Tembellik – İnsan – Nejdet Evren

Üretim halkasına emeği ile katılmadan kendini de tüketen insan, tembelliği ne zaman ve nerede edinmiştir? Bu durum doğuştan gelen bir davranış biçimi midir? Yoksa zamanla kazanılan bir sapma mıdır? İnsan neden üretmek istemez? Ruhunun doymazlığına karşın bedenin üretim söz-konusu olduğunda takındığı edimsizlik salt bireysel bir tutum mudur? Tüketim konusundaki aceleciliği, zamanla yarışması, zamansızlığının bir nedeni mi yoksa sonucu mudur? Artık ürün ile tembellik arasında bir bağ var mıdır? Tembelliğin sonuçları toplumsal dokuda diğer bireyleri nasıl etkiler? Sömürü ve tembellik ne zaman yan yana gelir ve hangi koşulda ayrışırlar? Verimliliği arttıran teknoloji insanın kendini yeniden üretmesi için gereken zamanı fazlasıyla karşılamasına rağmen onun tembelleşmesinin nedenlerinden biri olabilir mi? Modernite ile birlikte boy-veren kaotik/belirsiz yapı insan ruhunda önce çekinme ve daha sonra eylemsizlik ile başlayan bir tembelliğin nedenlerinden sayılabilir mi? Üretme isteğini körelten birey-toplum ilişkisi ve buna katkıları nelerdir?

Bundan yaklaşık 200 milyon yıl önce toplayıcılık ile varlığını sürdüren insanımsılar zamandan kopuktular; gece ve gündüzün farklı yaşam koşullarına göre davranışlarını şekillendiriyorlardı. Boş denilen bir zaman dilimleri yoktu onların. Doğal belirlemenin tüm dayatması içerisinde çırpınırken kendilerini yeniden üretebilmek için gereksindikleri tüketim nesnelerine ulaşmak için oldukça yoğun ve dinmek bilmeyen bir eylemlilik içerisindeydiler. Bu durum ana/atalarımızın ne kadar çalışkan olduklarını göstermeye yeter. İlkel sopa, taş-yontusu araçlar ile yaşamsal süreçlerine tüketim maddelerini kazandırmak için giriştikleri yontu çağında, toplayıcılık yapacakları alanların sayısal olarak azalması karşısında çelişkinin aşılması ile sentezledikleri çözümler ile üretim halkasında tüm bireyleri ile çalışmayı sürdürmüşlerdir. Neolitik döneme henüz ulaşamadıkları bu aşamada ilkel üretim araçlarının sağladığı kolaylık düzeyinde üretimin sınırlı olması nedeniyle tüm bireyleri ile üretime katılmak zorunda kalmış olmalarından dolayı hala tembellik ile tanışmış değillerdir. İnsan türünün tembelliği neolitik dönem öncesinde edindikleri bir yaşam biçimi olduğu söylenemez. Bu durum ayrıca onun/tembelliğin doğuştan gelen bir davranış biçimi olmadığını da kanıtlar. Peki ne zaman?

Neolitik dönem insanlaşmanın, uygarlaşmanın ilkel tohumlarının atıldığı bir dönemdir. Kendine has/özgü yapısı ile üretken ana-kadının taneli bitkileri elleriyle yetiştirdiği, tarımla birlikte yerleşik toplumsal yapıya geçildiği bir dönemdir. Bir yandan hayvanların evcilleştirilmesi ile avcılığın farklılaştığı bu yaşam diliminde metalurijinin boy vermeye başladığı, madenin işlenmesi ile ilkel tarımın karasından sabana koşulan zamanın modernitesini yaşadığı bir dönemdir. İnsanın, tür olarak insanın doğaya yabancılaşmaya başladığı bu zaman dilimi onun doğaya egemen olmaya başladığı zaman dilimini de işaret etmeye başlamıştır. Çanak, çömlek ve tuğlanın sayılar ile olan raksı gök-anaya duyulan ilgi ile birlikte korkuların, endişelerin ve ateşi denetim altına almakla başlayan süreçte hem soyutlama yapmanın hem de matematiğin gelişmesini birlikte sürüklemiştir. İnsan hala hem ev içi denilen alanda ve hem de ev dışı olarak günümüzde belirlenen alanda ayrım gözetmeksizin üretmektedir. Başka bir anlatımla, insan hala tembelliği bilmemekte ve düşünmemektedir. Öküz gücünün sabana koşulması ile üretimdeki artış gözle görülür elle tutulur hale geldiğinde insan denilen sosyal türün artık ürün denilen ile tanışması ve bunu değerlendirerek bayramlar, şölenler yapması artık an meselesidir.

Şölenler, uygarlaşma tarihinin kadim geleneklerinden biri olmak yanı sıra insanın kendini yeniden üretebilmesi için kendine bir zaman ayırabilmesi gerekliliğine zemin hazırlayan toplumsal devinim biçimleri olmuştur. Yılın bir gününde bile olsa üretim yapmadan yaşayabilecek kadar üretim elde edilmiş olabilmesini gerektiren şölen olgusu insanın tüm yaşam biçimini etkilemiş, değiştirmiş ve doğal güçler karşısında kendine duyduğu güveni arttırmıştır. İnsanın kendini yeniden üretebilmesi için gerekli olan dinlenmenin tembellik ile hiçbir ortak yanı yoktur. Zıtlar her zaman birlikte olmazlar. Nasıl mı? Her üretim bir yönü ile tüketim olduğu gibi, her tüketim de bir yönü ile üretim sayılacaktır ve fakat öyle durumlar vardır ki tüketim için tüketim aynı anda bir araya geldiklerinde zıtların değil aynıların birlikteliği ortaya çıkar. Tembellik gibi.

Tembellik/tüketim karşıtı olan çalışma/çalışkanlık/üretim içinde olmayı barındıracak ve onunla zıtlaşacaktır. Üretime katılma istencinin hem bir hak ve hem de bir özgürlük olduğu dikkate alındığında emek sömürüsünün bir yönü ile aşırı üretim/çalışma karşı yönüyle de tembellik ve tüketim olduğu açıktır. İnsanın kendisini yeniden üretebilmesi için gereksindiği dinlenme asla tembellik değildir. Bu yönü ile tembellik üretim karşılığındaki tüketimi ifade edecektir.

Her hal ve şartta insanın ?boş denilen zamanı? yoktur. Tembellik, üretici olmamanın, olamamanın mistik düzeylere varan ve kişinin kendini tüketmesi olarak karşımıza çıktığında farklı bir boyuta taşındığı görülecektir. Bu durum insanın doğasında var olan mıdır?

Tembellik, bedenen ve fikren devinebilecek olanın bunu ötelemesidir. Artık ürünün elde edildiği zaman dilimine kadar insan türü tembelliği tanımamış ve bilmemiştir. Öküzün karasından-sabana koşulması ile kat-be-kat daha fazla olan hayvansal gücün üretime alet edilmesi ile birlikte kendini yeniden üretmek için gereksindiğinden fazlasını bulan/yaratan/üreten insan, neolitik olarak tanımlanan dönemin sonlarına doğru tembellik denilen olgu ile tanışmıştır. Bu durum, kol gücünün beyin gücünden ayrılması ile eş-zamana denk gelmektedir. Mitolojik kahramanlar, yarı-tanrı insanlar doğa karşısında güçsüz olan insanın korkularına rehberlik etmekle ondan ayrı bir güç olarak onun karşısına dikilmiştir. Çit çeken insanın buyurganlığı soyutlandıkça o, tembelliğini gizlemeyi başarmıştır. Tembelliğin bireysel değil, sosyal/tarihsel bir olgu olması onun bireysel görünen yanı ile çeliştiği gibi, bireysel algılanması ile anlaşılmasını/değerlendirilmesini de engellemektedir.

Tembellik doğuştan gelen bir edimsizlik olmadığına göre insan türü bu edimsizliği sonradan edinmiştir. Artık-ürün, sosyal insanın hem kendisine ayıracağı özel bir zaman dilimi yaratırken hem de üretime katılmadan da var-olabileceğine dair düşünsel/eylemsel bir zemin hazırlamıştır. Şölen/şenlik ve bayramların toplumsal sevinçlerin, geleceğe dair güvencelerin paylaşıldığı ilk-el dokusu kendi çelişkisi ile aşıldığında sevinç ve paylaşım yerlerini varlık-yokluk ve tüketime bırakmıştır. Sevinçli ve paylaşımcı insan, efendi-köle ve üreten-tüketen olarak ayrışmıştır.

Artık ürün ile tembellik arasında sıkı bir bağ vardır. Geçmiş zamanlara dair elde edilen arkeolojik kalıntılar, antropolojik veriler artık ürün olmadığı dönemlerde insan türünün canla-başla yaşamak için avcılık/toplayıcılık ya da başka ne tür olursa olsun üretim için çabaladıklarını göstermektedir. Ruh/duygu ve düşüncenin gelişimi de aynı olguya dayanmaktadır. El-dil-beyin-ayak-göz diyalektiği insanımsıların doğal güçleri denetim altına almayı başarmaları ile hem soyutlama yapma yetilerinin gelişimini hem de yaşamak için gereksinenden fazla üretim yapabilmelerini sağlamıştır. Aynı diyalektik süreç kendi çelişkisini yaratarak üretim yapmadan da yaşanabileceği düşüncesini ve buna bağlı olarak Nazım?ın dediği gibi sofradaki yeri öküzden sonra gelen kadının emeğine göz dikmek suretiyle köleleştirme sürecini doğurmuştur. Tarihin ilk kölesi kadınlardır ve tembellik kadın emeğinin sömürüsü ile başlamıştır. Tembelliğin doğuşu köleleştirme ile eş-zamanlıdır.

Tembellik ve bencillik arasında bir ilişki/bağ kurulabilir. Bencilliğin ilkel ve sosyal biçim ve aşamaları ayrışık tutulursa, ilkinde üretime katılma zorunluluğunu dayatacak, ikincisinde ise zorunluluktan çıkıp ihtiyari/seçimsel bir belirlemeyi doğuracaktır. İlkel biçimi ile ele alındığında ?ki bencillik duygusu varoluşun tüm aşamalarında canlı üzerinde etkiyen bir duygu olmuştur- tembelliğin temel belirleyeninin bencillik olmadığı rahatlıkla söylenebilecektir. Sosyalleşen insan duygu ve isteklerini, bir kısım iç-güdü ve tepilerini de sınırlandırabilmeyi öğrenmiştir. Maddesel ve ruhsal çıkarını gözeterek artık-üründen pay almaya yönelik üretim dışı kalma istenci, bencillik dürtüleri yanı-sıra , egemen olma, güç ve şiddet duygularını da içinde barındırmaktadır.

Tembellik, kuşaktan kuşağa bir toplumsal edimsizlik biçimi olarak aktarılabilir/öğretilebilir bir durumdur. İnsanın kendisini yeniden üretebilmesi için gereksindiği tüketim olanaklarına kavuşması için bir üretim yapması kaçınılmazdır. Üretime katılmadan gereksinen bu tüketim olanaklarının sağlanması artık-ürünün kaçınılmaz varlığı il olanaklıdır ve bir yaşam biçimine dönüştüğünde tembellik emek-sömürüsü şeklinde yeni bir biçim kazanmış olacaktır. Çünkü tembellik her yer/zamanda sömürü ile birlikte var olmaz. İnsanın kendisini yeniden üretebilmesi için gereksindiği zaman diliminde kişisel üretimden uzaklaşması da bir şekil tembellik olsa da emek-sömürüsü ile yakından ilgili değildir.

Tembellik ile cinsiyet ilişkisine bakıldığında tarihin ilk kölesi kadınların erkek cinsine göre daha çalışkan, üretken olduğu görülecektir. -Bu genelleme özelde kadının tüketici olmasına engel değildir- ?Burçak Tarlası? adlı türkü bu durumu oldukça güzel anlatmaktadır. Açık ve gizli şiddeti içeren Erk-egemenliğin tembelliğin özel bir şekli olduğu söylenebilir. Nanşe adlı Sümer Tanrıçasının gözleri açıktır. Oysa Zeus Themis?in gözlerini bağlamıştır. Themis?in gözlerindeki bağın -söylendiği gibi- tarafsızlığı temsil etmesi bir paradigmadır; o bağ, erk-egemeni temsil eder. İnsan doğasında olmayan tembelliğin önceleri erkeğin bir edimsizliği olarak ortaya çıkmış ise de, sonradan cinsiyetini yitirmiştir. Ancak bu dengesizlik erkek lehine bozulmuştur.

Tembellik bireysel bir edimsizlik olsa da hem toplumsal sonuçlar doğurur ve hem de toplumsal karakterli bir davranış sapmasıdır. Toplumsal bir sapma olarak bireye bulaşan/bireyde somutlaşan tembellik, onun doğası ile yabancılaşmasına neden olur. Birey doğasında bulunmayan bu sapmayı içselleştirmekle sosyal yapı içerisinde ayrı bir yer edinmiş olur. Bu yer, ona biçilmiş bir don/gömlektir. O, bu donu giymekle ayrışırken yalnızca kendine yabancılaşmaz, diğer bireylere karşı da yabancılaşır. ?Tükettiğin kadar yaşarsın? felsefesi insanı oburlaştırır/yetmezliğe sürükler. İnsan ruhunun doymazlığı tüketmeye yönlendirildiği/koşullandırıldığı için hiçbir zaman doyuma ulaşılamaz. ?Tükettiğin kadar yaşarsın? paradigmasının karşısına ?üretip, paylaştığın kadar sosyal bir canlı olursun? felsefesini koyabilmek ruhun doyumsuzluğuna pan-zehir olacaktır. Tembelliği ile yabancılaşan insan, üreten bireylerin sırtındaki bir yük olarak insanın doğrulmasına bir engeldir ve bu yönü ile de gelişmeye ayak-bağı olur. Her şeyi tüketmek adına doymazlık içinde olduğundan böylesi dokulardaki insana zaman yetmez. O, sürekli zamansızlıktan yakınır. Ve yanı-sıra diğer insanların zamansız kalmasına neden olur. Tüm bireylerin yetişmek zorunda bırakıldığı zaman, arık insanın yaşamsal döngüsü haline gelir.

Teknik gelişmeler son iki-yüzyılda uygarlaşma denilen insanlaşmanın yaşam diliminde kısa ve fakat devasa sonuçlar doğurmuştur. Öküzün kara-sabana koşulması neolitik dönemde büyük değişimleri yaratmış ise, makineleşmek/ateşin-buharın makine uyarlanması da benzer bir değişim ve dönüşümü gerçekleştirmiştir. Tarihin ilk zincirli kölesi kadınlar hiçbir çağda/yer-zamanda değişmese de ?hep köle kalsa da- ona yenileri eklenmiştir. Tembelliği yaratanlar köleleştirirken gün geldiğinde köleleşeceklerini ne fark etmiş ne de istemiş olmasalar da, makinenin dişlileri onları da öğütmeye başlamıştır. Teknik gelişme ve yoğrulmuş emek taşıyıcıları olan teknik aletlerin doğa karşısında yaşama ve var olma sürecindeki insanın yaşam kalitesinde bir artışı yaratması kadar kendini yeniden üretmesi için gereksindiği süreyi arttırdığı görülmektedir. İnsanın boş zamanı denilen olgu, insana son yüz-yılda eklemlenmiştir. Boş-zaman söylemi aslında bir açıdan insanın kendini yeniden üretmesi için gerekli olan zaman dilimindeki artışa bağlı olarak bu zamanını da tüketmesine yönelik bir söylemdir. İnsanın boş zamanı yoktur. Kendini yeniden üretmek için gereksindiğinden daha fazla zamanı olan bireyin kendini yeniden tüketmesi ve üretici yanının köreltilerek, tembelleştirilmesine dayalı bu söylem içselleştirildiği oranda tembelliğin nedeni olmuştur.

Uygarlığın yazı ile başladığı benimsenir. Yazılı olmayan yaşam dilimi, yazılı olandan çok daha uzun olduğuna göre uygarlık öncesinin etkilerinin uygarlık dönemime etkileri de bir o kadar fazla olması kaçınılmazdır. Bunu anlamanın tek yolu antropolojik, arkeolojik kazılar ile elde edilen kalıtsal verilerdir. Bu yöndeki çalışma ve veriler de teknik gelişmeye bağlı olarak son yüz-yılda oldukça ilerlemiş görünmektedir. Ancak bu dönemim tümden çözümlenmesi kolay değildir. Bunu yapabilmenin bir diğer yolu da yazılı olan döneme bakar geçmişin öykülenmesini yapmak olabilir. ? ne denli doğru olacağı tartışmalı olsa da- Yazılı döneme geçmekle insan türü bir önceki aşamaya göre daha ileri bir yaşam dilimini yakalamıştır. Uygarlaşma bu yönü ile daha gelişkin bir yaşam formunu ifade ediyor olsa da gerçekte bu forum insanın yapısına ve doğal dengelere uygun bir gelişme izlemiş midir? Yazı bir gereksinim olarak ortaya çıkmış, insan ilişkileri ve toplumlar karmaşıklaştıkça ilişkiler de karmaşıklaşmaya başlamıştır. Karmaşıklaşan yapılar, toplumsal ilişkiler zamanla güç-dengesizliğini doğurmuş ve bunun sonucu olarak da kaotik yapılar insan yaşamının bir parçası haline gelmiştir. Bu durum insanın önce çekimser kalmasına ve giderek suskunluğuna neden olurken, zamanla çözümsüzlük düşüncesi ile devinimsizlik ve tembelliğe sürüklemiştir. Tembelliği bu yönü ile umutsuzluk ile öz-deş saymak olanaklıdır.

Tembellik, hangi yönden bakılırsa bakılsın toplumsal bir yozlaşmadır.

Nejdet Evren
Şubat/Mart 2011, Batı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir