Sulu Öyküler – Hüseyin Bul

On üç yaşında bir çocuğun babasının sakarlıkları, becerisizlikleri, çaresizlikleri ve bazen komik duruma düşüşleri eşliğinde annesinden ayrılışı, biten bir evliliğin anatomisini ilk önce birinci tekil ağızdan sonra da üçüncü tekil ağızdan anlatışında oluşuyor öyküler. Aslında yazar bunu daha çok öykülerin doğası, konusu ve üslubundan dolayı yapar. Bunları denediği ( yaptığı ) öyküler de farklı öyküler zaten. Kitap altı öyküden oluşuyor. En göze çarpanıysa yaklaşık yüz elli sayfalık Sukkwan Adası öyküsü. Kitaba adını veren öykü yok ama öyküler okunduğunda kitabın isminin ?cuk? oturduğudur. Kitabın ayrıntılarına, bıraktığı tortulara geçmeden önce kapağının da çok doğru tercih edildiğini söyleyip asıl mevzuya geçebiliriz.
Her öyküsünde ya su, ya deniz, ya da yağmur ve yahut da hepsi birden mutlaka var. Gerçi Sukkwan Adası öyküsünde yağmur yağdığı halde yiyeceklerini saklamak için kazdıkları çukura yağmur suyunun dolmamasını görmezden gelirsek genellikle iyi betimlenmiş, çevreyi, doğayı mekânı en ufak ayrıntısına kadar anlatmış. Bu ayrıntılar okuyucuyu sıkmak yerine öykünün içine çeken, ilgisini soğutmayan, merakını arttıracak tarzda kurgulanmış. Bu; inandırıcılığını da perçinlemiş. Hoş yazarın: bu öyküler ailemizin gerçekleriydi, izin alarak anlattım demesi bu savımızı önemsiz kılmayacağı gibi önemli olan neyin değil nasıl anlatıldığıdır bizim (okuyucu) nazarımızda.
Roy?un (çocuk) babasının ayıyı öldürdüğü bölüm Ivan Turganyev?in Bıldırcın öyküsüne direk gönderme olduğunu söz konusu öyküyü okuyan herkes bilir. Öldürülenin nasıl öldürüldüğünü görene kadar yapılanın bir avdan ibaret olduğunu, etin lezzetli olduğuyla ilgilidir çocuğun gözünde. Fakat nasıl öldürüldüğünü gördükten sonra çocuk kurbanla empati kurar ve bundan sonrası tam bir azaptır ve av saçma bir eylem, yapılanın çok gaddarca olduğudur. Diğer bir gönderme de uzun ada yaşantısındaki sıkıntılar, hava şartları, balık tutmalar, adadan sıkılma, dönem dönem çocuğun kaçma isteği, yiyecek bulma zorlukları gibi anlatılarda William Golding?in Sineklerin Tanrısı romanınadır. Hatta bir ara dışarıyla iletişimlerini sağlayan tek şey olan telsizlerinin bozulması sonucunda adada rehin kaldıklarını (ki Roy hep böyledir) düşünmelerinde acaba Sineklerin Tanrısı?nı mı okuyorum diye düşünmedim dersem yalan söylemiş olurum.
İlk başlarda, ilk öykülerde babayı yok sayma, beğenmeme, saf dışı bırakma duyguları o kadar çok işlenmiş ki oidipus kompleksi aklımıza gelmeden okuyamıyoruz. Geceleri gizli gizli ağlayan babasını ilk gördükçe anlamlandıramaz ve görmezlikten, duymazlıktan gelir Roy. Bunu biraz da babasını utandırmamak için yapar. Fakat zaman geçtikçe bu ağlama nöbetlerin sıklaştığını, bir tür günah çıkarma sonrasında da duygu sömürüsü olduğunu anlar. Babasının çaresizliği, zayıflığı ve becerisizliği karşısında güçlü rolü oynamaya karar veren Roy?un boyunu aşan sorumluluklar bir süre sonra sahnede görünen silahın patlamasına sebep olur. Bir tür tutunamayan olan Jim (baba) sorunlarından arınmak, kendini düzeltmek, toparlamak ve vergi memurlarından kaçmak için gittiği adada yalnızlıktan korktuğu için oğlunu da yanına aldığını öğrendiğimizde artık tam bir yıkıntıdır, enkazdır. Hep yanlış yapan, hep başarısız olan, plansız projesiz çalışan ve ileriyi görmekten aciz Jim, hiçbir engel yokken oğlunu anlamak için hiçbir çaba sarf etmez, empati kurmaz, ne istediğini kestiremez, bilakis on üç yaşındaki oğlundan kendisini anlamasını, hak vermesini bekler. Oğlu yanında kalsın diye kendini ölmeyeceğini bildiği bir uçurumdan aşağı atacak kadar gözü dönmüş bir babayla oğlu arasındaki iletişimsizliğin anlatıldığı öykülerin dili oldukça yalın ve doğal, zorlama yok, alengirli cümleler yok.

Hüseyin Bul

Kitabın Künyesi
Bir İntihar Efsanesi
David Vann
Can Yayınları / Öykü Dizisi
Çeviri : Esra Birkan
İstanbul, 2012, 1. Basım
240 s.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir