Tolstoy: Devlet, yurttaşları sadece sömürmeye değil aynı zamanda ahlaksızlaştırmaya yönelik bir komplodur.

Tolstoy

25 Mart-6 Nisan 1857’de, Paris’te, hırsızlık ve cinayet suçundan ölüme mahkum edilmiş François Richeux’nün infazının gerçekleşeceğini öğrendiğinde, vaktini en iyi nasıl geçireceği konusunda kararsızdı. Merak, tiksintiye baskın geldi. Kalem tutmak meslek edinildiğinde, sırt çevrilemeyecek deneyimler vardır! Bir gösteri izleyeceğine dair bulanık bir duyguyla, gecenin karanlığında kalktı, soğuk odada giyindi, bir faytona binip Roquette Meydanı’na gitti. Yoğun bir kalabalık -çok sayıda kadın, birkaç çocuk- hala karanlık olan bir göğün altında durup bekliyordu.(Dönemin gazetecileri, bu kalabalığın 12.000 kişiden oluştuğunu belirtmişti.)

Meydanın yakınındaki tüm gece kulüpleri kapılarını açmıştı. Etraftaki birkaç fener, yüzleri, bir şişeyi, şapka sallayan bir eli aydınlatıyordu. Bu insan yığınının üzerinde, ölüm makinesinin dikey ve net silueti. Boğuk bir uğultu, mahkümun gelişini müjdeledi. Daha iyi görebilmek için herkes birbirini ittiriyordu. Lev Tolstoy, seremoninin en ufak bir ayrıntısını kaçırmadığına göre iyi bir noktada konumlanmış olmalıydı. Bıçak indiğinde, acıyı kendi etinde duydu.

Odasına dönünce, ruhu tanık olduğu korkunçluğun etkisindeyken, ilk izlenimlerini birkaç kelimeyle not etti: “Saat yedi olmadan hasta bir halde kalktım ve idamı izlemeye gittim. Sağlıklı, beyaz, tombul göğüs ve boyun. İncil’i öptü. Ardından, ölüm. Ne saçmalık! Güçlü etki ve önemsiz nokta . . . Giyotin uzun süre boyunca uyumamı engelledi ve beni arkama bakmaya mecbur etti.” Kellesi uçurulan bedenin görüntüsü gözünün önünden gitmiyordu, aynı gün Botkin’e şunları yazdı: “Savaşta ve Kafkasya’da pek çok vahşet gördüm ama eğer önümde bir adamı parçalara ayırsalardı, sağlam, güçlü ve sağlıklı bir adamı bir saniyede öldüren şu gelişmiş ve basit makineyi görmekten daha az tiksindirici olurdu. İlkinde, bilinçli bir irade değil, insani öfkenin doruğa ulaşması vardır; ikincisinde ise, aşırı bir özene varan bir soğukkanlılık, cinayette bir rahatlık var, görkemli hiçbir şey yok. Kaba, sinik bir adalet, Tanrı’nın yasasını uygulama isteği. Onur, din ve hakikat adına en çelişkili şeyleri dayanak olarak ileri süren avukatların ilan ettiği adalet . . . Ve şu iğrenç kalabalık! Bir baba, kızına nasıl rahat ve bilgece bir mekanizmayla işlemin gerçekleştiğini anlatıyordu, vs. Beşeri yasa, ne saçmalık! Hakikat şu ki, devlet, yurttaşları sadece sömürmeye değil aynı zamanda ahlaksızlaştırmaya yönelik bir komplodur. Politik yasalar, bana göre, korkunç yalanlardır. . . Asla, hiçbir yerde hiçbir hükümetin hizmetine girmeyeceğim.”

Yirmi beş yıl sonra, İtiraflarım’da, o günün iç karartıcı görüntülerine geri dönecekti: “Kafanın bedenden ayrıldığını ve her ikisinin de boğuk bir gürültü çıkararak bir sandığın içine ayrı ayrı düştüğünü gördüğümde, aklımla değil ama tüm varlığımla, hiçbir rasyonel ilerleme doktrininin bu eylemi haklı çıkaramayacağını ve dünyada bugün var olan ya da dünyanın yaratılmasından itibaren yaşamış olan tüm insanlar, herhangi bir teoriye göre, bu idamın gerekli olduğunu ileri sürse dahi ben bunun gerekli olmadığını, bunun kötü olduğunu bileceğimi anladım. “

İdamın ardından, Lev Tolstoy tüm Fransa’ya kızdı. Şöyle yazacaktı:
“Bu halkta şiir yok, tek şiiri politika . . . Genel olarak, Fransız yaşantısı ve halkı hoşuma gidiyor ama şimdiye dek ne sosyetede ne halkta işe yarar bir adamla karşılaşmadım.”

Henri Troyat
Lev Tolstoy
İletişim yayınları
sayfa 235,236

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir