David Le Breton?un Ten ve İz kitabı [çev. İsmail Yerguz, (İstanbul: Sel Yayıncılık, 2011)] ?İnsanın Kendini Yaralaması Üzerine? alt başlığını taşıyor. Breton beden ve riskli tavırlar üzerine odaklanan bir antropolog ve sosyolog. Yayınladığı bütün çalışmaları beden ve riskli tavırlar konusunun değişik temalarına odaklanıyor, bu da onun çalışmalarının birbirine eklemlenmesini sağlayarak beden bilgisi ya da kültürü üzerinde okuru derinleştiriyor ve zenginleştiriyor. Bir başka ifade ile bedenin antropolojisini çıkaran bir sosyolog olarak Breton, bedeni zihin kadar keşfedilmeye muhtaç hale getiriyor. Breton?un Türkçe?ye çevrilmiş diğer iki çalışması da (Yürümeye Övgü, Acının Antropolojisi) bu kanaatimizi destekler nitelikte. ?Benim çalışmam kimi zaman bir tuval izlenimi uyandırır bende; bu tuval üstündeki her çalışma ileriye doğru, daha sonra arkadan gelecek başkalarıyla daha da ilerletilecek, gerekli bir hamle, bir gelişmedir. Çağdaş dünyanın hırpaladığı bedenden riskli davranışlara, bedendeki izlerden acıya kadar, her zaman billurlaştırılması zor bir ben duygusunun, bedeni rehin alan ve onu kendi olmanın zahmetli üretimi için bir tür ham madde haline getiren bir iç çatışmanın içindeyiz? (12).
Breton Ten ve İz?de insanların kişisel gerekçelerle bedenlerini bilinçli olarak yaralamalarının ne anlama geldiğini, psikolojik saptamalara başvurmaksızın, araştırıyor. Çalışmasından psikolojik gerekçeleri ve alışıldık genellikleri dışlamasının nedeni, hem araştırmasının sınırlarını belirginleştirmek hem de daha önce yaptığı bazı çalışmalarda olmayan yeni bir perspektifi ortaya koymak. İnsanların ?acı durumunda bedene başvurması?nın bir çok nedeni vardır.
Breton?a göre bu nedenler: 1) Kişi kendini body-art?ta olduğu gibi performatif olarak en radikal sınırlara değin ortaya koymak ister, bedenine sanatının nesnesi ve ürünü olarak bakabilir. Bu da kişinin bedenine çeşitli düzeylerde müdahaleleri ile sonuçlanır. 2) Bazı mahkumlar kapatılma karşısında bedenini, düştüğü acının kurtarıcısı veya acısının hafifleticisi olarak belirler. Bu da cezaevlerinde bazı mahkumların kendi bedenlerini bilinçli yaralamalarına yol açar. 3) İlk iki sınırlamanın (sanatcı ve mahkum olmak) dışında bir çok insan toplumsal ve tarihsel birikimi ve yaşantısı ne olursa olsun kendini bilinçli olarak yaralamayı seçebilir. Bu çokluğun belirsiz kimliğine sahip bireyler kendilerinde yara açarak anlam üretirler ve kimliklerine kavuşmak istediklerini belli ederler. Yöneldikleri anlam arayışı bir tür kurtuluşu veya rahatlamayı getirir. Bir başka ifade ile yaralanma ıstıraba karşı kimliğin bir mücadele biçimidir.
İnsanın kendini yaralaması hangi gerekçeyle olursa olsun basit bir ham maddenin işlenmesi ya da fikrin takip edilmesi mevzusu değildir. Beden fiziki bir niteliktir ama salt fiziksel bir niteliği yoktur. Platon?dan Descartes?a kadar tüm felsefe tarihi boyunca beden terminolojik olarak uzamsaldır ve değişimin dayanağıdır. Bu haliyle de benliğin/kimliğin oluşturucusu ve temeli değildir. Oysa Breton benliğin/kimliğin oluşturucusu ve temeli olarak bedeni ifade ediyor: ?Kimlik duygusu değiştirilebilir, akışkan olmuştur, kökleri derin değildir, zamanın havasına uymuştur. Ayrıca insanlığın koşullarına bağlı olarak yenilenir: bir rastlantı, bir çocuğun doğumu, bir kaza, bir yas, bir ayrılık, bir düş kırıklığı vb. Şaşmaz, değişmez bir kimlik içinde kısılıp kalan birey, günümüzde çevresinin sürekli değişen verileriyle yok olup gider?(22).
Breton bedene sadece riskli gruplar tarafından yüklenilmediğini (kesikler, delikler, yaralar açılmadığını) göstermekle yetinmiyor, anlamın ve benlik sorununun toplumsal ve antropolojik niteliklerine bakarak tüm insanlıkca yüklenildiğini ifade ediyor. Sonuçta acıdan kaçınma, arınma, hayata bağlanma ve değer üretme bireylerin ihtiyacıdır. Bedenini yaralayan bireyler sadece kişiliksizleşmeyi, gerçekdışılığı ya da boşluğu aşmayı değil, aynı zamanda ölüme yakın durarak, yaşama bağlanmayı da tercih ettiklerini düşünmektedirler.
İnsanın neden kendini yaraladığı sorusuna önyargılarla ya da sadece psikoloji ile değil, daha geniş bir çerceveden bakınca, yaralamanın ne kadar yaygın ve aynı zamanda ruhun dilsiz işaretlerine eşlik ettiği görülür. Bir başka görülecek olan da acıya karşı günümüz insanının ne kadar dayanaksız ama bir o kadar da ötekileştirdikleri üzerinden vurdum duymaz bir eda takındığıdır.
Bora Erdağı