecek bu destanı yazamamıştır.
?Yürüyüş? dergisinin 9.1.1943 tarihli sayısında yayımlanan ?Ajans? şiirinden ölümüne kadar yazdığı şiirlerde umut her zaman güçlüdür Akıncıoğlu?nun. Eylemsilerle destansı anlatı dilini, bu şiirde de ustaca kullanan şairin, eşitlik-özgürlük gerilimine ?hürriyet-yaralı ceylan? metaforuyla işaret ettiğini görüyoruz. Sermayenin, sömürünün egemen olduğu toplumda emekle doğayı ve kendini yeniden üreten emekçi kitlelerin, eşitlik ve özgürlük mücadelesinde yol almalarının kanla yoğrulduğu gerçeğini de kör parmağım gözüne olarak okuru kendisiyle yüzleştiriyor. Bunun içselleştirilmesini sağlamak için şiirin tümünü okumaya çalışalım şimdi de?
AJANS
Radyoda bir hüzzam şarkı var
dışarda sümbül havası,
“halbuki şimdi uzak ufuklara kar yağıyor.”
Daha evvel ajans dinledik,
zincirlerini şakırdatarak geçti esaret
alev raylar üzerinden demir arabalarla.
Toprak gebeydi,
toprak çocuklar: Dostlar,
kiminde orak, kiminde balta
-buğday kokan avuçları kan içinde-
emeklerini yığın yığın, başak başak
harman yerinde bırakarak
döğüştüler en ön safta.
Döğüştüler ve öldüler.
Sonra hürriyet
-yaralı ceylânlar gibi-
ve sulh
-anam sütü kadar helâl-
yüzünde ne bir kin, ne bir infial düştü yollara.
Yollar uzun, menzil ırak
ayakları kanıyor, yalnayak!
Bir şarkıdır bu
sulh ve hürriyet dediğin
ağız dolusu söylenir ufuklara karşı.
Bir şarkıdır bu
kalû belâdan beri söylenir
kurtlar dilinde, kuşlar dilinde.
Ben, onunla büyüdüm
onunla yürüdüm
onun için büyüttüm bu boyu
onun için ölebilirim.
Demir bu şarkıyla dövülür
Bu şarkıyla yürür gemiler
ve bir temmuz öğlesinde
mola verdiği zaman orakçılar
bu şarkıyla ayran içer.
Bu şarkıyla geçer
semasından insanların
boşaltıp rahmetini kümülüs bulutları.
Dostlar,
dostların dostları;
bu bâbda ne söylesek az.
Bir şarkıdır bu
kan ve ölümle yazılmış kalplerimize,
unutulmaz!
Şairin, İkinci Paylaşım Savaşı?na kadar Cumhuriyet?in uluslaşma politikasının çerçevesinden çıkmayan Niyazi Akıncıoğlu, savaşın Avrupa?da yol açtığı yıkımın etkilerini Balkan sınırlarında hissettikçe savaş ve emperyalizm karşıtı bilinç geliştirir. Giderek toplumcu şiirin özgün dilini oluşturur. Bu doğrultudaki şiirlerini Yürüyüş, Ses, Gün, Sokak, Pazar Postası, Pınar, Yeryüzü, Meydan, Dost gibi dergilerde yayımlar. 17.02.1979 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yazar-şair Mehmed Kemal onun için şunu demektedir: ?Niyazi Akıncıoğlu, divan şiiri kelimeleri kullanarak kendine özgü bir şiir dili oluşturmaya çalışmıştır. Onun için şiirlerinde birçok divan şiiri ?mazmun?u bulabilirsiniz, Niyazi?den sonra üne kavuşmuş birçok şair, bilerek bilmeyerek, onun geliştirdiği şiir dilinden yararlanmıştır.?
1939?a kadar Orhan Şaik Gökyay, Faruk Nafiz Çamlıbel gibi şairlerin etkisinde kalan şair, 1940 başlarında Garipçilerin söyleyişinden de etkilenir. Kendi özgün dilini bulma çabasıyla şiirde yol alırken Garipçilerle toplumcu-gerçekçilerin arasında bir çizgi tutturmaya çalışır. O dönemin toplumcu şairlerinden Rıfat Ilgaz’a sunum yaptığı ?Saklambaç? şiiri bu çizgiye örnektir. Şöyle:
“Niçin düşünüyorum
Saklambaç oynadığımızı;
Saklambaç oynadığımız günler
Çok mu geride kaldı?
Özlemiş olmalıyım.
Sen özlemedin mi?
Saklambaç oynamak istiyorum:
Çocukluğumuzdaki gibi
Ve son defa…
Bakalım bulabilecek misin?
Bu sefer çitin ardında değilim,
Ne de fırın içinde,
Çok başka yerlere saklanacağım;
Gözlerini yum çocuğum, gözlerini yum
Saklanıyorum…
Oldu bitti
Kara kuşlar öttü… “
1938 sonrası şiirlerinin öldükten 6 yıl sonra 1985?te ?Umut Şiirleri? başlığıyla yayınlanması, onun şiir damarının yeni kuşaklara bağlanması bakımından önemlidir. Ancak, üzerinde başlı başına durulması gereken Niyazi Akıncıoğlu şiiri, Nâzım Hikmet?in uzun hapislik dönemi ve şiirlerinin yasaklandığı bir konjonktürde toplumcu şiirin güçlenmesine, yaygınlaşmasına katkıda bulunmuştur. Şiirimizin bu damarını sosyalist selamıyla yeşertecek şairlere, onun yaşamıyla da örnek olduğunu söyleyebiliriz.
Müslüm Kabadayı