Terörizm; açlık, hastalık ya da iklim değişikliğiyle karşılaştırıldığında ufak bir tehdittir.

11 EYLÜL 2001 Saldırılarının ardından dünya medyası ve siyasetçileri anlaşılabilir bir biçimde terörizme odaklandı. Bu noktada söylenmesi gereken iki şey var.

Öncelikle, terörizm açlık, hastalık ya da iklim değişikliğiyle karşılaştırıldığında ufak bir tehdittir. O gün ABD’de 3000 kişi öldü, dünyada her gün 25.000 kişi yalnızca kirli sular yüzünden ölüyor. Her yıl 20 milyon çocuk yetersiz beslenme yüzünden zihinsel engelli oluyor. Her yıl büyük bölümü Asya’da, İskoçya kadar büyük bir tarım arazisi toprak kaybı ve kentlerin yayılması yüzünden kaybolup gidiyor.

İkincisi, terörizm nedenleri değil semptomları ele alarak durdurulamaz. Şiddeti adaletsizlik, yoksulluk, eşitsizlik ve başka şiddet olayları besler. Bu ders, yirminci yüzyılın ilk yarısında çok acılı bir şekilde, 80 milyon kişinin hayatı pahasına öğrenildi. Elbette ki dolu bir karın ve yeterince iyi bir duyma yetisi, bir fanatiği durdurmayacaktır, ama bunlar fanatik haline gelenlerin sayısını epeyce azaltabilir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Keynesçi ekonomiye ve Amerika’nın Yeni Düzeni’ne dayanan uluslararası kurumlar ve demokratik olarak idare edilen kapitalizm biçimleri yaratarak şiddetin kökenleriyle uğraşma konusunda bir fikir birliği oluştu. Bu politika mükemmellikten uzak olmasına rağmen Avrupa, Japonya ve Üçüncü Dünya’nın bazı bölgelerinde başarılı oldu. (“Terörle savaş”tan değil, “ihtiyaçla savaş”tan bahsettiğimiz devirleri hatırlıyor musunuz?)

Savaş sonrasında oluşmuş bu fikir birliğini baltalamak ve arkaik siyasi kalıplara geri dönmek, gerisin geri kanlı geçmişimize doğru yürümek demektir. Gelgelelim 1970’lerin sonundan beri Yeni Sağ’ın yaptığı şey budur: eski fikirleri yeniden paketlemek, yetki düzeylerini seçilmiş hükümetlerden seçilmemiş şirketlere aktarmak. Bu proje, sağın medyadaki kalemleri tarafından “vergi indirimi” ve “deregülasyon” adı altında satıldı. Bu kalemlerden Kanada’nın da payına kesinlikle düşmüştür. “Bırakınız yapsınlar” ekonomisinin fikri, yani atların yeterince yulaf tüketmesine izin verirseniz, serçelerin de payına bir şeyler düşeceği düşüncesi, birçok kereler denenmiş, arkasında harabeler ve sosyal enkazlar bırakarak birçok kereler başarısızlığa uğramıştır.

Yeniden dağıtıma karşı isyan gettodan yağmur ormanına kadar medeniyeti öldürmektedir. Çoğu ülkede vergiler aslında gerilememiş, yalnızca gelir piramidinde aşağılara kaymış, yardım ve sosyal programlar yerine askeri programlar ve şirketlere aktarılmıştır. Amerikalı büyük hâkim Oliver Wendell Holmes bir keresinde şöyle demişti: “Vergi ödemekten gocunmuyorum, vergilerle medeniyet satın alıyorum.” Kamunun temel bir sosyal güvenlik ağına güvenmesi, yoksul ülkelerde doğum oranlarını düşürmek için, bütün ülkelerde toplumun düzgün bir hayat sürmesi açısından temel önemdedir. Bu güvenin ortadan kaldırılması, dünyayı soyup soğana çeviren bir “herkese bedava” anlayışını patlatmıştır.

Daha önce de belirttiğim üzere yirminci yüzyılda dünya nüfusu dörde katlanırken, dünya ekonomisi de kırk kat daha büyüdü. Modernitenin vaadi suyun üzerinde yürümek bile olsaydı, başka bir deyişle zenginler ile yoksullar arasındaki uçurum Kraliçe Victoria’nın öldüğü tarihteki oranlarda kalsaydı, bütün insanların durumu on kat daha iyi olurdu. Ne var ki bugün sefalet içindeki yoksulların sayısı 1901’de bütün insanların toplam sayısı kadardır.

Yirminci yüzyılın sonuna gelindiğinde dünyanın en zengin (hepsi de Amerikalı) üç kişisinin toplam servetleri dünyanın en yoksul kırk sekiz ülkesinin toplam servetinden fazlaydı. Birleşmiş Milletler’in 1998’de yaptığı bir hesaplamaya göre titizlikle harcanması halinde 40 milyar dolar, dünya üzerindeki en yoksulların temiz su, temizlik ve diğer temel ihtiyaçlarını karşılamak için yeterliydi. Bu rakam iyimser olabilir, geçen sekiz yıl içinde de herhalde artmıştır. Ama yine de işlemeyecek, ihtiyaç duyulmayan, buna rağmen yeni bir silahlanma yarışına ve uzayın silahlandırılmasına neden olabilecek, israf demek olduğu su götürmeyen bir füze kalkanı hayali için bir kenara ayrılan fonlardan hatırı sayılır derecede azdır.

Tahminlere göre ABD, Britanya ya da Fransa’da doğan bir çocuk, hayatı boyunca yoksul ülkelerdeki elli çocuktan daha fazla tüketecek ve kirletecektir.

Kitabın Künyesi
İlerlemenin Kısa Tarihi
Ronald Wright
Çeviri: Ebru Kılıç
Kapak İllüstrasyonu: Sedat Girgin
Aylak Kitap

Previous Story

Thomas Mann Portresi – Adorno

Next Story

Asker kumanyaları yiyeceklerimizi nasıl değiştirdi?

Latest from Politika

SLAVOJ ŽIŽEK: Tabiat zaten kaotiktir, en vahşi afetleri, anlamsız ve öngörülemez felaketleri yaratmaya eğilimlidir. Bizlerse onun hain kaprislerine acımasızca tabiyiz, bizleri kollayıp gözeten Tabiat Ana diye bir şey yok. Tabiatın dengesini bozuyor filan değiliz, sadece onu sürdürüyoruz.

Sakınmanın Yolları Peki, ekolojik tehditler gerçekten de o kadar başa çıkılamaz mı? Liberal kapitalizmin bazı müdafileri çevreci harekete “XXI. yüzyılın Komünizmi” diye dudak büküyor;
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ