Şöhret kültürü sekülerdir. Seküler toplumun kökleri Hıristiyanlığa uzandığından, şöhretin başarı ve başarısızlık simgelerinin pek çoğunda dinsel yükselme ve alçalma mitleriyle, törenlerinden yararlanılır.

Şöhret kültürü, kurtuluşu bu dünyadaki davranışlara bağlayan kilise değerleri sistemi çevresinde örgütlenmemiştir. Şöhret kültü­rünün, her birinin kendine ait inançları, mitleri, ayinleri ve simgeleri olan biçimlerinin karmaşıklığı da azımsanacak gibi değildir.
Şöhret kültürünün çeşitliliği ve farklılığı, anlamlı bir genelleme yapmaya sürekli bir engeldir. Yine de bu gibi analitik sorunlan kü­çümsemeksizin denilebilir ki, şöhret statüsünün ekonomisinde en belirgin özellikler, sıklıkla şeref ve kötü ündür, bunları ölçmek için kullanılan değer de, tipik olarak paradır.

Aslında şöhret kültürünün yükselişi, para ekonomisinin yükselişiyle ve kentsel-endüstriyel bölgelerde yoğunlaşan nüfusun artı­şıyla yakından ilişkilidir. Şöhret kültürü, kısmen yabancının dünyasının bir ürünüdür; kökleri ailesinden ve içinde yaşadığı toplumdan kopartılan birey, toplumsal ilişkilerin genellikle hedefini ıskaladığı, kopuk ve istikrarsız olduğu, kimsenin kimseyi tanımadığı bir kente yerleştirilir. Tıpkı on yedinci yüzyılda Püritanların huzur ve esin kaynağı olarak İsa’ya bel bağlamaları gibi, günümüzdeki hayranlar da bu bölümün başında sözü edilen Joanne’ nin yaptığı gibi, özel yaşamlarını güvenceye alacak ve destekleyecek şöhretler ararlar.
Bu davranışın arkasındaki baskın güdü kurtuluş değildir. Hayranlar, çeşitli nedenlerle şöhretlerin cazibesine kapılırlar; cinsel cazibe, şöhretin eşsiz kişisel değerlerine duyulan hayranlık ve medyanın övgüleri en göze çarpanlarıdır. Hayranların hemen hiçbiri, şöhretlerin geleneksel dini bir anlamda ya da yarı dini bir anlamda kendisini “kurtaracağına” inanmaz. Ancak çoğu, kendini bir şöhrete bağlayarak rahatlık, gösteriş ve heyecan bulur. Bu bağlanma sayesinde gösterişli bir farklılık duygusu dile getirilir.

Tanrı’ya ve Şeytan’a duyulan Hıristiyan inancının azalmasında olduğu gibi, para ekonomisinde de Şaman’ın yukarıdaki üstün bir varlığa ve aşağıdaki ölüler alemine duyduğu inanç azalır. Ancak eğer yer, gök ve ölüler alemi arasındaki dinsel bölünme azalırsa, maddi başarı ve başarısızlık bilinci daha kuvvetle vurgulanır. Şöhret kültürü, saygın bir statüyü ya da onun yitirilişini simgeleyen çok çeşitli yükseliş ve düşüş törenleri geliştirmiştir. Temel yükseliş inançları ve ayinleri, üç tema çevresinde örgütlenmiştir: Bunlar, yükselme, büyü ve ölümsüzlüktür.

Yükselme, şöhretin kamunun üzerine çıkartılmasındaki toplumsal ve kültürel süreçlerdir. Hollywood şöhretleri söz konusu oldu­ğunda, tam manasıyla yükselme söz konusudur, çünkü bunların ekranlardaki ya da reklam panolanndaki büyütülmüş görüntüleri, sinema izleyicilerinin göz hizasının yukarısındadır. Şöhretlerin içinde yaşadıkları zenginlik ve lüks, piyasa toplumunda hemen tanınan başarı simgeleridir.

Yükselmeye dair daha büyük bir kanıt da şöhret biyografilerinin popüler kültürdeki yaygınlığında bulunabilir. Hel/o ve OK gibi, geniş kitlelere ulaşan ve çok tutulan dergiler, şöhretlerin evliliklerini, evlerini, tatillerini, boşanmalarını, doğumlarını, geçirdikleri operasyonları ve ölümlerini belgeleyen, büyük ölçüde parılıılı fotoğraf gazeteciliğine tahsis edilmiştir. Televizyonlardaki Parkinson, Larry King Live, The Late Show with David Letterman ve lay Leno Show gibi talk show programları, şöhretlere, deyim yerindeyse “rolleri dışındaki” ortamlarda topluma sunulan yüzlerini değişik bir biçimde sunma fırsatı verip önemli kişiler olarak imajlarına değer katar. Televizyonda ilk talk show programı, 1950 yılında Amerika’da Jerry Lester haftada beş gece Broadway Open House adlı bir gösterinin ev salıipliğini yapmaya başladığında icat edildi. Ancak programın biçimini tanımlayan, eski stand-up komedyerıi, yeni program sunucusu Johnny Carson oldu. Carson Tonight Show’u ilk kez 1962’de sundu. Yorumcuları11: çoğu, Carson’un 1993 ‘te emekli olana dek bu ortamın hakimi olduğu konusunda aynı fikirdedirler. Carson, talk show’u şöhretlerin havadan sudan konuşup kendilerini ortaya koymaları için bir araç olarak geliştirmişti. İcat ettiği talk show ev sahipliği rolü, yakın çekim tekniğinin bir devamıydı ve kitlelere şöhretlerle daha yakın, maskesiz karşılaşmalar sunmayı amaçlıyordu. (1915’te uzun metrajlı ilk konulu film olan The Birth of a Nation’ı (Bir Ulusun Doğuşu) yöneten D. W. Griffith, genellikle yakın çekimi icat eden kişi olarak anılır. Yakın çekim, izleyicilere yıldızların yüzlerinin yanı sıra duyguların betimlenişini de görme olanağı vermiş ve böylece izleyici kitlesiyle yıldız arasındaki yakınlığı artırmıştır.) The Tonight Show’un set tasarımı, stüdyo Carson’un kendi evinin bir uzantısıymış izieniınİ taşıyacak biçimde yapılmıştır. Seti ev yaşamıyla özdeşleştiren The Tonight Show, konuşma programını halkla bir yüzleşmeden çok, yemek sonrası tete-a-tete” yapılan rahat ve dostane bir sohbet havasına sokmuştur. Sonraki kuşak talk show’larda da güven verici ev ortamındaymış duygusu yaratmak için halılar, kilimler, vazo içinde çiçekler, kanepeler, rahat sandalyeler ve arkaplanda trompe 1′ re it” yağlıboya pencere resimleri kullanılarak The Tonight Show’un formatı kopya edilmiştir.

Yükselme, şöhretin saygınlık statüsünün sürgit bir özelliğidir. Genellikle piyasanın gereklerine göre ayarlanır. Bu yüzden Tom Cruise, Tom Hanks, Britney Spears, Janet Jackson, John Grisham ya da Will Self’in yeni bir filmi, albümü ya da kitabı piyasaya çı­kacağı zaman, ürünü satan şirketler, medyayı doyurmak için bunları konu alan kampanyalar düzenlerler. Şöhretten talk show programı sunucularıyla maskesiz karşılaşmalara katılmasını istemek pazarlama kampanyalarının ortak bir tekniğidir. Şöhret, bu fırsatı kullanarak ekrandaki kişiliğinden saklı tuttuğu kişilik katmanlarını ortaya koyup gösterirse, televizyonda ürünün tanıtımı daha etkili olur. Bununla beraber şöhretle yapılan söyleşiler yalnızca, şöhretle izleyici arasında zorunlu olan rol mesafesi korunursa etkili olur. Şöhretler, bizden biri gibi görünmek amacıyla talk show’larda rollerinden sıyrılabilirler. Ancak bunu sürekli yaparlarsa, bu sefer de sahip oldukları yüce ve sıradışı kişilik statüsüne temel oluşturan karizmalarını yok ederler.

Şöhretin gücü, kamu tarafından çabuk tanınmasına dayanır. İleride göreceğimiz gibi, şöhretler sık sık, kamunun parçalayıp yuttuğu birer av olduklarını hissederler. Sessiz film yıldızı Clara Bow, “Bana baktıklarında tüylerim ürperiyor” diye şikayette bulunmuş­tur. Harrison Ford ise “İnsanlar bana baktıklarında çok rahatsız oluyorum” diye bunu doğrulamıştır.8 Bu duyguların içtenliğini küçümsemek istememekle birlikte, onları şöhretin motivasyonu bağlamı­na yerleştirmeliyiz. Bir şöhret olmanın cazibesi kısmen çok kısa sü­rede kamunun beğenisini kazanmaktır. Bu, zenginliğin ve esnek ya­şam tarzının yanı sıra, böylesine düşünüp taşınarak ve genellikle de çılgınca bir gayretle kazanılmış şöhretin peşinden koşulmasının nedenlerinden biridir.

İkinci tema olan Büyü, gücünü kısmen çeşitli numaralar yaparak ve girişimlerde bulunarak ortaya koyan ve pekiştiren şaman tarafından kullanılır. Şöhretler aynı pratiği geliştirirler. Hollywood şöhretleri, film icabı büyülü cesaret gösterileri yapabilirler. John Wayne, Robert Mitchum, Harrison Ford, Bruce Willis, Mel Gibson ve Pierce Brosnan gibi aksiyon filmleri yıldızlarının ekranda sık sık dikkate değer ve büyülü cesaret gösterilerinde bulunmalan gerekir.
David Beckham, Romario, Ronaldo, Wayne Gretsky, Brian Lara, Kapil Dev, Mark McGwire, Conchita Martinez, Venus Williams, Tiger Woods ve Anna Kournikova gibi spor şöhretlerinin de aynı şeyi spor alanında yapmaları umulur.

Edgar Morin bir gösteride aletörün canlandırdığı rolle, kamunun aktörü algılayışı arasında birbiri içine geçme etkisi olduğunu ileri sürer. Morin “Bu ikisinin birleşiminden, her ikisine de katılan, her ikisini de saran, bileşik bir yaratık olan yıldız çıkar” diye yazar.9 Kamunun şöhreti büyülü, kültürel bir dev olarak algılamasına katkıda bulunan da bu birbiri içine geçme etkisidir. Planet Hollywood adlı restoran zincirinin cazibesinin nedeni kısmen, bu restoranlarda yemek yiyenlerin özellikle Bruce Willis, Demi Moore, Sylvester Stallone ve Arnold Schwarzenegger gibi büyük şöhret yatırımcilarına ulaşabilmeleri fikridir. Bu restoranlarda şöhretlere ait eşyalar sergilenir ve şöhretler önceden belirlenmiş zamanlarda canlı olarak kendilerini gösterirler. Planet Hollywood restoranlarında, şöhretleri anımsatan şeyler ve yıldızların kendilerini göstermeleri, şöhrete yakınlık yanılsaması yaratmak amacıyla matematiksel bir kesinlikle ayarlanır. Ancak yüz yüze karşılaşmalar yabancı bir aleme ait denecek kadar enderdir. Korumalar, halkla ilişkiler uzmanları ve “izlenim menajerleri”, şöhretin maiyetinde, şöhretin yüzünün kamuya sunumunu yöneten esas öğeleri oluştururlar. Şaman ayinlerinde ruhları toplamak için genellikle ilgi çekecek biçimde ağır ritimde, yüksek davul sesleri kullanılsa da, şöhretlerin toplum önünde ortaya çıkmalarına her zaman davul sesleri eşlik etmez. Bununla beraber şöhretlerin toplum önüne çıkmaları genellikle, hayranları aralarındaki temasın reklamcılar, halkla ilişkiler personeli ve korumalarca duyurolduğu ve yönetildiği sahnelenmiş olaylardır. Şöhretin maiyeti, çevresindeki büyülü aurayı zenginleştirir. Bunların gösterişi ve yaygınlığı, halka, önemli bir kişinin deyim yerindeyse, ekmeklerini bölüşmek üzere onların arasına indiğini ilan eder.

Üçüncü tema olan ölümsüzlüğe gelince, seküler toplumda belli şöhretlere verilen saygınlık statüsü fiziksel ölüm sonrasında da sü­rer. Madam Tussaud 1 802’de balmumu müzesini Fransa’dan İngiltere’ye ithal etti. Müze, bir şöhret modelleri koleksiyonundan olu­şuyordu. Müze, zamanın büyük şöhretlerinin ya da kötü şöhretli suçlularının fotoğraflarını hiç görmemiş olan izleyici kitlelerinden büyük ilgi gördü. On sekizinci yüzyılda çok gıpta edilen ünlü kişiliklerin gravürlerinin eksikliğini giderdi. Açıkçası kitle iletişimi ça­ğında şöhretler ölümsüzlüğe daha kolay kavuşuyorlar, çünkü film çekimleri ve ses kayıtları, şöhreti kamusal alanda koruyor. Kitle iletişimi, şöhretlerin kültürel sermayesini koruyor ve kamusal alanda ölümsüz olma imkanlarını artınyor. Marilyn Monroe’nun ölümsüzlüğü üzerine kafa yoran Graham McCann, şöhretin ölümsüzlüğündeki temel paradoksa dikkat çekiyor: “Monroe şimdi her yerde, ama aslında hiçbir yerde: Duvarlarda, filmlerde, kitaplarda onun görüntüleri var – Monroe’nun ölümünden sonra gördüğümüz bu görüntüler, onun sonsuza dek yok olduğu gerçeğini belirsizleştiriyor.”

Şöhret
Chris Rojek
İngilizceden çevirenler: Semra Kunı Akbaş – Kürşad Kızıltuğ
Ayrıntı Yayınları

Previous Story

Karıncalar gruptan izole edildikten 6 gün sonra ölüyor

Next Story

George Orwell’den Yazarlar İçin Kurallaştırılmaması Gereken Öneriler

Latest from Felsefe

Nietzsche

FRIEDRICH NIETZSCHE: Felsefede “Akıl”

Felsefede “Akıl” 1 Soruyorlar bana, nedir filozoflardaki bütün bu alerji diye?… Sözgelimi tarih duygusu eksiklikleri, oluşun düşünülmesine bile duyduktan nefret, Mısırcılıkları.[17] Bir davayı tarihsellikten
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ