Sivas”ta katledilen Behçet Aysan’ın kızı: “Sivas kıyımını yapanların nasıl bir insana kıydıklarını görmelerini istedim” Söyleşi: Deniz Toprak

?Şimdi bakıyorum da kitapta insanlar dolaşıyor kol kola… Anılar, duygular, coşkular, özlemler yürüyüp gidiyor. Bununla birlikte adeta tarihsel bir kesit sunuyor kitap… Seksenlerin o soğuk ikliminden kopup gelen acılarla hüzünlerin bir bileşkesi çıkıyor ortaya.?

Böyle diyor 2 Temmuz 1993?te Sivas?ta 33 aydın arkadaşı gibi diri diri yanan Şair Behçet Aysan?ın kızı. Katliamda babası elinden alındığında Eren Aysan daha on altı yaşında hayata yeni adım atan genç bir kızdı. Ama babasıyla yaşadığı o kısacık anıları tüm Behçet Aysan dostlarının katkısıyla UM-AG Yayınları?ndan çıkan “Bir Eflatun Ölüm Behçet Aysan? kitabı bütünleştirdi. Kimler yoktu ki kitapta, Muzaffer İlhan Erdost?tan Ahmet Say?a, Ataol Behramoğlu?ndan Özdemir İnce?ye kadar birçok kişi yazılarıyla ve tüm hissettikleriyle bu kitaba hayat verdiler.
Biz de Eren Aysan ile katliamın 20. yılına yaklaşılırken hazırladığı ?Bir Eflatun Ölüm? kitabını, babası Behçet Aysan?ı ve Sivas katliamını konuştuk.

?KİTAP TARİHSEL BİR KESİT SUNUYOR?
Böyle bir kitap hazırlama düşüncesi nasıl ortaya çıktı?
Babam Behçet Aysan?la ilgili bir kitap hazırlamayı uzun yıllardır hayal ediyordum. Projenin gerçekliğe dönüşmesi aşamasında ise onun yaşamına dair yakaladığım her ipucundan zaman zaman keyif aldım, zaman zaman da gözyaşlarımı tutamadım. Çünkü Sivas katliamı olduğunda on altı yaşındaydım, çocukluktan ergenliğe yeni adım atıyordum. Ne yazık ki babamla oturup pek çok şeyi konuşmaya zaman ve imkân bulamadık. Bu kitapla birlikte, sanki babamın ölümüyle yarım kalmış olanları, yarım bırakılmışlıkları, yaşamından ayak izlerini derleyerek toparlarım ümidiyle kolları sıvadım.
Şu bir gerçek ki, Sivas Katliamı, sürekli unutturulmak istenen, bunun karşısında da direnmeyi ve umudu taşımakla yükümlü olduğum uzun bir süreç. Çabamızın önü zaman zaman kesilse de, tekrarlanan acılarla harmanlansak da aydın babaların çocukları olarak böyle öldürümlerin yaşanmasına engel olmak zorundayız. Bir de babam, ?Behçet Aysan? özelinde, umutsuzca bir beklenti içinde de olsa, Sivas kıyımını yapanların ve bu kıyıma seyirci kalanların, nasıl bir insana kıydıklarını görmelerine ve kendilerine şaşırmalarına katkıda bulunmak istedim.
Öte yandan günün birinde genç bir öğrenci aradı beni… Üniversitede babamla ilgili bir tez hazırlama aşamasındaydı. Hakkında çıkan yazılarla ihtiyacı vardı. Elimdeki dokümanları derlerken yakın, dost, tanışık ve arkadaşlarının da anılarına başvurma fikri zihnimde canlandı. Şimdi bakıyorum da kitapta insanlar dolaşıyor kol kola… Anılar, duygular, coşkular, özlemler yürüyüp gidiyor. Bununla birlikte adeta tarihsel bir kesit sunuyor kitap… Seksenlerin o soğuk ikliminden kopup gelen acılarla hüzünlerin bir bileşkesi çıkıyor ortaya.

Kitapta Muzaffer İlhan Erdost, Özdemir İnce, Ahmet Say, Ataol Behramoğlu gibi sanat ve edebiyat alanında önde gelen birçok isimden yazılar içeriyor. Tüm Behçet Aysan dostları bu kitapta buluşmuş gibi.
Babamın pek çok dost ve arkadaşının kitapta buluşmasının anlamı çok büyük. Çünkü şiirlerine ve yaşamına daha içerden bakmamıza imkân sağlayan bir çalışma bu. Ayrıca anılar toplamında gördüğüm fotoğraf şu: Kitap yalnızca babama ait değil. Özellikle pek çok anlatı seksenlerin kültürel iklimini detaylı olarak göz önüne seriyor, bu yıllarda yaratılarını yeni yeni yayımlamaya başlayan ve yayın hayatına hız kazandıran pek çok imzanın da yaşamına da ışık tutuyor.

?BİR YANGIN DÜŞÜNÜN Kİ ONCA YILA RAĞMEN HALA YANIYOR?
Kitabın girişinde yıllar önce böyle bir kitap çıkartmayı düşündüğünüzü ve bir dizi acının kitabı hayata geçirmesine izin vermediğini yazmışsınız. Bu yaşanan acı olaylar nelerdi?
Andre Gide?in ne zamandır aklımdan çıkmayan çok güzel bir sözü var, ?gerçeğin rengi gridir? diyor. Tuttum o sözü yıllardır yüreğimi dağlayan Sivas yangınına yakıştırdım. Bir yangın düşünün aradan geçen onca yıla rağmen için için yanıyor, külü hâlâ savruluyor, dumanı tütüyor. Bu nedenle salt gerçekliğin rengi griye bakarken her gün Madımak Oteli?nin içten yandığını hissedebiliyorum. Üstelik bu ülkede öldürülmüş onca aydınların katilleri gibi Sivas katliamında da gerçek katiller, sorumlular yakalanamadı. Davalar düşürüldü, zamanaşımına takıldı kaldı. Ayrıca ben yalnız 2 Temmuz 1993 günü, yani o korkunç vahşetin olduğu gün büyük bir acı yaşamadım. Sivas Davası?nın ilk başladığı gün, Madımak Oteli?ni ateşe verenlerin yanında dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan?ın duruşmaya girmesi bir başka acım oldu, sanıkların başta örgütsüz olduklarını iddia etmeleri, ardından af çıktıktan sonra örgütlü olduklarını dile getirmeleri hiç aklımdan çıkmadı. Yangından kısa bir süre sonra annemin hastalanmasını ve ardından ölümünü de içimde taşıdım. Ne yazık ki bizim gibi ülkelerin tarih sayfalarında aydınların nasıl hunharca yok edildiği yazar. Babam da ?Sesler ve Küller? kitabını ?yüz yıldır ülkemizde güzel bir gelecek için seslere ve küllere, zincirlere ve ölümlere? adamıştı. Kendisinin de aynı acılar ve kıyımlar yolunda gittiğini görmek bu ülkenin kaderinin hiç değişmeyeceğini düşündürüyor bana.
Kitapta, ?Umutsuzluğum gün geçtikçe arttı. Çünkü hep kötüler kazandı? diyorsunuz. Birçok Behçet Aysan dostunun yazılarıyla zenginleşen bu kitap ?umuda ve iyiliğe açılan kapı? gibi?
En azından babam hayattayken W. Benjamin?in ?umut için tasarlanan her şey umutsuzlar adınadır? sözüne dair bir gelecek planım vardı. Ancak umut için hayata ilişkin özel kuralların az da olsa belirgin olması gerekir. 2 Temmuz 93 günü on altı yaşındaki bir çocuğun kalbinde onulmaz yaralar açtı, kafasında da birçok soru işaretleri bıraktı. Bugün hâlâ o sorular geçerliliğini koruyor, başta da ?Biz bu ülkeye bütün bunları hak edecek ne yaptık?? sorusu geliyor. Ama şunu da ekleyeyim: Babamın dizeleri bana hep ayakta kalma ve dirençli olma cesaretini vermiştir. En umutsuz zamanlarımda bile, aklıma babamın ?Yalnız Bir Nar Ağacı? şiirini getiririm. Ve derim ki; ?Bir gün / bir nar ağacının dibinde / bir başka çocuklar / yine Türkiye?yi konuşacaklar.?

?ADALETE HESAPVERMESİ GEREKENLER YALNIZ TETİKÇİLER DEĞİL?
Kitap sadece Behçet Aysan?ı değil katliamı yaşamış ve yakınlarını kaybetmiş herkesin ortak acısını anlatıyor gibi?
Kurduğumuz toplumsal bellek platformundan iki ismin de yazısı var kitapta… Ümit Kaftancıoğlu ailesinden Canan ? Naki Kaftancıoğlu ile Metin Altıok?un kızı Zeynep Altıok Akatlı?nın… Çünkü bizi birleştiren aynı acılar denizinde yıkanmamız. Yaşadığımız öldürümlerin ardından sığındığımız adaletin yerine getirilmemesi… Bir ülke düşünün, siyasi nedenlerle cinayetler ardı ardına yaşansın, devlet üzerine düşen görevi yerine getirmesin! Hatta katiller beraat ettirilsin, cezaları özendirici şekilde azaltılsın! Bu kadarla da kalmayıp, o katillere pasaportlar, ehliyetler, evlilik cüzdanları verilsin! Devlet sorumluları bulacağına, siyasi cinayetlere kurban giden ailelerin yakınları gözünde kurumayan yaşla tek bir nefes, tek bir yürek, tek bir ses olmak zorunda bırakılsın! Bizler çok şeyler yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Annelerimizin, babalarımızın, eşlerimizin kardeşlerimizin katillerinin beraat ettirildiğini, cezalarının özendirici şekilde azaltıldığını yaşadık. O katillere kanun kaçağı oldukları dönemlerde pasaportlar, evlilik cüzdanları, ehliyetler verildiğini gördük. Adalete hesap vermesi gerekenler, yalnız tetikçiler değil yaşadığımız sürecin sorumluları… Yıllardır ayrı ayrı adalet arayışımızı sürdürüyor, yeri geldiğinde yüreğimizdeki korla ayakta dimdik durmaya çalışıyoruz. Bunun için birbirimize tutunuyor, bir daha aynı acıların yaşanmaması için çaba harcıyoruz. İki defa TBMM?ne gitmemiz bu yüzden? Siyasi cinayetlerde zamanaşımı ortadan kaldırılsın ısrarımız bu yüzden? Mecliste geniş yetkilerle donatılmış bir Araştırma Komisyonu talebimiz, bu komisyonun idarenin ve yargının elindeki bütün verileri inceleyerek değerlendirilmesini istememiz bu yüzden… Suçluların yargılanarak cezalandırılması devletin temel göreviyken, kayıplarımızın ardındaki karanlıkların aydınlatılması neden yerine getirilmez? Neden bu taleplerin olduğu soru önergesi iktidar partisi tarafından tam on sekiz kez reddedilir? Verdiğimiz yakınlarımızın kanının sıçradığı dilekçe tozlu raflara neden kaldırılır? Buna karşılık demokrasi havarisi kesilenler yakınlarımızın adlarını ağızlarına almaya, onlardan gözyaşlarıyla alıntılar yapmaya, yazılarını, şiirlerini okumaya neden devam ederler? Ve neden yine bizim korktuğumuz başımıza gelir? Ortak acılarımız varken, bizi anlatanların da yazılarının aynı acılardan bakması kadar tabii ne olabilir?
İlerde babanıza dair başka çalışmalarınız olacak mı?
Elbette… Babamın anısını yaşatmak bana bu hayatta verilen en temel görev. Her sene Türk Tabipleri Birliği Behçet Aysan Şiir Ödülü düzenliyor, bu sene de Doğan Hızlan, Zeynep Oral, Cevat Çapan, Emin Özdemir, Ahmet Telli ve Ali Cengizkan?dan oluşan seçici kurul toplandı ve Ferruh Tunç?u ödüle değer buldu. Şimdi ödül töreni yakında… Onun hazırlıklarını sürdürüyoruz. Ayrıca babamın şiirlerinin de içinde yer aldığı projeler var…
Birazda sizden konuşabilir miyiz? Ankara Devlet Tiyatrosu?ndaydınız ve sizin de yazdığınız şiirler vardı. Şu an yaptığınız çalışmalar var mı?
Tiyatro eğitimi gördüm ve uzun yıllar Devlet Tiyatroları?nda dramaturg çalıştım. Bir süredir süren bir davam vardı ve danıştayda kazandım. Şimdi yakın bir zamanda görevime yeniden başlayacağım. Aynı zamanda Cumhuriyet gazetesinin Ankara ekinde her hafta tiyatro eleştirileri yazıyorum. Şiirle uğraşım ise devam ediyor… 2008 yılında Vesikalık Fotoğraf isimli kitabımla Cemal Süreya Ödülü?nü aldım. Önümde ise bir roman var… Önümüzdeki günlerde yayımlanacak.

Kitabın Künyesi
Bir Eflatun Ölüm
(Behçet Aysan Kitabı )
Eren Aysan
um:ag Yayınları / Biyografi ? Otobiyografi ? Monografi Dizisi
Ankara, Mart 2013, 1. Basım
360 sayfa

Bir yorum

  1. Sivas, Bitmeyecek bir yangın Bu topraklarda…
    Acaba Şu soruluyormu, Bu ülkede yitip giden yangınyeri olan insanlar, sizler için ölmüşken, Onlar için Yaşanabildimi 20 küsür yıldır??
    Rahmet ve Saygıyla Anıyorum..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir