Sizi Hep Şaşırtacak Bir Roman – Sadık Güvenç

Bugünü yaşayan yazarın sizi iki yüz yıl öncesine yolculuğa çıkardığını düşünün. 19. yüzyıl İngiltere’sine şöyle bir uzanmak ilginç olmaz mıydı? Kasnaklar üzerine geçirilmiş kadın elbiselerinin giyildiği yıllar… Manastırların, günahkar kadınlara sığınak (!) olduğu yıllar… Nedense hep kadınlar günahkar sayılır.
Günümüz yazarı John Fowles, 19. yüzyıl atmosferini başarıyla kuruyor romanında. Sanki kendisi de o yıllarda yaşamış gibi en ince ayrıntılara giriyor. Dil ve üslupta da o dönemin yazarlarının, şairlerinin üslubundan geri durmuyor. Zaman zaman okuyucunun karşısına çıkarak açıklayıcı bilgiler vermesi, kahramanlarına kızması ya da acıması tam da 19. yüzyıl romantik yazarlarının yöntemidir. Fowles elbette romantik değil gerçekçidir. Karşılaştırmalı bir ürün sunuyor okuyucusuna. 19.yüzyıl İngiltere’siyle 21. yüzyıl İngiltere’sini karşılaştırma ve gelişmeyi, değişimi görme olanağı sunuyor.

Sarah, kasabada yaşayan diğer insanlardan çok farklı bir kadındır. Evli bir adamla (Fransız Teğmenle) ilişkiye girdiği için (bunun ne kadar doğru olduğunu ilerleyen sayfalarda okuyucu kendisi görsün, ben söylemeyeceğim) toplum tarafından dışlanmıştır. Yaşlı bir kadının malikanesinde “çile” doldurmaktadır. Kendisine verilen serbest zamanlarında işi gücü denizi seyretmekte ve bu da ayıplanmaktadır. (Kendisini terk edip giden kaptan teğmeni beklemesi ayıplanmaktadır.)
Sarah, İngiltere’nin güneybatısındaki sahil kasabası olan Lyme Regis denilen bir yerde yaşamaktadır. Burası küçük bir kasabadır ve herkes herkesin her şeyini bilmektedir.
Romanın önemli kişilerinden biri Charles Smitson, o günlerde Ernestina ile nişanlıdır ve evlilik hazırlığı yapmaktadır. Ernestina soylu bir ailenin biricik varisidir. Evlendiğinde kocasına şu kadar başlık parası getirecektir. Charles’ın amcası yörenin en zengin çiftçilerinden biridir ve Charles’tan başka varisi yoktur. Kısacası evlilik tam da dengi dengine olarak görülmektedir. (Charles’ın kuşkuları hep olacak, Ernestina ona “sığ” görünecektir.)
Charles, canlıların evrimi ile ilgili araştırmalar yapan, gezmeyi seven bir gençtir. Fosil toplamak için deniz kıyısında dolaşırken Sarah ile karşılaşır. Sarah’nın gizemli hali Charles’ın merakını kamçılar. Charles, Sarah hakkında yarım yamalak bilgilere sahiptir. Aslında herkes yarım yamalak bilgiyle konuşmaktadır.

Bir gün Sarah’nın her zaman denizi seyrettiği yerde, Sarah ve Charles buluşurlar. Sarah, başından geçenleri anlatır. Charles’tan duygusal yardım ister.
Charles, Sarah ile buluşup konuşmalarının duyulmasından, yanlış anlaşılmaktan korkmakta, bir yandan da bu kadına gerçekten yardımcı olmayı düşünmektedir. Yardım için kasabanın doktoru ve aynı zamanda dostu olan doktora açar. Doktorun önerisiyle Sarah’yı bu kasabadan gitmesi konusunda ikna eder.
Sarah başka bir şehre taşınır. Charles Sarah’yı ziyarete gider. Gözlerden uzak bu şehirde iki genç, duygularına hakim olamazlar ve birlikte olurlar.
Sarah’ya tutkun olduğunu anlayan Charles, amcasının genç bir kadınla evlendiğini öğrenir. Böylece mirastan mahrum olma riski doğmuştur. Ernestina ile evlenemeyeceğini düşünerek nişanı bozar. Amacı Sarah ile evlenmektir. Bu arada Sarah, izini kaybettirir.
Yazar, okuyucusuna farklı sonlar sunuyor.
Birincisinde Charles ile Ernestina mantık evliliği yapıyorlar. Charles zaman içinde ticarete alışıyor, çoluk çocuğa karışıp gidiyorlar. Sarah’nın ne olduğu ile ilgilenilmiyor.
İkincisinde nişan atıldıktan sonra Charles’ın Sarah’yı yıllarca araması, sonunda onu adını değiştirmiş, Londra’da bir ressam grubu içinde yaşarken bulması, hatta bir oğlu olduğunu öğrenmesi, ailenin birleşmesi anlatılıyor.
Üçüncüsünde ikili anlaşamamıştır, Charles umutsuzca Sarah’nın yaşadığı evi terk etmektedir.
Yazar, anlatıcı kimliği ile zaman zaman karşımıza çıkmakta ve kendini betimlemektedir. Burada biraz ironi sezmiyor değilim.
Her bölümün başında ele alınacak konuya dair şiirler, teorilerle yazar farklı yaklaşımları okuyucusuna sunuyor.
Kitabın arka kapağında Orhan Pamuk’un değerlendirmesinden bir bölüm: “İngiliz edebiyatının yaşayan belki de en büyük ustası olan John Fowles, anlatı kurmaktaki maharerti, çarpıcı üslubu ve deneyciliğiyle dikkati çeken bir yazar. Hiç abartmadan yüzyılın en iyi romanları arasında sayabileceğimiz Fransız Teğmenin Kadını’nda bu özellikler mükemmel bir bileşime ulaşıyor. Bir kere olağanüstü başarılı bir atmosfer yaratıyor yazar; Victorya döneminde yaşamanın ne anlama geldiğini bütün netliğiyle ortaya seriyor, sonra eşine az rastlanır bir gizem yaratıyor; kitap bittiğinde bile gizeminden bir şey kaybetmeyen bir gizem bu. Ve nihayet bilgeliğine sizi hemen ikna eden bilge ve son derece zeki bir denemeci üslubuyla varoluşçuluğun “sahicilik” ve özgürlük arayan insan soyutlamasını ete kemiğe büründürüyor; ama tanrı anlatıcı rolünü de sorgulamaktan geri kalmıyor. (…)”

Sadık Güvenç

FRANSIZ TEĞMENİN KADINI, John Fowles, (İngilizceden çeviren:Aslı Biçen)
Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 9. Basım 2013, roman, 464 sayfa.

Bir yorum

  1. Sadık hocam her konuda olduğu gibi burdada farklılığını ortaya koyarak,irdeleyerek kaynakları doğru analiz ederek bizi şaşırtmayı becermiştir..Kaleminiz daim olsun..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir