Stephen Hawking’i çoğumuz, tüm sinir sistemini felç eden motor-nöron hastalığı ve kozmolojiye yaptığı büyük katkıların yanı sıra akıl almaz çıkışları ve tabuları yıkan açıklamalarıyla tanıyoruz. Ateist olduğunu ilan etmesine rağmen, Papalık Bilimler Akademisi tarafından XI. Pius Altın Madalyası’yla ödüllendirilmesi, dehasının bir kanıtı olarak kabul edilebilir.

Bu sansasyonel ve merak uyandırıcıbilim insanını şimdi içeriden biri, ilk eşi Jane Hawking anlatıyor. Stephen Hawking’in hastalığının ilk aşamasından beri yanında olan ve yirmi beş yıl boyunca tüm zorluklara onunla birlikte göğüs geren Jane Hawking, bizlere bir dâhinin olduğu kadar kırılgan bir adamın da portresini sunuyor.

“Jane evliliğinin sancılı yıllarını büyük bir samimiyetle anlatıyor.”
-The Independent-

“Stephen Hawking 11. boyutta düşünüyor olabilir ama, ilk eşi çok daha fazla boyutta sevmeyi biliyor.”
-The Times-
(Tanıtım Bülteninden)

Hangisi daha değerli? Stephen mı Jane mi? – ŞEBNEM TURHAN
(03.05.2014,http://kitap.radikal.com.tr/)
Stephen Hawking?le 25 yıl geçiren ve her şeye rağmen eleştiri oklarına maruz kalan Jane Hawking, içini Sonsuzluğa Yolculuk: Stephen?la Hayatım adlı kitaba döktü.


Albert Einstein?dan boşanmak için mahkemeye giden Mileva Maric, fiziğin evliliklerindeki üçüncü taraf olduğu savunmasıyla ayrılıklarının resmileştirilmesini ister. Fizik dâhilerinin eşleri sürekli aynı sorunla boğuşmak zorundalar. Sonunda ?fizik dulları?nın arasına katılacak bu kadın çok daha zorlusuyla karşı karşıya kaldı: Fizik, devasa bir ego ve motor nöron hastalığı. Stephen Hawking ile yirmi beş yıl geçiren ve her şeye rağmen eleştiri oklarına maruz kalan Jane Hawking içini Sonsuzluğa Yolculuk: Stephen?la Hayatım adlı kitaba döktü.

Doğan Kitap?tan çıkan bu eser ?arada? kalmanıza neden olabilir. Bir tarafta Jane ve çektikleri, diğer tarafta dünyaya Einstein?dan sonra gelmiş en büyük dâhi: Stephen Hawking. Acaba gerçekten, ?Stephen her şeyden önce gelir mi?? Fizik dâhisinin hayatı dilbilimci Jane?den daha mı üstün? Jane ilk on yıl bu soruları aklına hiç getirmemiş. Ancak ?zona? hastalığına yol açan sinir yorgunluğu, okura, son on beş yıl hep bu sorulara yanıt aramış hissi veriyor.


Jane?in Stephen?la tanışması kendisinin 17, Stephen?ın ise 19 yaşında olduğu zamanlara rastlıyor. Henüz hastalık korkunç yüzünü göstermemiş ve her ne kadar diğerlerinden farklı olduğu ortada olsa da, Stephen diğer gençler kadar sağlıklı ve yakışıklı. Jane?in ilk etkilenmesi, onu Napolyon?a karşı İngilizlerin mücadelesi ünlü Trafalgar Savaşı?nda hayatını kaybeden Lord Nelson?a benzetmesiyle yaşanıyor. İki genç, hayatlarının farklı bir noktaya gitmesine neden olacak hastalık ortaya çıkana kadar diğer İngiliz gençlerinden farklı değiller. Ancak Stephen?a 21 yaşına bastığı yıl motor nöron hastalığı teşhisi konuyor. Jane bu noktada hep Stephen?ın kendisinden önce öleceğine inanan babasının onlarda yarattığı travmayla her şeyi bir an önce yaşama mücadelesine başlıyor ve Stephen için ne gerekiyorsa sağlamaya gönüllü oluyor.

Jane, Stephen?la hayatını birleştirmeden önce o dönemin genç kadınları için oldukça farklı bir yaşam sürüyor. Babasıyla çıkılan Avrupa seyahatleri, kendisinin iki defa tek başına eğitim aldığı İspanya, Jane?in ufkunu açıyor. Eğlence ise Jane için her zaman öncelikli. Bu kadar hayat dolu ve sosyal kadın, dilbilimci olmak için eğitimini Stephen ve çocuklara rağmen sürdürmeyi de ihmal etmiyor. Hayat doluluk, Stephen ile hayatında bir süre işleri kolaylaştırıyor. Ama yine başa dönüyoruz, Jane?in sözleriyle: ?Stephen?ın fizik kariyeri benimkinden daha önemliydi. O fizik havuzunda büyük bir sıçrama yaratma yolunda ilerlerken, ben dil çalışmalarının yüzeyinde küçücük bir dalgalanma yaratsam şanslı sayılırdım. Kendimi, hiçbir akademik başarının ailemin bana verdiği mutlulukla eşdeğer olamayacağıyla rahatlatıyordum.?

Jane, tüm kariyeri boyunca, Stephen?a servet kazandıracak Zamanın Kısa Tarihi kitabını yazmasına kadar, hiçbir desteği esirgemiyor. Hatta bir dans sırasında sol kolunu kırdığı için Stephen?ın Gonville&Caius College?e burs başvurusunu tüm hafta sonunu vererek el yazısıyla bitirmeyi başarıyor ve bu olay, bundan sonra her şeyi zaten Jane?in daktilo edeceğinin de habercisi oluyor. Jane, Stephen?ın yemeğinden banyosuna, okula götürülmesinden fizik çalışmalarına kadar tam anlamıyla her şeyinden sorumlu konuma geliyor.

Jane isyan bayrağını açmaya yavaş yavaş başlarken kaçınılmaz sonun geldiğini, ?Ben en başta bütün engellere karşı birlikte mücadele etmenin mutluluk verici olacağını düşünürken şimdi ağır işçiden farkım kalmamış, Cambridge akademik çevrelerinin kadınlar için uygun gördüğü o role indirgenmiştim? sözleriyle anlatıyor.

Evdeki diğer erkek
Bu isyanın ardından Jane farklı bir çözüm buluyor. Müzik, ona yeni bir tutku kazandırıyor. On yılın ve iki çocuğun ardından Jane biraz bencilliğin hakkı olduğu görüşündedir. Bu durum Stephen ve ailesinin hayatına Jonathan?ı sokuyor. Koro şefi Jonathan, boşanmalarının ardından Jane?in ikinci kocası olacak. Jonathan bu süre boyunca Jane?in bakımdaki yardımcısı gibi. Jane dâhil ailenin tüm ihtiyaçlarına koşturuyor. Hatta Jane son çocukları Tim?e hamile kaldığında Stephen?ın annesi Isobel tarafından sorulan o can yakıcı soruyla yüzleşiyor: ?Çocuğun babasının Stephen olduğundan emin misin??

Stephen, koro şefi Jonathan ile karısı Jane?in ilişkisi karşısında anladığımız kadarıyla kendisinin ikinci eşi olacak Elaine Mason?ın kışkırtmalarına kadar sessiz kalıyor, hatta onaylıyor. Ne zaman ?şeytan? Elanie, Stephen?ı ele geçiriyor o zaman boşanmaya gidecek olan fırtına bulutları toplanmaya başlıyor. Jane hem Jonathan?ı hem Stephen ve ailesini sevecek kadar çok sevgisi olduğunu düşünüyor. Ve sürekli tekrarladığı gibi, Stephen boşanmayı düşünmese, o ve Jonathan düzeni bozmaya hiç ama hiç niyetli değil.

Aslında anlıyoruz ki, eğer Jane hayatına girmemiş olsa belki Stephen Hawking dünyayı değiştiremeyebilirdi. Jane, ona hayata tutunma arzusunu geri veriyor ve Stephen bunu hâlâ bırakmaya niyetli değil. Ve kitap tüm dünyanın gözünde değerli bilimadamı ve her ne kadar tanrıya inanmasa da ?aziz? mertebesine yükselmiş Hawking?i bir despota çevirmeye aday. Ancak kitabın 1995?teki boşanmalarından hemen sonra yazılıp ilk kez 1997?de yayımlandığı unutulmamalı. Boşanmış bir kadın tüm içindekileri kusuyor?


Kahramanı Galileo
Jane kitabında Stephen Hawking?in Galileo tutkusunun gizemini de açıklıyor: ?Galileo 8 Ocak 1642?de Newton?ın doğduğu yılda ve Stephen?ın doğmasına üç yüz yıl bir gün kala öldü. Bu nedenle Stephen?ın kendisine kahraman olarak Galileo?yu benimsemesi şaşırtıcı değil. 1975?te papadan bir madalya aldığında bu fırsatı Galileo?nun saygınlığına yeniden kavuşturulması için kişisel bir kampanya başlatmak üzere kullandı. Kampanya başarıya ulaştı ama yine de bilim ile dinin uzlaşmasından ziyade bilimin rasyonel ilerleyişinin dinin çağdışı ve tutucu güçlerine karşı bir zaferi olarak görüldü. Nisanda Stephen, Papa XI. Pius Altın Madalyası?nı aldı. Görünüşe bakılırsa yaratılış noktası olarak Büyük Patlama kavramı Vatikan?ın hoşuna gitmişti ve Stephen topluluğa konuşmasında ölümünden üç yüz otuz üç yıl sonra Galileo?nun hatırasının itibarının geri verilmesi için özel bir ricada bulununca Galileo sonunda bir müdafi bulmuş oldu.?

Ateist Stephen Hıristiyan Jane?e karşı
Jane Stephen?ın tanrıya inanmadığını ilk sayfadan son sayfaya kadar bize unutturmayacak şekilde aktarıyor. Ancak kendisinin, her ne kadar muhafazakâr olmasa da, tanrıya ihtiyaç duyduğunu gizlemiyor. En büyük çatışmaları ve Jane?in aktardığına göre Stephen?ın en zehirli sözleri de bu tartışmalarda yaşanıyor. Jane?in Stephen?ın inançsızlığından en çok yıkıldığı zaman ise İsrail?de, kutsal topraklarda kitabın tanıtımı için bulundukları gezide verdiği röportajdaki sözleri oldu: Bir soru istisnasız bir şekilde tüm röportajlarda tekrar ediliyordu. Kenardan izlerken ve şu ya da bu şekilde sürekli tekrar edilirken yüreğim eziliyordu. ?Profesör Hawking, araştırmanız size tanrının varlığı hakkında ne gösteriyor?? ya da ?Sizin tarif ettiğiniz evrende tanrıya yer var mı?? veya daha doğrudan ?Tanrıya inanıyor musunuz?? Cevap daima aynıydı. Hayır, Stephen tanrıya inanmıyordu ve onun evreninde tanrıya yer yoktu. Stephen?la yaşamım inanç üzerine kurulmuştu -onun cesaretine ve dehasına inanç, ortak çabalarımıza olan inanç ve en nihayetinde dini inanç- ve yine de üç büyük dinin beşiğinde, insan deneyimine pek atıfta bulunmayan bir tür ateizm vaazı veriyorduk. Benim inandığım her şeyin körü körüne inkârı gerçekten de acıydı.?

Stephen Wagner?i seviyor
Jane ile Stephen?ın ortaklaşamadıkları bir nokta da Stephen?ın Wagner sevgisi. Jane?e göre Nazi idealleriyle bütünleşmiş Wagner operaları, Stephen?ın kendini dış dünyaya kapadığı zamanların da başrol oyuncusuydu. Jane kendi sesinin boğulduğunu anladığı bu zamanlarda Wagner?den nefret etmeye başladı: ?Yapma çiçeklerin her yönüyle gerçek olanlara yeğlenmesi gerektiği ve en sevdiğim besteci olan Brahms?ın orkestrada yeteneksiz ve ikinci sınıf olduğu hakkında tartışırdı. Rachmaninov çöplüktü, Çaykovski ise aslında bale müziği bestecisi. Bestecilere dair bilgim oldukça azdı: Rachmaninov ve Çaykovski?ye dair tüm bildiğim müziklerinin beni derinden etkilediğiydi. Brahms?ın orkestra müziği becerisine dair ise hiçbir şey bilmiyordum. Sonradan öğrendim ki Wagner, Brahms?tan nefret ederken, Brahms da ondan nefret ediyormuş ve bu, gizliden gizliye hoşuma gitti.?

Sağlık güvencesi Hawking?lere uğramadı
Jane ve Stephen birliktelikleri boyunca ortak paydada da buluşmayı başardılar. Bunların başında nükleer silah karşıtlığı ve Teacher yönetimiyle altüst olan ulusal sağlık sistemi geliyor. Jane henüz Stephen servet edinmeden önce sağlık masraflarını karşılayabilmek için zorlu bir mücadele verdi. 80?lerde artık Stephen?a tek başına bakamadığı ve özellikle gırtlak ameliyatının ardından hemşirelerin bakımına ihtiyaç duyduğu zamanlarda para bulmak için okyanusu bile aştı. Sorun çok basitti Jane?e göre: Ulusal Sağlık Hizmetleri?nin başlıca görevinin hastaları doğru düzgün tedaviye erişimden yıldırıp vazgeçirmek, Sosyal Hizmetler?in ise orta sınıfın ihtiyaçlarını görmezden gelmesi.

2 Comments

  1. The Teory Of Everything adlı filmi izleyince böyle bir beynin şu anda aramızda olmasını sağlayan kadına karşı hayranlık duydum ve aradığımda ise burayı buldum. Kendimi sorguladım film bittiğinde ‘yapar mıydın böyle bişey?’ cevabımsa çoktan belliydi, onu bıraktığım için bi kaç ay pişman olur hayatıma bakardım. Böyle bir emek böyle bir inanç şaşılası geldi, aslında birazda o yüzden bu kadının kim olduğunu araştırmak istedim. Benim algılayışımdan mı kaynaklıdır bilmem, bence jane’nin sabır ve emek öyküsü olmuş ‘the teory of everything’. Sonunda gerçek sevgiye kavuşması da biraz içime su serpti doğrusu, ne kadar geç kalmış olsada

  2. Aslında stephan Hawking bir bilim adamı olarak çok dahi buluyordum.Ama”her şeyin teorisi”filmini izledikten ve wilde’nin kaleme aldığı sonsuzluğa yolculuk(stephan ile hayatım)”kitabını okuduktan sonra fikirlerim değişti.Ben film izledikten sonra aslında wilde’nin herkesin düşündüğü kadından çok farklı olduğuna karar verdim,tarafsız olarak baktığımız zaman bence yaşadıkları zor bişey.Bir kadının hasta olduğunu ve iki yıl ömrü kaldığını söyledikleri halde vaz geçmeyim bir adamı sevmesi zor bişey kendim böyle bir şey yaparmıydım tabikide hayır.Çünkü büyük bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum,bu hiç büyümeyen bir bebeye bakmak gibi yani bu kadın ya gerçekten stephanı çok sevmiş olmalı yada vicdanı onu hastalığını öğrendikten sonra onu bırakmaya el vermemiş.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Previous Story

?Göğe bakar bir çocuk usanınca coğrafyadan? – Öznur Özkaya

Next Story

Yeryüzüne Âşık Gezgin Bir Şair: Achım Wagner – Öznur Özkaya

Latest from Anlatı

Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ