“Şiir yazmak zorunluluğunu duymama karşın, istersem şiir yazmayı ‘başarabileceğim’ kuşkusuna kapılınca, şiir yazmayı bıraktım. Ve yeniden şiir yazmak zorunda olduğumu duyumsayıncaya kadar, yazacaklarımın, son yazdıklarımdan bu yana edinilen deneyimleri kapsayacak ölçüde yeni şiirler olacağına inanıncaya kadar şiir kaleme almayacağım.”
Ingeborg Bachmann, 1963

Şiirin “ancak şiir yazmadan yaşanamayacaksa” yazılması gerektiğine inanan Ingeborg Bachmann’in dizelere,i yarım yüzyıl önceki canlılığını bugün de koruyor. Tutku, acı, umut taşan bu dizeler kimi zaman çoşku veriyor, çoğu zaman yürek burkuyor. bachmann’ın gün ışığına çıkmış şiirlerinden Türkçeye kazandırılan en kapsamlı derleme olan bu kitap, edebiyatın hemen her alanında yapıt vermiş güçlü bir kalemi tanımak (ya da anımsamak) için atılacak ilk adım.
(Arka Kapak)

Alman dilinin en güçlü kalemlerinden, edebiyatın hemen her alanında yapıt vermiş Ingeborg Bachmann, ilk olarak şiirleriyle, ardından diğer kitaplarıyla Yapı Kredi Yayınları?nda. Çevirmeni tarafından yeniden gözden geçirilen ve on yeni şiir çevirisi eklenen Toplu Şiirler, Bachmann?ın gün ışığına çıkmış şiirlerinden Türkçe?ye kazandırılan en kapsamlı derleme olma niteliğini taşıyor.

Ingeborg Bachmann?ın Dünyası
Bu yazıya önce ?Ingeborg Bachmann?ın Şiir Dünyası? diye bir başlık koymayı düşünmüştüm; ama bir sairin ?şiir dünyasının?, onun geri kalan dünyalarından ne ölçüde ayrı ele alınabileceği sorusu kafamı kurcalayınca, baslığı da genelleştirdim. Bütün sairler ve yazarlar gibi, Bachmann açısından da olaya bakıldığında, böyle bir ayrıma gitmeye olanak bulunmadığı anlaşılıyor. Ayrıca eğer bir sanatçı ?Bachmann gibi? yazar/sair ise, şiirin yani sıra öykü, roman, deneme ve oyun dallarında da ürün vermişse, bu dallardan herhangi birini bütünden mutlak anlamda kopararak irdeleme konusu yapmak, kanımca sağlıklı bir yol değil. Çünkü böyle sanatçıların yaratıları, tek tek ürünler kadar, o ürünler arasında ?açık ya da örtülü biçimde? gerçeklesen atıflardan da oluşur; bu atıflar, örneğin sanatçının bir düzlemde noktalı virgül kullanarak bıraktığı bir anlatıyı bir başka düzlemde sürdürmesi diye de tanımlanabilir. Bu bağlamda bakarsınız bir öykünün kalıbı içersinde dünyaya gelmiş bir özlem, bir noktadan sonra dizelerin ezgileri eşliğinde betimlenir oluvermiş, onun ardından bir romanın geniş soluklu sahnesini ya da bir tiyatro oyununun dramatik kişilerini gereksinmiş.
Bachmann da bu sanatçılara tipik bir örnek. Gerçi olayın teknik yanına ağırlık tanımak, dolayısıyla bu sairin ve yazarın öykülerini, şiirlerini, oyunlarını, roman ve denemelerini bağımsız türler niteliğiyle tek tek ele alıp, her birinde egemen yapısal özellikleri, cümle ve dize yapılarını, öngörülen dramatik etkiyi vb. irdelemek, elbet olası. Ama böyle bir incelemenin, bir sairin bütün şiirlerini içeren bir kitabin basında, giriş ya da sunuş yazısı niteliğiyle yer alması durumunda, okurun aydınlanmaktan çok, önceden aklından geçirmediği yönlendirmelerin ya da kısıtlamaların etkisinde kalması, sonuçta kendi dolaysız etkileniminin ve sanatçıyla kendine özgü bir diyalog kurma girişimlerinin gereksiz engellerle karsılaşması gibi bir sakınca her zaman var. Bu nedenle, sözü edilen türden incelemeleri daha çok bilimin, edebiyat söz konusu olduğunda bile kimi zaman yaşamı, yaşananları ve yaşayanları bir yana bırakıp, yalnızca metinleri ve metne ilişkin özellikleri odak noktası kılan yöntemlerine bırakmak, kanımca daha doğru olacaktır. Bu düşünceler bağlamında, bu giriş yazısında Bachmann?ın kendimce önemli bulduğum bazı özelliklerine değinmeyi, böylece de bu sairin ve yazarın dünyasına yine kendi açımdan ışık tutmayı uygun buluyorum. Elbet burada okuyucu, benim bu ölçüde ?kendimce? ise girişme hakkına sahip bulunup bulunmadığımı sorgulayabilir. Böyle bir sorgulama karşısında kendimi ?aklamak? için yapabileceğim en güçlü savunma, yazar/sair ile onun çevirmeni arasında varolan/varolması gereken çok özel ilişkiye atıfta bulunmak olacaktır. Bütün çeviri uğraşım boyunca benimsediğim ilke, çevirmenin ise ancak bu türden bir ilişki kurulabilmişse girişmesi olmuştur. Hele Bachmann gibi, bütün yaratısında şiirin nerede bittiği, düzyazının nerede başladığı kolay saptanamayan, başka deyişle şiirle kullanılan bütün biçimlerde ve türlerde karşılaşılabilen bir sanatçı söz konusu olduğunda, andığım ilişkinin kurulması daha da önem kazanır.
Avusturyalı sair ve yazar Ingeborg Bachmann, ilk tanıştığım günden başlayarak bırakmadığım ve beni bırakmayan, dile getirdikleri onu çevirmediğim zamanlarda bile düşüncelerimden hiç çıkmayan bir sanatçı oldu. Malına adli romanını çevirdiğimden bu yana, bu sanatçıyla yaşamı sanki belli bir anlamda hep paylaştım. Bunca yoğun bir ilişki, sanırım kişisel olma hakkini kazandırmaya da yeterlidir.
* * *
Bachmann, ilk dizelerinden başlayarak, yaşamının sonuna değin dil?i, sairlik ve yazarlık uğrasının birincil öğesi saymayı sürdürdü. Bunda, sanatçının Ludwig Wittgenstein?in dil felsefesiyle yakından ilgilenmiş olmasının payı da büyük olsa gerektir1. 1955 başlarında, kendisiyle yapılan bir söyleşide Bachmann, dile verdiği önemi söyle belirtir: ?… yazma eylemi sırasında anlam taşıyan tek bir çaba vardır: Dil için harcanan çaba. Dün, bugün ve yarin, dildedir. Bir yazarın dili kalıcı olmadığı takdirde, söyledikleri de kalıcı olamaz.?2 Yazarın Malına adlı romanının hemen başında, tek bir sözcüğün, ?bugün? sözcüğünün kullanılması sırasında ne gibi sorunlarla karşılaşılabileceğini dile getiren su satırları da bir anlamda belli bir dil kaygısını içerir: ?Yalnızca zamanı belirtirken uzun uzun düşünmek zorunda kaldım, çünkü insanların her gün ?bugün? demelerine, dahası demek zorunda olmalarına karsın, benim için ?bugün? diyebilmek neredeyse imkânsız; örneğin insanlar bana ?yarin bir yana? bugün ne yapmak istediklerini bile anlattıklarında, çoğunlukla sanıldığının aksine, dalgın bakmaya değil, ama ne yapacağımı bilemediğimden, çok dikkatli bakmaya başlıyorum; ?bugün? ile aramda iste bu denli umutsuz bir ilişki var: Çünkü bu Bugün?ü ancak delicesine bir korkuyla ve koşarcasına yasayabiliyorum, Bugün olup bitenler üzerine ancak böyle bir korkunun pençelerinde yazabiliyor ya da konuşabiliyorum; çünkü Bugün üzerine yazılanları hemen yok etmek gerekir; tıpkı bugün yazılmış ve yerine hiçbir Bugün?de varamayacak mektupların bu nedenden ötürü yırtılması, buruşturulması, bitirilmemesi, yollanmaması gibi.?3
* * *
Bachmann, Die gestundete Zeit (Ertelenmiş Zaman) ve Anrufung des großen Bären (Büyük Ayı?ya Çağrı) adli iki şiir kitabinin ardından, şiir yazmaya çok uzun süre ara verdi ve bir daha şiir kitabi yayınlamadı. Bu uzun aranın nedenine ilişkin olarak, 1963 Ocağında kendisiyle yapılan bir söyleşide verdiği gerekçe, oldukça ilginçtir: ?Şiir yazmak zorunluluğunu duymamama karşın, istersem şiir yazmayı ?başarabileceğim? kuskusuna kapılınca, şiir yazmayı bıraktım. Ve yeniden şiir yazmak zorunda olduğumu duyumsayıncaya kadar, yazacaklarımın, son yazdıklarımdan bu yana edinilen deneyimleri kapsayacak ölçüde yeni şiirler olacağına inanıncaya kadar şiir kaleme almayacağım.?4 Bu sözler, sairin şiir yazma konusundaki düşüncelerini, dahası, genelde yazma eyleminin gerekçesine ilişkin görüsünü çok özlü bir biçimde yansıtmaktadır. Şiirin, ?ancak şiir yazmadan yaşanamayacaksa? yazılması gerektiği noktasında Rilke?yle birlesen Bachmann, ?deneyimleri kapsayacak ölçüde yeni? nitelendirmesiyle de, ?söylenecek şeyin tükendiği yerde? susulmasını öngören Wittgenstein?a katilmiş olmaktadır.
Böyle bir tutumun en doğal sonuçlarından biri olarak, Bachmann?in şiirinde ?sıradanlığa? hiçbir zaman rastlanmaz. Sair, ne moda olan söylemleri yinelemeye kalkışmış, ne de ucuz bir anlaşılma merakıyla hedeflediği dilden herhangi bir ödün vermiştir. Bu şiir, yine anılan tutumun bir sonucu olarak, ne pahasına olursa olsun güncelliği yakalamak pesinde de değildir. Buna karşılık insan?ı ve evrensel olancı çok iyi yakalayabildiği için, güncellikten hiçbir zaman yoksun kalmamıştır.
Bachmann?in şiiri ?öteki eserleri gibi? bir Orta Avrupalı karakterini sürekli yansıtır. Vatandaşı olan sairlerden özellikle
Georg Trakl ve Paul Célan?la birlikte, bu karakteri çok belirgin biçimde paylasan Bachmann, Birinci Dünya Savası sonrasında, çok uluslu Avusturya-Macaristan İmparatorluğu?ndan Avusturya Cumhuriyeti?ne dönüşen ve toprak bakımından çok küçülen ülkesini hep ?dünyaya bakabileceği? bir pencere saymış, bakarken görme eylemini de başarıyla gerçekleştirmiştir.
* * *
Ingeborg Bachmann, bütün eserleri bağlamında olmak üzere, katıksız bir gerçekçidir. Olmasını istediği bir dünya, hep vardır; ama bu ideal, sanatçıyı hiçbir şiirinde ve düzyazısında olmasını istediğini olmuş varsaymak gibi bir tutuma ya da pembe gözlüklere götürmez. Dahası, sanatçı çoğu kez ideal bildiklerinin hiç gerçekleşmeyeceğinin de bilincindedir. Örneğin yüzyılımızın geniş ölçüde endüstrinin ve acımasız bir akilciliğin egemenliğindeki dünyasında gerçek aşka pek yer olmadığının da ayırdına varmıştır. Bachmann?ın gerek Malina adli romanı, gerekse Manhattan?ın İyi Tanrısı adli radyo oyunu, aşkı yücelten, buna karşılık günümüzde olanaksızlığını da vurgulayan belgelerdir.
* * *
Bu kitapta Ingeborg Bachmann?ın hemen bütün şiirleri yer alıyor. Ölümünden sonra yayınlanmamış olarak bulunan kimi şiirleri kitabin dışında kaldı. Ancak Türk okuru, duyarlılık ve söyleyiş biçimi açısından bizim iklimlerimize çok yakın olan bu sairi bu kitapta bir araya getirilen toplu şiirleriyle yeterince tanıma olanağını bulacaktır.
Ahmet Cemal
Moda, Ocak 1995

(1) Bachmann, yüzyılımızın en önemli filozoflarından olan Wittgenstein üzerine ?Ludwig Wittgenstein ? Zu einem Kapitel der jüngsten Philosophiegeschichte? (Ludwig Wittgenstein ? Felsefenin Yakın Tarihinden Bir Bölüm) baslıklı bir deneme de kaleme almıştır.
(2) Ingeborg Bachmann: Wir müssen wahre Sätze finden. Gespräche und Interviews. Verl. Piper & Co., Münih 1983.
(3) Ingeborg Bachmann: Malina. Roman. Türkçesi: Ahmet Cemal. Can Yayınları, İstanbul 1990, s. 14.
Ingeborg Bachmann: Wir müssen wahre Sätze finden, s. 40 vd.

Kitabın Künyesi
Toplu Şiirler – Bachmann
Kategori: Şiir
Yazar: Ingeborg Bachmann
Çeviren: Ahmet Cemal
Kapak Tasarımı : Nahide Dikel
Editör : Ayça Sabuncuoğlu
Çeviri : Ahmet Cemal
YKY’de 1. Baskı: 2004
Sayfa: 184

Previous Story

Sanatta Psikanaliz – Neriman Samurçay

Next Story

Sen / Tû – Mehmed Uzun

Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ