Sosyal Kuralların Psikolojisi – Muzaffer Şerif

“Türkiye’den tek parti döneminin aydın kıyımlarında ayrılmaya mecbur bırakılan Muzaffer Şerif’i dünya toplum bilimcileri Sherif adıyla tanır. Türkiyeli bilim adamları arasında ise Şerif’in herhangi bir kitabını okuyan çok azdır. Pek çoğu kim olduğunu bile bilmez. Ancak Şerif unutulmuş değil, Türkiye’de unutturulmuş bir bilim adamıdır. Oysa bugün Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’nin ileri gelen sosyal bilimcileri arasında Şerif dendi mi akan sular durur.”

“Muzaffer Şerif toplum psikolojisinin başlıca kurucu ve kuramcıları arasında yer alır. Onun psikolojiye en büyük katkısı, bireyleri anlamadan toplumu, toplumu anlamadan da bireyleri anlamanın olanaksız olduğunu, yaratıcı ve titiz deneyleriyle kanıtlaması olmuştur. Bu yolda fizik, kimya gibi “pozitif” bilimlere benzemeye çabalayarak, insanı toplumdan soyutlayan ve kimliğini salt kuru laboratuar çalışmalarında arayan psikolojiye yeni bir yön vermiş, birey ve toplumu birbirlerine karşıt ya da ayrı güçlermiş gibi ele alan yaklaşımların kısırlığını göstermiştir.”
Gündüz Vassaf


Kitabın Künyesi
Sosyal Kuralların Psikolojisi
Orjinal isim: The Psychology of Social Norms
Muzaffer Şerif
Çeviri: İsmail Sandıkçıoğlu
Alan Yayıncılık
Baskı Tarihi: 1985


Muzaffer Serif nasıl Muzafer Sherif oldu? – Gürkan Hacır
(19.04.2009 tarihli Akşam Gazetesi)

Muzaffer Şerif, 1905`te Ödemiş`te doğdu. Babası Ödemişli bir toprak ağasıydı. Ödemiş ilk mektebinin ardından, İzmir Amerikan Koleji`ne gitti. Amerikalı öğretmenler ismini zor telaffuz ettiği için okulda, `Şerif` soyadı, İngilizce `Sherif` şeklinde okunup, yazıldı. Adındaki `f` harfinin biri düşerek `Muzafer` oldu. Liseden sonra ise İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü`ne girdi. 1928 yılında mezun oldu. İzmir Muallim Mektebi`nde öğretmen stajyerliği yaptığı sırada hükümet tarafından Amerika`ya felsefe tahsili yapmaya gönderildi. Harvard Üniversitesi`nde psikoloji dalında lisans eğitimi yaptı. Felsefenin önemli isimlerini bu dönemde tanıdı. İlk eserini de yine aynı yıl verdi. `Hunger as a Factor in Learning- Bir öğrenme faktörü olarak; Açlık.`
Muzaffer Şerif`in biyolojik psikolojiye ilişkin tek çalışması bu oldu. Daha sonra alanında otorite kabul edilmesini sağlayacak sosyal
psikolojiye yöneldi. 3 yıllık Amerika eğitiminden sonra Türkiye`ye döndü. Gazi Terbiye Enstitüsü`nde öğretmenlik yapmaya başladı. Bu arada Soyadı Kanunu çıkmıştı ve onun tabiriyle `Her Türk ailesinde olduğu gibi- ego arzularını yansıttığını söylediği` bir soyadını adının ardına ilave etti: Başoğlu.

DENEYİYLE YENİ SAYFA AÇTI
Gazi Terbiye Enstitüsü, Muzaffer Şerif Başoğlu için bulunmaz bir laboratuvar oldu. Ünlü `Otokinetik -etki` deneyini burada yaptı. Toplum psikolojisinin temelini ortaya koyan deneyde, karanlık bir odaya birbirini tanımayan 3 kişi ayrı ayrı konuyordu. Odaya sabit bir ışık veriliyor ve ışığın hangi yöne hareket ettiği soruluyordu. Herkes farklı bir yönü işaret ediyordu. Deneyin ikinci bölümünde ise aynı üç kişi, bu kez grup halinde odaya alınıyordu. Yüksek sesle ışığın hangi yöne hareket ettiği sorulduğunda grup, bir süre sonra aynı yönü işaret etmeye başlıyordu. Üçüncü aşamada ise tek tek konuşulan bireyler ilk görüşlerinden vazgeçip ikinci aşamada grubun belirttiği ortak görüşü yineliyorlardı. Bu deney ve sonuçları dünya psikoloji biliminde yepyeni bir sayfa açmıştı. Muzaffer Şerif, Eskişehir Gaziantep ve Diyarbakır gibi kentlerde saha çalışmalarına yöneldi. İleride yapacağı doktora çalışmalarının hazırlıklarını da bu yıllarda yaptı.
Muzaffer Şerif, dur durak bilmiyordu. 1934`te yeniden Amerika`ya gitti. Üç yıl süren bu çalışma ve araştırma gezisinden döndüğünde koltuğunun altında, yani `Sosyal Kuralların Normları` (The Psychology of Social Norms) isimli kariyerinin en önemli çalışmasını tutuyordu.

KÜRSÜ KURDU
Şerif, Türkiye`de Gazi Terbiye günlerine döndü. Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi`ne (DTCF) geçtiği 1939 yılına kadar burada öğretmenlik yaptı. Doçentlik unvanını DTCF de aldı. 1939`da DTCF`de, Felsefe Bölümü`ne bağlı Psikoloji Kürsü`nün kuruculuğuna öncülük etti.
Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi`nde Muzaffer Şerif`in üç yakın arkadaşı oldu: Behice Boran, Niyazi Berkes ve Pertev Naili Boratav. İlk ikisi Muzaffer Şerif gibi Amerika`da eğitim görmüş ve doçentlik hakkı elde etmiş sosyoloji hocalarıydılar. Pertev Naili Boratav ise Fuad Köprülü`nün asistanlığını yapmış, sonra DTCF`de halk bilimi üzerine çalışmalar yapıyordu. Marksist düşünceyi benimsemişlerdi. Hepsi kendi alanlarında özgün çalışmalara imza attı. Belki de cumhuriyet tarihi boyunca en parlak üniversite `çıkışı` bu döneme aittir.
1939-1945 arasında bu Marksist hocalar sadece üniversite çalışmalarıyla sınırlı kalmadılar. Önce Yurt ve Dünya Dergisi`ni çıkardılar. Dergide Boratav, Berkes, Boran ve Adnan Cemgil`in yanı sıra çok sayıda aydın da yazılar yazıyordu. Dergi 42 sayı çıktı. Ama 21`inci sayı yayınlandıktan sonra yol ayrımı yaşandı. Derginin imtiyaz sahipliğini yürüten Behice Boran dergiden ayrıldı ve Muzaffer Şerif`le birlikte Adımlar Dergisi`ni kurdu. Adımlar, Yurt ve Dünya Dergisi`ne göre daha sert çizgideydi. Yurt ve Dünya ise Pertev Naili Boratav tarafından yayımlanmaya devam etti. Bu dergilere Milli Eğitim Bakanlığı`nın abone olduğu söylentileri cadı kazanını daha da kaynattı.

POLEMİKLER BAŞLADI
Muzaffer Şerif giderek yükselen anti-ırkçı havanın da etkisiyle Adımlar Dergisi`nde sert polemiklere giren yazılar yazdı. Özellikle Reşat Şemsettin Sirer ve Tahsin Banguoğlu ile kalem kavgalarına girişti. Adımlar Dergisi -Muzaffer Şerif bu dönemde İnsan Dergisi`nde de yazıyordu- TKP`nin yayın organı gibi gösterildi. Ki bu iddia bu gün bile, Türk solcuları arasında tartışmalıdır…
Aynı günlerde 2.Dünya Savaşı`nın dışında kalan İsmet Paşa, savaşın taraflarına göre ağırlık değiştiren bir denge oyunu oynuyordu. Almanların hakimiyet kurduğu dönemde Almanlara, Rus ve İngilizlerin etkinleştiği dönemlerde ise bu kez karşı tarafa şirin gelecek icraatlar yapmaktan çekinmiyordu.

TKP davası
1944`TE Türkiye Komünist Partisi(TKP) aleyhinde açılan soruşturma, ırkçılık-Turancılık davasının öncesinde başlamıştı. Bu soruşturma Muzaffer Şerif ve arkadaşlarını da vurdu. Muzaffer Şerif, 1944 yılının mart ayında tutuklandı. Birkaç ay içerisinde Adımlar Dergisi kapatıldı. TKP ile irtibatlı hemen herkes soruşturmadan nasibini almıştı. Oysa bugün bile Muzaffer Şerif Başoğlu`nun TKP üyesi olup olmadığı tartışmalıdır. Mahkeme sürecinde de bu açıklığa kavuşmamıştır. Muzaffer Şerif bu düzmece yargılamayı ve tutuklanmasını kabullenemedi. Hakkında türetilen kampanyaya karşı elinin kolunun bağlı olmasını sindiremedi. Tutukluğunun sona ermesinin ardından İstanbul`a geldi. Bu arada Amerikan Dışişleri devreye girdi ve bu kıymetli bilim insanını ülkesine davet etti. Muzaffer Şerif Türkiye`ye kırgındı. Tartışmalardan takiplerden ve baskıdan yorulmuştu. Kabul etti.
Türkiye`ye geri dönmedi
PRINCETON Üniversitesi`nin davetlisi olarak Amerika`ya giderken havaalanında uğurlamaya gelen birkaç öğrencisinin yanında Behice Boran da vardı. Muzaffer Şerif bir daha Türkiye`ye dönmedi, Türkçe bir metin kaleme almadı. Türkiye`den gelen -birkaç yakın arkadaşı dışında- kimseyle görüşmedi. İsmini Muzafer Sherif olarak değiştirdi. Amerikalı eşi Carolyn Sherif`ten dünyaya gelen çocuklarına da Türkçe isim koymadı. Bilimsel çalışmalarına Marksist bir profesör olarak yaşamının sonuna kadar Amerika`da devam etti.


Muzaffer Şerif’in Türkiye Yılları – Sertan Batur – Ersin Aslıtürk
(Kaynak: Toplumsal Tarih, 152, 50?55.)

İçinde bulunduğumuz yıl, 1940’lı yıllar Türkiye’sinin ilginç, hatta bir parça tuhaf bir kişiliği olan Muzaffer Şerif Başoğlu’nun, ya da dünyada tanındığı isimle Muzafer Sherif’in 100. doğum yılı. 1945 yılında Türkiye’den ayrılan, bir daha da geri dönmeyen, bu tarihten sonra adının sadece İngilizce’ye çevrilmiş halini kullanan ve sonrasında bir kez olsun Türkçe yayın yapmayan Muzaffer Şerif, Türkiye?de bir parça unutuldu/unutturuldu, yazıları ve kitapları gündemden çıktı. Oysa Muzaffer Şerif, hem 1940’ların aydın kuşağı içinde tuttuğu yerle, hem de ana akım Amerikan sosyal psikolojilerinden farklı olarak sosyal psikolojiyi toplumsal bir bütünlük içinde anlayışıyla bugün de ilgiyi hak ediyor.

1906’da İzmir’in Ödemiş ilçesinde varlıklı bir ailenin çocuğu olarak doğan Şerif’in çocukluk ve ilk gençlik yılları Osmanlı’nın son günlerine, Dünya Savaşı’na ve Kurtuluş Savaşı’na tanıklıkla geçti. İşgali, Türklerle Rumlar arasındaki çatışmaları yaşadı. Bir keresinde bir öğrencisinin aktardığına göre 1919 yılında süngülenmekten bir Yunan askerinin merhameti sayesinde kurtuldu ve bütün bu tanıklıklar sonucu erken yaşta kendini insan gruplarının birbirleriyle ilişkilerini incelemeye adama kararı aldı1.

Ödemiş İlkokulu’ndan sonra 1924’te İzmir’de misyonerlerin kurduğu İzmir Amerikan kolejini bitiren Şerif, 1928 yılında İstanbul Darülfünunu’nun Felsefe Bölümü’nden mezun oldu. O sıralarda Darülfünun’da psikoloji derslerini Mustafa Şekip Tunç veriyordu. Genç Şerif bu yıllarda Ziya Gökalp’in düşüncelerinden yoğun bir şekilde etkileniyordu. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Muzaffer Şerif’le aynı yıllarda sosyoloji hocalığı yapan ve anılarında Şerif’ten oldukça olumsuz duygularla bahseden Niyazi Berkes henüz öğrenci olduğu yıllarda Şerif’le ilk karşılaşmasını şöyle anlatır: “Onu ilk kez lise öğrencisi iken görmüştüm Tanışmış değiliz. Yüzünü de görmeksizin. Sultan Mahmut türbesi avlusuna gömülen Ziya Gökalp’in mezarı başında o da nutuk veriyordu. O günkü aşırı romantik sözlerinden ziyade enli ensesinin hareketlerinin söylediği romantik sözlere uygunlukta oynayışına dikilmişti gözlerim. Ensesini oynata oynata uzun bir nutuk çekti. Konuşması Turancılık, ırkçılık anlamlı sözlerle doluydu”2.

Cumhuriyetin ilk yıllarındaki milliyetçi havadan etkilenen Şerif, yine Berkes’in bildirdiğine göre William McDougall’ın çalışmalarıyla ilgileniyordu. İngiliz kökenli bir sosyal psikolog olan McDougall “grup bilinci” araştırmaları yapıyordu3 ve bu tam da Şerif’in ilgi alanıydı.

Sosyal psikoloji alanında uzmanlaşma isteği ve milliyetçi duygularla dolu olarak 1929?da yüksek lisans eğitimi yapmak için Harvard Üniversitesi?nin yolunu tutan Şerif 1929 ekonomik bunalımını ve bunalımın etkilerini burada yaşadı. Bir yandan Edwin G. Boring ya da Robert Woodworth gibi Amerikan psikolojisinin önemli isimlerinin derslerini takip ederken, bir yandan da ilgi alanını sosyal bilimleri ve politikayı da kapsayacak şekilde genişletti. 1930’ların Amerikalı aydınlarını derinden etkileyen Marksizm’le tanıştı. 1932?de Harvard’daki yüksek lisansını tamamlayarak Almanya’ya geçti. Gestalt psikolojisinin önemli isimlerinden Wolfgang Köhler’in derslerini izledi. Üstelik Nazi partisinin hızlı yükselişine de tanık oldu.

Aynı yıl Ankara?ya dönerek Gazi Terbiye Enstitüsü?nde çalışmaya başlayan Şerif, artık 4 yıl önceki Turancı Şerif değil, Şevket Aziz Kansu?nun temsil ettiği antropoloji anlayışının arka planında bulunan bilimsel ırkçılığa itiraz edecek kadar döneminin düşünsel atmosferinin ötesine geçmiş bir genç araştırmacıydı4.

Ancak Şerif Türkiye?de uzun süre kalmadı. 1933 yılında bu kez doktora yapmak üzere tekrar ABD?ye Harvard?a döndü. Kısa süre sonra sol eğilimli bir öğretim üyesi olan Gardner Murphy ile çalışmak üzere New York?taki Columbia Üniversitesi?ne geçti. Burada Nazilerin 1933?te Almanya?da iktidara gelmeleriyle üniversitelerdeki kürsülerini terk etmek zorunda kalan Frankfurt Okulu üyeleriyle ve Gestaltçi psikologlarla ilişkiler kurdu. 1935?te tamamladığı Doktora tezi, Murphy?nin de yardımıyla 1936 yılında Toplumsal Kuralların Psikolojisi adıyla yayınlandı ve günümüzde bir sosyal psikoloji klasiği sayılan bu kitap Şerif?e uluslararası bir ün kazandırdı.

Türkiye?ye dönen Şerif 27 Temmuz 1936 tarihinden itibaren tekrar Gazi Terbiye Enstitüsü?nde çalışmaya başladı. 1938 yılında Hilmi Ziya Ülken?le birlikte İnsan dergisini yayınlayanlar arasındaydı. Şerif, İkinci Dünya Savaşı?nın başlamasından bir ay sonra, 1939?un Ekim ayında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi?nin aynı dönem kurulan Felsefe Enstitüsü?ne doçent olarak tayin edildi.

Muzaffer Şerif?in Türkiye?deki hayatının son dönemi de bu tayinle başladı. Bu yıllarda sosyal psikolojiden daha çok Türkiye?nin ve dünyanın sorunlarına yönelik denemeler yazıyordu. Özellikle Avrupa?da yükselen faşizmin etkisiyle Türkiye?de de Turancı hayallerin yeniden gündeme gelişi, faşizme yönelik sempatinin artışı, özellikle Almanya?nın savaşın ilk günlerindeki başarılarının yarattığı etki, faşizme, savaşa ve ırkçılığa karşı olan aydınları bir araya getirmişti. Bu aydınlar arasında yine Şerif gibi ABD?de eğitim görmüş olan öğretim üyeleri Behice Boran, Niyazi Berkes ve Mediha Berkes gibi isimlerin yanı sıra, Pertev Nail Boratav, Adnan Cemgil, Sabahattin Ali, Ruhi Su, Nusret Hızır, Saffet Dengi, Orhan Burian ve Halil Vedat vardır5.

1941 yılının Ocak ayında yayınlanmaya başlanan Yurt ve Dünya dergisi de bir anlamda bu grubun sesi olmuştur. Dönemin Türkiye Komünist Partisi (TKP) Merkez Komitesi üyesi Mihri Belli?nin anılarında aktardığına göre derginin ilk önce İstanbul?da yayınlanması düşünülmüşse de, Niyazi Berkes?le Mihri Belli arasında geçen bir görüşme sonucunda Berkes, Belli?nin hem askerliğe önem veren yaklaşımından rahatsız olduğundan, hem de kendileri dışında ?bazı çevrelerle ilişkisi olduğu? düşüncesiyle, İstanbul?da Mihri Belli?nin kontrolünde bir dergi çıkartmak yerine, dergiyi Ankara?da yayınlamayı daha uygun görmüştür6. Muzaffer Şerif en başından beri bu projenin içindeyse de dergiye önemli bir katkısı olmamıştır. Yurt ve Dünya öncelikle anti-faşist bir dergiydi. Ancak bir çok yazıda açıkça Marksist etkiler sezilmekteydi.

11 Aralık 1941?de öğretim üyeleri Emin Erişirgil, Oliver Lacombe ve Şevket Aziz Kansu?dan oluşan kurul önünde Vaziyet Alışların Psikolojisi başlıklı tezini savunduğu habilitasyon sınavından ve ?ferdî farklar psikolojisi? üzerine verdiği deneme dersinden sonra Şerif resmen 19 Aralık?ta doçent ünvanı kazandı.

1943 yılında Yurt ve Dünya dergisi içinde bir ayrılık gündeme geldi. Behice Boran ve Muzaffer Şerif dergiden ayrıldılar ve Adımlar dergisini yayınlamaya başladılar. Bu ayrılığın nedenleri arasında daha çok kişisel gerekçeler gösterilse de7 kimi düşünsel farklılıklar da dikkate değerdir. Boran ve Şerif?in Berkes ve Boratav?a göre daha sol bir çizgiyi savunduklarını iki dergiyi karşılaştırarak söylemek mümkündür. Burada kayda değer bir nokta sosyal bilimler metodolojisi konusunda bir ortaklıkları olsa da, Türkiye?de dönemin sosyal bilimlerine hakim olan Ziya Gökalp?in görüşlerine karşı Behice Boran ve Muzaffer Şerif?in bir hayli eleştirel olan tutumlarına karşın, Niyazi Berkes?in Gökalp?i daha olumlayıcı bir tutum taşımasıdır8 . Bir başka ayrım noktasını Mihri Belli vurgulamaktadır. Onun belirttiğine göre Şerif ve Boran TKP?yle ilişkiler konusunda ?daha yürekli? görünmekteydiler. Diğerleriyse partiye karşı daha mesafeliydiler9. Vedat Türkali de anılarında Yurt ve Dünya?dan ayrı bir dergi çıkartmak için Boran ve Şerif?in TKP adına gelen Mihri Belli?yle görüşerek kendisinden ?izin? istediklerini, Belli?nin itirazlarına karşı ?tastamam Zeki Baştımar?ın denetiminde bir dergi? çıkartmak istediklerini söyleyerek gereken izni koparttıklarını anlatır10. Zeki Baştımar bu dönemde TKP?nin Ankara?daki en önemli ismidir. Oldukça abartılı görünen bu iddiayla ilgili olarak Mihri Belli de böyle bir görüşmenin olmadığını söylemektedir11. Yine Belli Şerif?in partiyle ?dirsek temasında? olduğundan, ancak kendisinin ?partilenmediğinden?, partinin her iki dergiyi de ilerici bularak desteklediğinden ve her ikisine de eşit mesafede durduğundan bahsetmektedir12. Bunun sonucunda yine Mihri Belli?nin anılarına göre Reşat Fuat Baraner ve Şefik Hüsnü Değmer her iki grup arasındaki küskünlüğün giderilmesi ve olası bir çatışmanın önlenmesi görevini Mihri Belli?ye vermişler ve Belli?nin tek tek iki tarafla da görüşmesinin ardından Şerif?in Kızılay?daki evinde bir toplantı düzenlenmiştir. Her ne kadar partinin eğilimi iki grubun yeniden Yurt ve Dünya çatısı altında toplanması olmuşsa da Adımlar?ın da halihazırda yayınlanmaya başlanmış olması gerekçe gösterilerek toplantıda iki derginin uyum içinde çıkması kararı alınmıştır13.

1943 yılı hem dünyadaki gelişmeler, hem de bunların Türkiye?deki karşılıkları açısından önemli bir yıldır. Yılın başlarında Stalingrad cephesinde durum Nazilerin aleyhine dönmüş, Berlin?de son bulacak olan Sovyet saldırısı başlamıştır. Mart ayında İtalya?da başlayan grev dalgasını, Temmuz?da müttefiklerin Sicilya?ya çıkması ve Mussolini?nin tutuklanması, ardından da İtalya?nın teslim olması izlemiştir. Dengelerin faşizm aleyhinde bozulması bir yandan bir süreden beri rahat bir faaliyet gösteren Türkçü-Turancı grupları da zor durumda bırakırken, bir taraftan da anti-faşist güçler de ırkçılık ve faşizme karşı daha etkili bir tutum takınır14. Şerif?in bu noktadaki tavrı açıktır. Yurt ve Dünya?da yayınlanan bir makalesinden başka15 Haziran ayında da ünlü kitabı Irk Psikolojisi16 yayınlanır. Bu kitabın yayınlanmasından bir ay sonra da Reşat Fuat Baraner?in kaleme aldığı ama Faris Erkman imzasını taşıyan ünlü TKP broşürü En Büyük Tehlike17 gündeme oturur. Irkçı çevreler peşpeşe yanıtlar yazarlar. Gerek Şerif?in gerekse Erkman?ın kitaplarında ırkçılık-Turancılık için yapılan yorum benzerdir: ?İthalat malı?. Aslında her iki kitapçık da aynı anti-faşist programın bir parçası niteliğindedir. Bu ortaklık tabii ki Turancıların başını çektiği anti-komünist histeriden Şerif?in de payını almasını sağlayacaktır. Üstelik Şerif?in politik faaliyeti sadece yayınlarından ibaret de değildir. DTCF yıllarındaki öğrencisi Fatma Başaran?ın bildirdiğine göre Şerif bir yandan da anti-faşist içerikli toplantılar düzenlemektedir18. Hatta Vedat Türkali anılarında 1943 1 Mayıs?ını Behice Boran ve Muzaffer Şerif?le birlikte Gazi Orman Çiftliği?nde yaptıkları bir piknikle kutladıklarını anlatır19.

Şerif?in ırkçıların tepkisini üzerine çektiği bir başka olay da yine aynı yılın Eylül ayında bir ?Ankara Üniversitesi? kurmak yolunda kamuoyu yaratmaya yönelik olarak ikincisi düzenlenen Ankara Üniversitesi Haftası?nda yaşanır. Bu ikinci üniversite haftası Hatay?da düzenleniyordu. Toplantıya katılan ve ırkçı düşünceleriyle ve yayınlarıyla bilinen askeri veteriner Süreyya Aygün?ün tren yolculuğu boyunca ?yemeklerin ırkların ruhunu yansıttığı? yollu görüşleriyle ve ?Kayserililerin pastırma yapımında kullandıkları tekniklerin çiğ etin zararlarını bertaraf ettiğine? dair sözleriyle, ?Üstad Kayserililer sizin bir heykelinizi dikecekler; ama bu heykel pastırmadan olacak? diyerek dalga geçen Şerif?i, Pertev Nail Boratav?ın anlattığına göre, Aygün ?Türk subayına hakaret? gerekçesiyle şikayet eder ve Şerif bu nedenle sorgulanır20. Berkes anılarında aynı tren yolculuğu sırasında Kayseri?de verilen bir molada kente yemek yemek üzere gittiklerini, ancak bu sırada İtalya?nın ?kayıtsız şartsız teslim olduğunu? duyduklarını ve bunu trendeki diğer öğretim üyelerine haber vermek üzere istasyona döndüklerini anlatır. Daha sonraları 12 Mart döneminde başbakanlık da yapacak olan Nihat Erim?in habere ?yanlış bir şey duymuş olacaksınız, hukuk-u düvel?e göre kayıtsız şartsız teslim diye bir şey olmaz? şeklinde tepki vermesi üzerine Şerif?in ?Hukuk-u Düveli kim ipler (Niyazi Berkes?in anılarını yayına hazırlayan Ruşen Sezer?in eklediği bir başka ve muhtemelen daha doğru bir versiyona göre ?kim s.ker?), kayıtsız şartsız teslim olmuşlar işte!? şeklinde verdiği tepki Şerif?in kişisel ilişkilerindeki geçimsizliği hakkında bir fikir verebilir21.

1944 yılına gelindiğinde artık ırkçı kesimlerin hükümetle ilişkileri eskisi gibi değildir. Mart ve Nisan aylarında Turancı hareketin en etkili isimlerinden biri olan Nihal Atsız’ın ünlü ?Beşvekil Saracoğlu Şükrü’ye Açık Mektup?ları yayınlanır22. Bu mektupların hükümet üzerinde tümden etkisiz oldukları söylenemez. Nitekim ilk mektubun yayınlanmasından 16 gün sonra Atsız’ın kendisinden ?bir vatan hainini ve hapisten çıkmış bir sabıkalıyı Türk üniversitesinde pedagoji enstitüsünün başına getirmek şaheser bir gaflettir? diye bahsettiği Sadrettin Celal Antel İstanbul Üniversitesi Pedagoji ve Psikoloji Enstitüsü’ndeki görevinden alınır. Bundan bir gün önce, yani 16 Mart 1944?te Muzaffer Şerif, Nabi Dinçer, Asım Akşar, Nezih Fıratlı ve Sefer Aytekin?le birlikte gözaltına alınır23. Daha sonraları Osman Yüksel isimli ırkçı öğrenci Şerif ve diğerlerini garnizon komutanlığına giderek bizzat ihbar ettiğini söyleyecektir24. Şerif’in gözaltına alınması daha çok başka bir tutuklamayla ilgilidir. 12 Şubat?ta Yedeksubay Okulu öğrencisi Ziya Nur Erün?ün bir TKP bülteniyle yakalanması sonucu başlayan TKP tutuklamaları sonucunda 10 Mart?ta Reşat Fuat Baraner tutuklanmıştı25. Şerif muhtemelen Aytekin ve Dinçer’le birlikte tutuklama kararına itiraz eder ve 12 Nisan’da serbest bırakılırlar. Ancak Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel üzerindeki baskılar da bu dönem yoğunlaşmıştır. Özetle Yücel “komünistleri” kollamakla ve çeşitli görevlere getirmekle suçlanmaktadır. Bu baskılar karşısında daha fazla direnemeyen Yücel, Şerif’in tutukluluğu devam ederken 4 Nisan günü bakanlık mensuplarının politikayla uğraşmalarının yasak olduğunu hatırlatan bir genelge yayınlar. 16 Mayıs’ta da gerek Yurt ve Dünya, gerekse de Adımlar resmen kapatılır26.

Muzaffer Şerif’in bu gelişmelerden nasıl etkilendiğine dair fazla bir bilgi bulunmamaktadır. 1944 tutuklamaları o zamana kadarki en şiddetli komünist tutuklamalarından biridir. Hasan Basri Alp’in sorgu sırasındaki şüpheli ölümünün de psikolojik etkisinin yaygın olduğunu düşünmek mümkündür.

Şerif felsefe bölüm başkanı Oliver Lacombe’un 27 Temmuz 1943 tarihinde verdiği bir tavsiye mektubu sonucu 1944 yılının 4 Kasım’ında profesörler kurulu kararıyla profesörlüğe yükseltildi. Bu arada ABD’de bulunan arkadaşları ve hocalarının Şerif’in ABD’ye gitmesini sağlamaya yönelik girişimleri olduğu anlaşılmaktadır. ABD hükümetinin sağladığı bir bursla Şerif 10 Ocak 1945’te ABD hükümetinin davetlisi olarak Princeton Üniversitesi’nde çalışmak üzere Türkiye’den ayrıldı. Daha sonra 1947-1949 arası Rockfeller bursu alarak Yale Üniversitesi’nde çalıştı.

Aslında Şerif’in Türkiye’ye geri dönmek niyetinde olduğunu düşündüren kimi ipuçları vardır. Aynı yılın yaz aylarında eski hocası Carroll C. Pratt’a telefon ederek, kendisi ABD’de bulunduğu süre içinde DTCF’deki kürsüsünü yönetmek isteyip istemeyeceğini sormuş, teklifi kabul eden Pratt Ankara’ya gelmişti27. Şerif’in bir yıllık izni Pratt’ın da yardımıyla 1947 sonbaharına kadar uzatıldı. Şerif dekanlığa yazdığı 30 Mayıs 1947 tarihli mektupta Eylül ayında Ankara Üniversitesi’ndeki görevine dönmek için yola çıkacağını yazıyordu. Kardeşi Avukat Muhtar Şerif Başoğlu’ya göreyse Muzaffer Şerif Haziran ayında Cook seyahat acentesinden dönüş için yerini bile ayırtmıştır. Ancak bu sıralarda Muzaffer Şerif’in bir Amerikan vatandaşıyla evlendiğine dair haberler dolaşmaya başlamıştır. Memurin Kanunu’nun 4. maddesi değişik 2. fırkası uyarınca başka ülke vatandaşlarıyla evlenenler devlet memurluğu yapamamaktadırlar. Konsolosluk aracılığıyla kendisine sorulduğunda Şerif bir Amerikan vatandaşıyla evlenmiş olduğunu ancak böyle bir kanundan haberdar olmadığını bildirir. Bunun sonucunda da 10 Haziran 1947?de resmen istifa etmiş sayıldığına karar verilir28.

Böylece Türkiye’ye dönmekten vazgeçen Şerif tümüyle ABD’ye yerleşir. Türkiye’deki gelişmeler, DTCF’de çalışan diğer ilerici öğretim üyelerinin tasfiye edilmesi de muhtemelen bu kararında etkili olur. Şerif bundan sonra yazılarını sadece “Muzafer Sherif” olarak imzalayacak ve Türkiye’yle irtibatını neredeyse tümüyle kopartacaktır.

Muzaffer Şerif’in Türkiye’deki arkadaşlarından ve politik mücadelesinden birden bire kopuşunun nedenleri üzerinde bugün yalnızca fikir yürütmek mümkündür. Mihri Belli Şerif’in ülkeyi terk edişini “Muzaffer Şerif bu işin zor olduğunu görmüş ve davayı terkederek köşesine çekilmiştir” şeklinde yorumlamaktadır29. Daha sonraları Muzaffer Şerif’in 1951 yılının McCarthy Amerikası’nda yabancı bir öğretim üyesi olarak çalışmaya devam edip edemeyeceği söz konusu olduğunda bir sadakat yemini imzalayacak ve görevine devam edebilecektir30.

Muzaffer Şerif’in ABD’deki çalışmalarında önceki politik vurgunun giderek azaldığını, toplumsal sınıflardan çok gruplardan sözetmeye başladığını ve zamanla sol aydınların eski “fikri liderinin”31 Amerikan sosyal psikolojisinin sol eğilimli bir temsilcisine dönüştüğünü saptamak mümkündür. ABD yıllarında artık yavaş yavaş tamamen Muzafer Sherif’e dönüşen Muzaffer Şerif Başoğlu’nun üzerinde bir akademik ve politik baskının olduğunu öğrencisi O. J. Harvey?in kendisi için yazdığı bir mektuptan anlıyoruz32. ABD’deki Şerif, her zaman insanların üzerindeki baskılara ve haksızlıklara karşı duyarlı olmuş, toplumsal sorumlulukların öneminin altını çizmiş, yükselen bireyci sosyal psikoloji anlayışına karşı daha kültürel ve toplumsal, yani daha sosyolojik bir sosyal psikolojinin kurulmasında değerli katkılarda bulunmuştur. 1988 yılında Alaska’da bir kalp krizine yenik düşen Şerif, klasikleşmiş çalışmalarıyla sosyal psikoloji tarihinde önemli bir isim olmaya devam etmektedir.

Notlar:

* Yazıyı okuyarak fikirlerini bizimle paylaşan ve kimi hatalarımızı düzelten Mete Çetik?e teşekkürler.

1. Şerif, M. (1967). Social interaction: Process and Products. Chicago: Aldine Publishing, s. 9. Süngülenmekten kurtulma hikayesi için bkz. Trotter, Robert J. (1985) ?Muzafer Sherif / A Life of Conflict and Goals? Psychology Today, Eylül, s. 55-59.

2. Berkes, N. (1997). Unutulan Yıllar. İstanbul: İletişim, s. 97. Balgat?ta Emekli Sandığı?nın Dinlenme Evi?nde görüştüğümüz Hüsnü Cırıtlı da, Şerif?le Amerika?daki ilk yıllarında tanıştığını ve Şerif?in o yıllarda ?daha sonra savunacağı görüşlerin tam tersini? savunduğunu belirtti.

3. bkz. McDougall, W. (1920). The Group Mind. New York: Putnam.

4. Berkes Şerif?in Kansu?ya itirazının haksızlığı üzerinde durur ve onun ?antropolojiyle ırkçılığı aynı şey? saydığını söyleyerek Şerif?in ?daha o zamandan en sonuna kadar ırkçılığın ne demek olduğunu hiç anlamadığı? sonucuna varır (a.g.e., s. 96). Oysa politik olarak ırkçı olmayan Kansu?nun [bkz. Kansu, Ş. A. (1940). Irk ve Millet. Ülkü, 14 (84), s. 496-498] Türk çocukları üzerinde yaptığı antropometrik araştırmalarla ilgili olarak çocukların çoğunun Türklerin dahil olduğu ?Alpin ırkın? özelliği olan brakisefal kafatası yapısı göstermelerinin beklenir bir şey olduğunu yazması [Kansu, Ş. A. (1939). Kız ve Erkek Çocukları Üzerinde Antropometrik Araştırmalar. Belleten, 3(9), s. 69-79] aslında Anadolu halkı için ?ırk arılığı? öngören bilimsel-ırkçı bir ima taşımaktadır. Berkes?in bu imayı sezmemiş olması, bununla birlikte Şerif?in itirazlarını anlamayışı, bir yandan Berkes?in Şerif?in ünlü geçimsizliğine karşı duyduğu kişisel antipatiden kaynaklanıyorsa da, bir yandan da Şerif?in döneminin en ileri aydınlarının bile kolaylıkla göremediği bağlantıları görmekte zorlanmadığı şeklinde yorumlanabilir.

5. Çetik, M. (1998) Sunuş. Mete Çetik (yay. haz.) Üniversitede Cadı Kazanı: 1948 DTCF Tasfiyesi ve Pertev Naili Boratav?ın Müdafaası (s. 1-43) içinde. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, s. 7.

6. Belli, M. (2002). İnsanlar Tanıdım: Mihri Belli?nin Anıları. İstanbul: Doğan Kitap, s. 201.

7. Belli, M., age, s. 203.

8. Kayalı, K. (2003) Türk Düşünce Dünyasında Yol İzleri. İstanbul: İletişim, s. 162 vd.

9. Belli, M., age, s. 203.

10. Türkali, V. (2001). Komünist. İstanbul: Gendaş, s. 75.

11. Mihri Belli?den Sertan Batur?a e-mail, 08.03.2006

12. Mihri Belli?den Sertan Batur?a e-mail, 08.03.2006

13. Belli, M., age., s. 203 vd.

14. Yorum Mete Çetik?in, agy, s. 10.

15. Başoğlu, M. Ş. (1943). ?Psikoloji Karşısında Irkçılık?, Yurt ve Dünya, 4(25), 7-13.

16. Başoğlu, M. Ş. (1943). Irk Psikolojisi. İstanbul: Üniversite Kitabevi.

17. Erkman, F. (1943). En Büyük Tehlike Milli Türk Davasına Aykırı Bir Cereyanın İçyüzü, Akün bas.

18. Balkaya, F. (1995). Fatma Başaran?la Görüşme, Türk Psikoloji Bülteni, 2, 83-86.

19. Türkali, V., age., s. 75.

20. Korkut Boratav?ın Pertev Naili Boratav?la Görüşmesi, Mete Çetik (haz.) Üniversitede Cadı Kazanı: 1948 DTCF Tasfiyesi ve Pertev Naili Boratav?ın Müdafaası (s. 192-215) içinde. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, s. 214. Ayrıca tren yolculuğu ve Aygün için bkz. Berkes, age., s.263 vd.

21. Hem Berkes?in anlatısı, hem de Ruşen Sezer?in dipnotu: Berkes, age., s. 266.

22. Atsız, N. (1944). Başvekil Saracoğlu Şükrü?ye Açık Mektup. Orhun, 15, 1-4; Atsız, N. (1944b). Başvekil Saracoğlu Şükrü?ye İkinci Açık Mektup. Orhun, 16, 1-6.

23. Çetik, M. agy., s. 12.

24. Çetik, M. agy., s. 13. Osman Yüksel Serdengeçti adlı ırkçı dergiyi çıkartmıştır. Daha sonra AP?den Antalya Milletvekili olarak parlamentoda da çalışmıştır.

25. İleri, R. N. (2003). Önsöz. Rasih Nuri İleri (der.) Kırklı Yıllar 2: 1944 TKP Davası, (s. 9-18) içinde. İstanbul: Tüstav, s. 12. Ayrıca soruşturmanın Ziya Nur Erün ve İhsan Korkmaz üzerinden DTCF?ye yayılışıyla ve adı geçen kişilerin kimlik bilgileriyle ilgili olarak aynı kitapta yayınlanan (s. 19-85) Hava Müdafaa Genel Komutanlığı Kurmayı?nın Son Tahkikatın Açılması Kararı?na bakılabilir.

26. Çetik., agy., s. 13vd.

27. Pratt, C. C. (1970). Psychology in America since 1945. AÜ. Dil ve Tarih ?Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt XXVIII, Sayı 1-2, Ocak haziran 1970, s. 115-120.

28. Bütün bu yazışmalar Muzaffer Şerif?in DTCF?de bulunan kişisel dosyasında bulunabilir.

29. Mihri Belli?den Sertan Batur?a e-mail, 16.10.2005

30. Asliturk, E. ve Cherry, F. (2003).Muzafer Sherif: The interconnection of politics and profession. History and Philosophy of Psychology Bulletin, 15, 11-16.

31. Kayalı, K., age., s. 174

32. Bu mektup O. J Harvey tarafından Sherif?in 1967 yılında Kurt Lewin ödülünü almasıyla ilişkili olarak yollanmıştır.

Alıntı: http://www.elestirelpsikoloji.org/eleps/eleps/serifturkiye.html

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir