Tatsız Bir Olay – Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Tatsız Bir Olay adlı bu romanda Dostoyevski, liberalizm rüzgarlarına kapılan bir Rus soylusunun bir geceye sığan serüvenini alaycı bir tarzla anlatır.
Rusya’da çarlığın çözülmeye başladığı, pek çok şeyle birlikte askerî bürokrasi ile yoksul memur sınıfı arasındaki ilişkilerin de değişmeye yüz tuttuğu yıllardır.

Petersburglu üç general, yumuşacık koltuklara oturmuş, bir yandan sohbet etmekte, bir yandan da şampanyalarını yudumlamaktadırlar. Dostoyevski’nin deyişiyle: “güzel ülkemizin değerli çocuklarının” kalkınma hareketlerine giriştikleri yıllardır. Rusya?da çarlığın çözülmeye başladığı, pek çok şeyle birlikte askerî bürokrasi ile yoksul memur sınıfı arasındaki ilişkilerin de değişmeye yüz tuttuğu yıllar. İşte bu davette generallerden biri, bu kısa romanın kahramanı olan İvan İlyiç, aşağı dereceden memurlara karşı iyi davranışları savunmaya başlar. Ona göre önlerinde açılan yeni dönemin özelliği bu olacaktır: insanseverlik. Ama general önce arkadaşları arasında alay konusu, sonra da içkinin etkisiyle çıkıp dışarıda tatsız bir olaya neden olur. Tatsız Bir Olay, Dostoyevski’nin erken uzun öykülerinden biri. Ama son derece çağdaş bir yazınsal ve düşünsel başyapıt. (Tanıtım Yazısı)

Kitabın Birinci Bölümü
Bu tatsız olay, güzel ülkemizin değerli çocuklarının olanca güçleriyle ve insanı duygulandıran kahramanlıklarla kalkınma hareketine giriştikleri, yeni bir kaderle, yeni umutlara atıldıkları sırada geçmiştir. Evet, tam o sıralarda berrak, soğuk bir kış gecesi, şöyle saat on iki sularında, kellifelli üç kişi, Petersburgskaya Storona dolayında, gösterişli iki katlı bir evin pek tantanalı döşenmiş konforlu odasında oturuyorlardı. Hoş bir konu üzerine sohbet ediyorlardı. Generaldi üçü de. Ufak bir masanın çevresinde, yumuşacık koltuklara gömülmüş, bir yandan konuşuyor, bir yandan da keyifle şampanya içiyorlardı. Şişe, masanın üzerinde, gümüş bir kapta, buz içinde duruyordu.
Bu toplantı altmış beş yaşlarında, üçüncü derece memur, bekâr Stepan Nikiforoviç Nikiforov?un hem yeni aldığı evinin, hem de denk düştüğü için, yaş gününün şerefine yapılmıştı. Stepan Nikiforoviç?in şimdiye kadar yaş gününü kutladığı görülmemişti. Bununla beraber bu defa da öyle pek olağanüstü bir şey yapılmamıştı. Demin söylediğimiz gibi, konuklar topu topu iki kişiydi. Bunlardan biri beşinci derece memur Semyon İvanoviç Şipulenko, öbürü de gene beşinci derece memur İvan İlyiç Pralinskiy?di. Her ikisi de Bay Nikiforov?un daire arkadaşlarından, hatta emrinde çalışan memurlarındandı. Saat dokuza doğru çay içmeye gelmişler, ama çok geçmeden işi şaraba çevirmişlerdi. Bir yandan da on bir buçukta evlerine dağılmak zorunda olduklarını biliyorlardı. Ev sahibi son derece düzenli yaşamıyla tanınmıştı çünkü.
Sırası gelmişken onun için birkaç söz söylemeliyiz. Stepan Nikiforoviç, mesleğine geleceği asla güvende olmayan ufak bir memur olarak başlamıştı. Tam kırk beş yıl memurluk hayatının çilesini çekmiş, ama bir yandan da nasıl olsa istediğine ulaşacağına inanmıştı. Gökten yıldız koparmaya1 hiç özenmezdi; gene de göğsünde iki yıldız taşıyordu. Özel kanaatlerini açığa vurmaktan hiç hoşlanmazdı. Namusluydu; yani başından öyle pek şerefsizce bir olay geçmemişti. Pek bencil olduğu için, evlenmemişti de. Hiç kalın kafalı değildi, ama zekâsını göstermekten asla hoşlanmazdı. Bir de dağınıklığı, heyecanı sevmezdi. Hatta, heyecanı da bir ruh dağınıklığı sayardı. Son yıllarda tatlı, uyuşturucu bir konfora, devamlı bir yalnızlığa dalmıştı. Ara sıra, şöyle hatırı sayılır kimselerin evlerine gittiği oluyordu. Ama kendisi, ta gençliğinden beri konuklardan hiç hoşlanmazdı. Hele son zamanlarda ?Gran Pasyans?2 da açmamışsa, yemek odasındaki saatinin arkadaşlığı ona bol bol yetiyordu. Koltuğunda, derin bir sessizlik içinde, yarı uyuklar halde, şöminenin üstünde, camdan bir kutunun içindeki saatin tiktaklarını dinlemekle vakit geçiriyordu.
Bay Nikiforov?un pek kibar bir görünüşü vardı. Hem kendini pek yıpratmadığı, hem de her zaman tıraşlı olduğu için yaşından genç gösterirdi. Bu gidişle daha bir hayli yaşayacağa da benziyordu. Her halinde, her hareketinde tam bir centilmenlik vardı. İşi de gayet rahattı; çalıştığı komisyona gelen birkaç kâğıdı imzalamaktan ibaretti. Kısacası, Bay Nikiforov?u herkes mükemmel bir adam sayıyordu. Onun da kendine göre bir tutkusu, daha doğrusu bir arzusu vardı: Bir evi olmasını istiyordu.
Günün birinde Stepan Nikiforoviç?in bu arzusu gerçekleşti. Petersburgskaya Storona dolayında gözüne kestirdiği bir evi satın aldı. Gerçi semt biraz uzakçaydı, ama buna karşılık bina hem güzel, hem zarifti, bahçesi de vardı. Satın aldıktan sonra yeni ev sahibi, evin sapalığını isabetli buldu; öyle ya, konuk kabul etmesini hiç sevmiyordu. Bir gezintiye veya daireye gitmek içinse, iki kişilik, kahverengi, mükemmel bir arabası, arabacı Mihey?i, bodur, ama gürbüz, güzel iki atı vardı. Tam kırk yıl iğne ile kuyu kazarcasına bir çalışmanın, kılı kırk yararak yapılan bir tasarrufun ürünü olduğu için, bunlara baktıkça Stepan Nikiforoviç?in göğsü sevinçle kabarırdı. Bu yüzden yeni evine taşındıktan sonra, huzur ve mutluluktan uçan Nikiforov, şimdiye kadar en yakın ahbaplarından bile gizli tuttuğu yaş gününe bu defa konuk çağırmaya karar verdi. Hatta konuklarından birini biraz da başka bir amaçla çağırmıştı. Stepan Nikiforoviç, evinin kendisinin oturduğu üst katıyla aynı teşkilatı olan alt katını kiraya vermek istiyordu. Semyon İvanoviç Şipulenko?yu uygun gördü, bu akşam sözü bir-iki kere buna getirdi. Lakin Semyon İvanoviç pek oralı olmadı.
Semyon İvanoviç Şipulenko, siyah saçlı, favorili, yüzü safralı, memurlukta ağır ağır ilerlemiş bir adamdı. Evliydi; hep asık suratlıydı, gezmeyi hiç sevmezdi. Ev halkı çekinirdi ondan… işini kendinden emin olarak yapardı. Nereye kadar gidebileceğini iyi, hele nereye varamayacağını daha da iyi bilirdi. Sağlam, iyi bir konumu vardı. Uygulanmaya başlanan birtakım yeni kurallara karşı içinden titizleniyordu, ama bütün bunlar onu asla kuşkulandırmıyordu. Çünkü dediğimiz gibi, kendine güveniyordu. Oysaki şimdi, biraz hınç dolu bir alayla İvan İlyiç Pralinskiy?in yenilik hareketleri üzerine söylediklerini dinliyordu. Hepsi de birkaç kadeh yuvarlamışlardı. Stepan Nikiforoviç bile, alçakgönüllülük ederek, Bay Pralinskiy ile yeni usuller hakkında hafif bir tartışmaya girişti.
Ama önce ekselans Pralinskiy?e ait birkaç söz söyleyelim. Kendisi hikâyemizin kahramanı olduğu için, bunu yüzde yüz yapmalıyız. Beşinci derece memur İvan İlyiç Pralinskiy, ?ekselans? unvanını alalı, daha dört ay olmuştu. Yani pek yeni bir generaldi. Zaten yaşça da henüz genç sayılırdı; kırk üçünü aşmamıştı. Daha da az gösterirdi ve Bay Pralinskiy bu noktaya pek önem verirdi. Uzun boylu, güzel bir adamdı; şık, dikkatli giyinir, boynundaki heybetli nişanı kendine yakışacak şekilde takmasını bilirdi. Daha çocukluğundan beri, yüksek sosyeteden olanlarda görülen tavırları vardı. Henüz bekârdı: Zengin, hatta sosyeteden bir kız almayı kuruyordu. Oldukça zeki bir adam olan Bay Pralinskiy?in daha ne hayalleri vardı! Bazen neşeli zamanına rastlayınca, kendine bir parlamentocu süsü vermeye pek bayılırdı. İyi bir ailedendi, babası generaldi. Kadifeler içinde büyütülmüş, asilzadeler okulunda eğitim görmüştü. Okuldan pek bilgili olarak çıkmamıştı, ama gene de memurlukta başarı gösterebilmiş, general rütbesine kadar yükselmişti. Amirleri onu yetenekli bir memur olarak tanıyorlar, hatta ilerisi için kendinden çok şeyler bekliyorlardı. Gene de, memurluğa başlamasından general rütbesine ulaşmasına kadar emrinde bulunduğu Stepan Nikiforoviç, onu hiçbir zaman ne yetenekli bir işadamı saymış, ne de ona umut bağlamıştı. Bay Nikiforov, İvan İlyiç Pralinskiy?in, iyi bir aileden olmasından, para, yani servet getiren bir eve sahip bulunmasından hoşlanıyordu. Ayrıca Bay Pralinskiy?in hatırı sayılır kimselerle akrabalığı vardı, kendisi de gösterişli adamdı. Yalnız Stepan Nikiforoviç, onun hayalciliğinden, fazla hoppalığından pek hoşlanmıyordu.
İvan İlyiç de kendinde birtakım kusurlar buluyordu; fazla titiz, aşırı derecede gururlu olduğunun o da farkındaydı. Kendi adına anıtlar bile dikildiğini hayal ettiği olurdu. Bütün bunlar, İvan İlyiç?in gözünün ne kadar yüksekte olduğunu gösteriyor. Bu belirsiz hayallerini, umutlarını, âdeta korkarak içinde saklıyordu. Kısacası o da iyi bir adamdı, ruhça şairdi de… Son yıllarda, hayal kırıklığı anları daha sık gelmeye başlamıştı. Bu yüzden İvan İlyiç, hırçın, vesveseli, hemen hemen her sözden alınır, bir hakaret anlamı bulup çıkarır olmuştu. Ama Rusya?nın yenileşmesi, birdenbire onun umutlarını artırdı. Generalliğe yükselmesiyle büsbütün beli doğruldu. İvan İlyiç canlandı, başı dikleşti. Parlak sözlerle uzun uzun konuşmaya başladı. Hep son zamanda ortaya çıkan sorunlar hakkında konuşuyordu. Hem de bunları birdenbire, âdeta hırsla benimsemişti. Konuşmak için fırsat arıyor, şehirde her yere girip çıkıyordu. Dehşetli bir liberal olarak tanınmıştı. Hem İvan İlyiç, bununla adamakıllı gururlanıyordu.
Bu akşam da üç-dört kadeh parlatır parlatmaz keyfi yerine geldi. Epeydir görmediği Stepan Nikiforoviç?in, kendisini saydığı, hatta ona itaat ettiği halde, yargılarını değiştirmeyi aklına koydu. Nedense Stepan Nikiforoviç?in pek eski kafalı olduğuna inanmıştı. Bu yüzden coşkuyla saldırıyordu ona. Stepan Nikiforoviç, konuyla ilgilendiği halde, hemen hemen hiç karşılık vermiyor, yalnız kurnazca dinliyordu. İvan İlyiç, gitgide coşuyor, bu tek yönlü tartışmanın heyecanı içinde ikide bir kadehine uzanıyordu. Stepan Nikiforoviç de hemen şişeyi alıyor, onun kadehini dolduruyordu. Ama bu durum, nedense, İvan İlyiç?e dokunmaya başlamıştı. Zaten yanında oturan Semyon İvanoviç Şipulenko da sinsi sinsi susuyor, bir yandan da gereğinden çok gülümsüyordu. İvan İlyiç, Şipulenko?ya bir dereceye kadar üstten bakardı ama hırçınlığı, sinizmi yüzünden gene de korkardı ondan… Aklından, ?Galiba bunlar beni toy bir çocuk yerine koyuyorlar,? düşüncesi geçti.
Sözüne hararetle devam etti:
?Hayır efendim. Çoktan başlamak gerekti. Geç bile kaldık. Üstelik bana göre, her şeyden önce başkalarına karşı iyi olmamız gerekiyor, hatta astlarımıza karşı bile… onların da insan olduklarını unutmamalıyız. İyilik her şeyi kurtarır, her şeyi düzeltir.?
Semyon İvanoviç?in bulunduğu yerden bir,
?Hi-hi-hi-hi-i…? duyuldu.
Stepan Nikiforoviç nezaketle gülümseyerek karşılık verdi:
?Güzel, ama acaba bizi bu kadar azarlamanızın sebebi ne? Ayıp değil ya, doğrusu anlattığınız şeyleri bir türlü kavrayamadım. ?Başkalarına karşı iyi olmak?tan kastınız insanseverlik midir yani??
?Evet, aşağı yukarı öyle, insanseverlik. Ben de…?
?Ama izin verin lütfen! Benim anladığıma göre iş bununla bitmez ki… İnsanseverlik, her zaman olmalıdır. Devrim hareketi sadece bir insanseverlik içinde toplanamaz. Köy davaları, idare, tekelcilik, ahlak v.s., v.s. gibi sonsuz konular var. İşte bunların topu birden söz konusu olunca çeşitli duraksama sebepleri de ortaya çıkıyor. Bizi asıl şüpheye düşüren bu noktalardır; yoksa sadece insanseverlik sorunu değil.?Semyon İvanoviç de,
?Gerçekten öyle. Derin bir konu,? diye Stepan Nikiforoviç?in sözlerini destekledi.
?Bu konuda size hak veriyorum, izninizle şunu da ekleyeyim: Bütün bu sorunların kavranması yönünden sizlerden daha geri olmayı asla kabul etmem.?
Sert ve dalgacıydı İvan İlyiç?in sesi.

(…)

Kitabın Künyesi 1
Tatsız Bir Olay
Fyodor Mihailoviç Dostoyevski
Çeviri: Nihal Yalaza Taluy
Can Yayınları
Yayına Hazırlayan: Faruk Duman
İstanbul, Şubat 2006, 1. Basım
88 sayfa

Kitabın Künyesi 2
Tatsız Bir Olay
Yazar: Fyodor Mihailoviç Dostoyevski
Yayınevi: Oda Yayınları
Çeviren: Celal Öner
Sayfa Sayısı: 96 sayfa
Yayınevi: Oda Yayınları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir