Sınırda Ağaçlar Ağlarken? – Müslüm Kabadayı

?Ağaçlar gibi ayakta ölmek istiyorum.? demişti, ?bitmedi daha sürüyor o kavga/ ve sürecek / yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!? diyen şair Adnan Yücel, on iki yıl önceki bir sohbetimizde. Temmuz 2002?de bu doğa ve insan sevdalısı şairimiz toprağa kavuşurken, ben Şam?da Arapça yazı dilini ve edebiyatını öğrenmekle meşguldüm. Komşu bir ülkenin doğasını, tarihini, kültürünü de yakından tanımanın, Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasıyla ortak yönlerinin gücüne şaşırmanın öğreticiliğiyle de meşguldüm. On yıl önceki birikimlerimi ?Suriye Günlüğü? başlığıyla kitaplaştırırken, şimdilerde o toprakların kan gölüne dönüştürülebileceği hiç aklıma gelmemişti. Gerçi binlerce yıla yayılan ?taş-demir ve elektronik uygarlıkları?nın bu toprakları defalarca kana buladığını, Moğollar ve Haçlılar döneminde en büyük yıkım ve kıyımların yaşandığını biliyordum ama yine de doğanın ve insanın bu denli karanlığa boğulacağı bir işgal politikasının bu kadar kısa sürede gündemimize geleceğini varsayamazdım?

Adnan Yücel; coşkun aşk, eşitlik ve özgürlük şiirleriyle aramızda yaşıyor. Çocukluğumun geçtiği toprakların devamı konumundaki Suriye?deki ağaçlar çatır çatır, ormanları yurt edinmiş hayvanlar cayır cayır yanarken, çağdaşımız Adnan Yücel?lere daha çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Çocukluğu ve gençliği, bu sınır boylarında geçmiş; ağaçların, çiçeklerin, hayvanların dünyasını kişileştirerek şiir atına bindiren Ali Yüce?nin şu dizeleri geliyor aklıma, ?Aç Ağzını Karanlık? şiirindeki?

?İşim gücüm bu benim
Sorguya çekmek çirkinleri
Emeğin suyu ak da
Sömürünün değirmeni niçin kara
Bütün suçum bu benim
Tahta çıkarmak güzeli
Uygarlığı halklamak

İşte sabah oldu
Yum gözlerini karanlık
Eski bir ormanda ben
Yeni bir ağaçmış gibiyim
Aç gözlerin karanlık
Tepeden tırnağa ben
Çiçek açmış gibiyim?

19 Ağustos?ta, halkımız yangın yerinde bayram kutlamaya çalışıyor Yayladağı sınır boylarında. ?Çalışıyor? diyorum; çünkü Kesep?ten Üçırmak köyüne kadar uzanan yaklaşık 20 km?lik alandan yükselen dumanlar ve ormanda yanan hayvanların et kokuları köyleri basıyor. Doğu Akdeniz bölgesinde (Lübnan, Suriye, Türkiye) bayramlarda mezarlara mersin çalısı dikilir. Derin kokusu ve koyu yeşil yapraklarıyla bir bakıma ölülere bayramlık olarak giydirilen bu bitkiye, saldığı kokusu nedeniyle ?reyhan? da denir. Çevremdeki herkese şunu sordum bugünlerde: ?Ölülerimizi unutmadığımızı göstermek için mezarlarını mersinle (Mitolojide gençlik tanrısı Adonis?i simgeler.) süslerken, acaba yaşayanların değerini biliyor muyuz? İnsanların kıyımına, doğanın yıkımına yol açan savaşa karşı ne yapıyoruz??

Savaşın çok kötü olduğunu, seferberlik anılarını dedelerinden, babalarından dinleyenler, çocuklukları kıtlık içinde geçenler; çok açık biçimde dile getirip bölgemizde emperyalist ülkelerin (ABD-İngiltere-Fransa-Almanya ve İsrail) saldırılarına ve onların maşa olarak kullandıkları El-Kaide vd. çapulcu katillere tepki gösteriyorlar. Sınır boylarında ?savaş ekonomisi?nden beslenen, özellikle kaçakçılar ise ellerini ovuşturuyorlar. Savaştan beslenmek isteyen Türkiye medyasının ve El-Cezire, CNN gibi sömürgeci sermayenin yayın organlarının, Suriye?de iç savaş çıkartmak için yaptıkları kışkırtıcı yayınların etkisinde kalanlar da savaş baronlarının ekmeğine yağ sürüyorlar. Halkı Alevi-Sünni, Türk-Arap-Kürt ayrımı üzerinden germeye çalışan işgalci ve sömürgeci güçlerin oyunları karşısında bölge halkı geleceğinden çok tedirgin, ancak ne yapacağını bilmiyor?
İşte böyle bir ortamda gerçek anlamda Dünya?daki tüm insanların eşitlik ve özgürlük ortamında yaşamlarını bayram havasında sürdürmeleri için çaba gösteren arkadaşlarla, 19 Ağustos?ta Suriye?nin Cisr-i Sugur ve Lazkiye kentlerine bağlı topraklarla sınır olan Hatay ili Yayladağı ilçesine bağlı Kışlak, Hisarcık, Aslanyazı (Kandıl), Uluyol (Kaladuz), Görentaş (Nişrin) ve Güveççi köylerinde incelemelerde bulunduk. Bu köylerden Arap kökenli halkın yaşadığı Uluyol, Görentaş ve Güveççi köylerinde Suriye?den geldikleri her hallerinden anlaşılan insanlarla karşılaştık. Ancak, bundan bir süre öncesine kadar çok kalabalık oldukları söylenen bu insanların çok azının kaldığı dikkatimizi çekti. Kalanlar arasında da kadınlar ve çocukların çokluğunu gözlemledik. Yerli halkın, yaşam kaynağı olan tarım ve hayvancılığın batırıldığı günümüz koşullarında geçimini zor sağladığını, her konuştuğumuz kişi söylüyor. Bir de orman yangınlarının yol açtığı zararın, geleceklerini kararttığını belirtiyorlar.

Şair Bedran Cebiroğlu?nun da aramızda yer aldığı Barış Açıkyol, Mehmet Gündüz, Mustafa Varışlı ve Tuncay Dağ?la katıldığımız bu inceleme sırasında bize yardımcı olan Hisarcık Muhtarı Hasan İnce?ye ayrıca teşekkür ederiz. Güveççi?de bizi karşılayıp sıcak davranan Muhtar Cemil Bey?e de? Onun anne tarafından akrabası olduğunu öğrendiğim Rada adlı bir yiğidin, 1918-1938 arasındaki Fransız işgaline karşı çıktığını öğrenmiş olmaktan sevinç duydum. Şimdi soyadları ?Tomak? olan bu aile başta olmak üzere yöredeki köylülerin, bugün de ABD?nin başını çektiği işgal politikasına, halkları din, mezhep ve etnik ayrımlar temelinde düşmanlaştırma stratejisine karşı olmalarını istiyoruz. Binlerce yıldır bir arada yaşayan halkların, insanların dayanışmaktan başka yol izlemeleri, büyük acılara yol açmıştır tarih boyunca. Bundan ders almayanların, aptal ve ahmak konumuna düşecekleri ortadadır.

Dünya?da parmakla sayılacak birkaç ülke dışında tüm ülkelerde eşitsizlik ve haksızlıkların, adaletsizliğin temelini oluşturan sömürü ve baskı politikaları uygulanıyor. Kuşkusuz Suriye?de de sömürü ve baskıya uğrayan emekçi sınıflar var. Onların ülke içinde yaşanan bu sorunlarını çözmek için yürüttükleri sosyal ve siyasal mücadele, sınıfsal ve devrimci nitelik taşıdığı sürece bizlerin dayanışmasına mazhar olmuştur. Ancak ve diğer yandan Suriye, 40 yılı aşkındır Ortadoğu?da ABD?nin başını çektiği emperyalizmin ve onun jandarması konumunda olan İsrail?in işgal politikalarına hep karşı çıkmış bir ülkedir. Filistin halkı başta olmak üzere bölgedeki ezilenlere sahip çıkmaya çalışmıştır. Bugün Suriye?yi parçalayıp yıkmak isteyenlerin taşeronu konumunda olan ?Suriye Ulusal Konseyi? ise, hem emperyalist ülkeler tarafından beslenmekte hem de İsrail?le uzlaşacaklarını her fırsatta açıklamaktadır. Bunların Müslüman halklar, özellikle Suriye halkı adına söz sahibi olmalarının hiçbir siyasal haklılık zemini yoktur. Tam tersine ülkelerinin emperyalizme, İsrail?e daha çok bağımlı hale gelmesinin birinci dereceden sorumlusu olacaklardır. Bu nedenle Türkiye?nin yurtsever ve devrimci işçi-emekçileri, aydın ve sanatçıları, nerdeyse iki yıldır bu ?şer güçleri?ne karşı tavır almaktadır. Bu anlamlı tavrın, halkımızın en geniş kesimlerince anlaşılması, özellikle Hataylıların bunu, yaşamlarının birinci gündem maddesi yapmaları çok önemlidir. Neden mi?

Antakya?da, Yayladağı?nda bizzat gözlemlediklerim, Samandağ?da yaşayanlardan dinlediklerim göstermektedir ki bugün Hatay?ın kent ve köylerine, kamplara yerleştirilenlerin çoğunluğunun yerli halka psikolojik baskı uygulamaya başladıkları, her fırsatta olay çıkardıkları ortadadır. Yerli halk birkaç yerde bu çapulcuları etkisiz hale getirmekle birlikte, bunların ülkemizi savaşın eşiğine getirenlerden destek aldıkları görülmektedir. Hastanelerde bunlara önceliğin verilmesi, bunun en somut örneğidir. Aklı başında her Hataylı, ileride bunların gerici yaşam tarzları ve hazıra konan işgalci konumlarıyla yerli halkın başına bela olacaklarını düşünmektedir. Şimdilerde Hatay?daki toplulukların dinsel önderlerini (Bunların önderlikleri de tartışılır, çünkü bu olaylara açıktan karşı çıkmayan hiçbir kişi ve örgüt önder olamaz.), siyasi parti, oda ve dernekleri kendince seçip çağırarak açıklamalar yaptıran Hatay Valisi, olayların bu noktaya gelmesinden kendisinin de sorumlu olduğunu görmelidir. Vali Bey başta olmak herkes, Ali Yüce?nin ?Olmaca? şiirinin şu bölümünü hafızasına kazımalıdır.

?Ben tüfek olsaydım eğer
Patlamazdım kimsenin üstüne
Bir tetiğimden utanırdım
Bir de eğri parmağından
İnsan amcaların?

29 Eylül 2012?de doğduğu köy Hisarcık?ta şiirlerini okuyacağımız, büyük ozan Ruhi Su?nun şiirlerinden bestelediği müzikleri dinleyeceğimiz Ali Yüce?nin ?şiir melekesi? yerinde olsaydı, sanırız şu dizeleri hepimizin beynine ve yüreğine oklardı:

?Koynumuzda ağaçlar ağlarken nasıl susarım
Göğümüzü et yanığı yapanlara ateş kusarım?

Müslüm Kabadayı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir