Tamamlanmamış Bir Proje Olarak Paris – Bora Erdağı

Postmodernite tartışmalarının ?şafağı attığında?, Jurgen Habermas?ın da şafağı atmıştı. ?Modernite versus Postmodernite? başlıklı o meşhur makalesinde moderniteyi tamamlanmamış bir proje olarak tanımlamış ve postmoderniteyi enine boyuna eleştirmişti. Bu makale 1980 yılında Theodor W. Adorno ödülü kazanan Habermas?ın, ödül töreninde yaptığı konuşmasıdır. Habermas modernitenin kültürel ve tarihsel boyutlarını, estetik niteliklerini, Aydınlanma çerçevesini ortaya koyduktan sonra, postmodernite söyleminin anti-modern ifadelerine pelesenk eden çoğu şeyin alternatif kültür arayışı içinde olanlarca yeniden yaygınlaştırılmakta olduğunu saptar. Bu saptamasına Habermas, günümüze değin çeşitli revizyonlarla sahip çıkmaya devam etmektedir. Ona göre postmodernite, premodernitenin (yaşlı-muhafazakârlığın) ve antimodernitenin (genç-muhafazakârlığın) köklerinden beslenen karmaşık bir ruha sahip kültürel çeşitlilik tezahürüdür. Postmodernite yeni-muhafazakârlığın ruhudur.

David Harvey Postmodernliğin Durumu?nda (1989) Habermas?a göndermede bulunur ama artık, hâkim ideoloji olarak egemenliğini ilan etmekte olan postmodernite söylemine başka türlü bir eleştiri getirir. Harvey modernitenin yaratıcı yıkıcılığını maddi temellerden hareketle açıklar. Tarihsel-coğrafi bir maddeci yöntembilimle mekân üzerine odaklanır. Emeğin, yaşamın ve sermayenin, yani üretimin, kır ile kentin ve kapitalizmin dönüşümüne, özel olarak da günümüzde olanın nasıl düşünülmesi gerektiğine dair tartışmalar yapar. Bu yaklaşımını Harvey, Paris, Modernite?nin Başkenti [çev. Berna Kılıçer, (İstanbul: Sel Yayıncılık, 2012)] çalışmasında oldukça kapsamlı bir şekilde uygular ve modernitenin ruhunun tamamlanma ya da tamamlamamadan daha çok yıkıcı yaratıcılıkta olduğunu tespite zorlar. Böylece Harvey yıkıcı yaratıcılık nosyonu aracılığıyla moderniteyi bir kopuş, geçmişten ve geçmişe ait geleceğin gölgesinden bir kopuş olarak düşünür.

Walter Benjamin Pasajlar çalışmasını tamamlamış olsaydı, belki de kitabının altbaşlığını ?19. Yüzyılın Başkenti Paris? koyacaktı. Gerçi Benjamin Frankfurt Toplumsal Araştırmalar Enstitütü?sünün Amerika?da çıkarılmaya devam eden dergisinde, Adorno ve Horkheimer ile sıkı tartışmalar sonucunda, bu başlıkta bir makale yayımlar ama nihayetinde, Paris ve modernite temasını merkeze alan Pasajlar tamamlayamadan ölür. Harvey?in Paris, Modernite?nin Başkenti, Pasajlar?ın akibetinin aksine hem tamamlanmış ve tutarlı bir bütün halindedir hem de göreceli olarak Türkçe?ye oldukça erken bir zamanda çevrilmiştir. Bu, günümüz okuru ve ilgilileri için büyük bir şanstır. Paris, Modernite?nin Başkenti (2006) 1970?lerden beri mekân üzerine düşünen Harvey?in en yeni çalışmalarından biri olduğu için yazarın son yıllarda Marksist literatürdeki katkılarının izlerini görmek de mümkündür.

Harvey?in kitabı üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm 1830-1848 arasındaki Paris temsillerini ifade eden yaratıcı yıkımın oluşturduğu mitlerden hayalkırıklıklarına kadar uzanan geniş bir yelpazeyi tartışmaktadır. Bu geniş yelpaze içindeki fikirler; romantizm, gerçekçilik, devrimcilik, ütopyacılık eş zamanlı olarak birbirine güçlü ya da güçsüz bağlarla eklemlenir, iç içe geçerek birbiri içinde karmaşık bir hal alır. Karmaşıklığı anlamanın en iyi yollarından biri dönemin edebiyatına bakmak olabilir. Harvey Paris hakkındaki arşivlerin zenginliğinden yararlanmayı ihmal etmeden, edebiyattın ortaya çıkardığı doğa, kent, yaşam ve insan betimlerine edebiyatın içinden geçerek yöneliyor. Bunun için elbette Honore de Balzac vazgeçilmez bir deryadır, o da ona başvuruyor. Charles Fourier, Blanqui, Etienne Cabet, Lous Blanc ve Saint Simon gibi dönemin önemli politik figürlerini de, Harvey es geçmiyor ve özellikle Fourier ve Simon?un ütopist tahayyüllerini tartışıyor.

İkinci bölümde ise Harvey, 1848-1870 yılları arasında Paris?te gerçekleşenleri; mekân ilişkilerinden finansal ilişkilere, emek gücünün ve kadınların durumundan bilime, emeğin niteliğinden retoriğe ve temsile kadar birçok temayı işliyor. Neredeyse kitabın büyük çoğunluğunu oluşturan bu bölüm, okunmaya başladığında 22 yıllık sürecin ne kadar zengin güç ilişkilerine sahne olduğu fark ediliyor, birbirinden bağımsız ya da birbiri ile ilişkili güç odaklarınca domine edilen toplumsal ve tarihsel bir hayatı betimleniyor. Harvey modernitenin başkenti olarak Paris?i düşünürken onun deneyim, birikim ve yeniden üretim gücüne güveniyor. Paris?in tüm Avrupa?yı sar(s)maya yetecek kadar esin dolu ve somut olduğu gerçeğini algılıyor. Algıladığı, güvendiği, çıkarsadığı ve düşündüğü her şeyi Harvey yine edebiyatın, sanatın ve dönemin arşiv kayıtlarının ışığında Marksist bir tarihyazımına katkı sunacak şekilde gösteriyor.

Harvey çalışmasının üçüncü bölümünde ise, 19. yüzyıla damgasını vuracak bir çağdaşlık eseri; Sacre-Coeur Bazilikası?nın inşasına anlatıyor. Kitabın bu son bölümü tek bir denemeden oluşuyor ve ?Koda? adını taşıyor. Koda dansın sonu anlamına gelen bir özel bir terim. Kitabın tamamı gözden geçirildiğinde, bu bazilika inşasının neden dansın sonunu anlattığı açıklığa kavuşuyor.

Paris, Modernite?nin Başkenti tamamlanmamış bir proje değil, Paris de öyle. Harvey oldukça haklı olarak moderniteye yıkıcı yaratıcılığın kopuntuları üzerinden bakmanın faydalarından yararlanıyor ve bunu salık veriyor. Moderniteyi tarihsel sentezlemelerden daha çok bu kopuşlar yeniliyor. Habermas?ın tavandan gelen seslerin projesi olarak dile getirdiği moderniteye Harvey, tabandan ve tavandan karmakarışık dengelemelerle ortaklaşan bir ses gibi yaklaşıyor ve o seste taban ve tavan arasındaki renkleri kaybetmeme çabası ile koda?ya (dansın sonuna) ulaşıyor, modernitenin başkentine yüzleri çeviriyor.

Bora Erdağı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir