Türk Edebiyatında Futbol – Turgut Çeviker

Türk Edebiyatında Futbol, 1913-2002 yılları arasında yayımlanmış şiir, hikaye, roman, deneme ve anılardan derlendi. Ahmet Haşim’den Nazım Hikmet’e, Orhan Kemal’den Füruzan’a, Haldun Taner’den Ülkü Tamer’e, Sermet Muhtar Alus’tan Murat Belge’ye, Aziz Nesin’den Enis Batur’a. Melih Cevdet Anday’dan Yekta Kopan’a, 50 şair ve yazarın 64 metni… Abidin Dino’dan Turhan Selçuk’a, Cemal Nadir’den Ferit Öngören’e, Semih Balcıoğlu’ndan Haslet Soyöz’e, Tan Oral’dan Semih Poroy’a, 1930’dan 2000’lere uzayan bir dizi çizgi ve karikatürle birlikte kurgulanarak. Başka hiçbir spor ya da oyun’un sahip olmadığı o “sihirli dünya” ya da “büyülü meşin top”un, milyonları peşinden koşturmasındaki sırrın, edebiyatçı gözünden yansımalarına “tanıklık”… ve bir soruya cevap bulabilmek için: “Edebiyat’la Futbol maç etse, kaç kaç biter?”

“Şiir gibi futbol” – Ülkü Tamer
(06/10/2002 tarihli Milliyet Gazetesi)

“Türk Edebiyatında Futbol” (Yapı Kredi Yayınları) kitabının içindekiler sayfasına bakınca futbola ilgi duymuş edebiyatçılarımızın sandığım kadar az sayıda olmadığını gördüm. Kitapta Ahmet Haşim?den Yekta Kopan?a kadar elli edebiyatçının futbol üstüne yazdıklarından seçmeler yer alıyor.
Çok kişi edebiyatla futbol arasındaki ilişkinin sadece bu sözle sınırlı olduğunu düşünür: “Şiir gibi futbol”. Bir bakıma doğru gibi sanki. Ömründe, ilkokul manzumeleri dışında, şiir okumamış birçok seyircinin Lefter?i göstererek “Şiir gibi futbol oynuyor!” diye bağırdığını az işitmedim.
Eh, ne de olsa şiir adına kıvanç verici bir şeydi bu. Bağıranlar şiirin inceliğini kabulleniyorlardı. Oyunlarını Lefter gibi, Küçük Fikret gibi, Can gibi, Suat Mamat gibi inceliklerle süsleyenler “şiir gibi” futbol oynuyorlardı. Sahada aynı başarıyı “savaşarak” gösteren “Mehmetçik” Basri?yi ya da “Canavar” Burhan?ı herkes alkışlıyor, ama kimse kalkıp da onların şiir gibi futbol oynadığını söylemiyordu.
Ya edebiyatçılar? Çoğu futbolu küçümser. Küçümsemese bile, hiç ilgilenmez. Tanıdığım futbolseverler arasında Haldun Taner?i, Orhan Kemal?i, Memet Fuat?ı, Fethi Naci?yi, bir de Kemal Özer?i sayabilirim. Altıncı bir ad bulmak için uzun uzun düşünmem gerekir.
Ya da “gerekirdi”. Turgut Çeviker?in hazırladığı “Türk Edebiyatında Futbol” (Yapı Kredi Yayınları) kitabının içindekiler sayfasına bakınca futbola ilgi duymuş edebiyatçılarımızın sandığım kadar az sayıda olmadığını gördüm.
***
Kitapta Ahmet Haşim?den Yekta Kopan?a kadar elli edebiyatçının futbol üstüne yazdıklarından seçmeler yer alıyor.
Yazarların hepsinin futbol tutkunu olduğunu söyleyemem. Sözgelimi, Ahmet Haşim konuya ilgisizliğini belirtirken Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu şunları yazıyor:
“Futbol fikri açar, iradeyi kuvvetlendirir, secye kazandırır diyorlar. Bunlar kuru iddialardır. Futbolun kazandıracağı şahsiyet yalnız sporcu şahsiyetidir ve yalnız profesyonellere yarar, umumiyetle cemiyet adamı için futbolun hiçbir lüzumu ve faydası yoktur.”
Futbolun toplumbilimciler için inanılmaz zenginlikte bir kaynak olduğu biliniyor. Toplum için, sadece manevi değil, maddi açıdan da (borsaları bile etkiliyor!) ne kadar önemli olduğunu, şu sıralarda soluk soluğa izlenen Dünya Kupası kanıtlıyor.
“Politik etkinliği” de pek gizli kapaklı değil. Portekiz?i 3F ile yönettiğini söyleyen Salazar?ın üçüncü F?si futboldu.
***
İflah olmaz bir futbol tutkunuyum. Bugün bile gazeteleri, manşetlerine göz attıktan sonra spor sayfalarından okumaya başlarım. Eh, serde azıcık edebiyatçılık da olunca, “Türk Edebiyatında Futbol”u bir hafta elimden düşürmedim. Eski fotoğraflardan, karikatürlerden de ayrı keyif aldım.
Bu arada, Cemal Süreya?nın anlattığı bir olayı okurken kendi kafamda “düzeltme”mi de yaptım.
Cemal bir Beşiktaş-Fenerbahçe maçında Şükrü?nün kornerden gol attığını, Baba Hakkı?nın da sahanın bir yerinde Şükrü?yü kıstırıp, “Atacaksan doğru dürüst gol at!” diye azarladığını yazıyor.
Olayın aslını Milliyet?te çalıştığı dönemde Şükrü?nün ağzından dinlemiştim.
Şükrü korner atacağı sırada Baba Hakkı yanına yaklaşmış. “Pas ver” demiş. Baba Hakkı bu, karşı gelmek mümkün mü! Ama Şükrü onu dinlememiş, doğrudan kaleye yollamış topu. Gol! Baba Hakkı başlamış Şükrü?yü kovalamaya. Şükrü bir yandan kaçıyor, bir yandan bağırıyormuş: “Niye kovalıyorsun, Baba? Gol oldu işte!” Baba Hakkı, soluk soluğa, “Dur ulan!” diye seslenmiş. “Dövmek için değil, öpmek için kovalıyorum!”

“Gool!” diye bağıran hakem
Müjdat Gezen?in babası Necdet Gezen de hakemdi. Daha doğrusu, hakemmiş. Onu izleyemedim. Hakemliği bıraktıktan sonra tanıştığımızda birkaç anısını anlattı. Birini hiç unutamadım.
Sezonun son maçını, bir FB-BJK maçını yönetiyormuş. Önemli bir maçmış bu. Fenerbahçe kazanırsa şampiyon olacakmış. Beşiktaş?a ise şampiyon olmak için beraberlik bile yetiyormuş.
Sarı-lacivertliler 1-0 öne geçmiş. Kara kartallar canlarını dişlerine takıp saldırmaya başlamışlar. Bir ara Baba Hakkı cezası sahası üstünden topa vurmuş. Top köşeden kaleye girmiş; ama ağda bir delik varmış, çıkıp neredeyse tribünlere kadar gitmiş. Necdet Bey de gol olduğunu görememiş, aut kararı vermiş.
Başta Baba Hakkı, Beşiktaşlılar çevresini sarmışlar. Kararında direnmiş Necdet Bey; oyun aut atışıyla yeniden başlamış.
Başlamış ama Necdet Bey de kararının yanlış olduğunu fark etmiş. Yapacağı bir şey yokmuş. İçi içini yiyormuş. Kartalların şampiyonluğuna haksız yere engel oluyor diye. Derken yine Baba Hakkı bir hışımla topa vurmuş. Top kaleciyi geçip ağlara takılmış.
Necdet Bey kendini tutamamış artık. Düdüğü fırlatıp atmış. Santraya koşmaya başlamış. Koşarken de bir yandan “Gooool!” diye bağırıyormuş!

Kaptanımız Orhan Kemal?di
1964?te bir yaz günü Altunizade?de pek renkli bir futbol maçı yapıldı. Edebiyatçılar Birliği ile Keşanlı Ali Destanı arasında. Keşanlıların müdürlüğünü yapıyordum o sıralarda. Ama aslımı inkar etmedim, Edebiyatçılar Birliği?nde oynadım.
Maç günü Altunizade?de bayağı seyirci toplanmıştı. Semt sakinlerinin yanı sıra “medya” da tam kadro oradaydı. (Maç ertesi gün bütün gazetelerde geniş yer alacak, haftalık “Ses” dergisi ise bu olaya iki sayfa ayıracaktı.) Bizi destekleyenlerin ellerinde koca bir pankart vardı: “Yürüyün, Fazıl?ın aslanları!” Fazıl?ın, yani Dağlarca?nın.
Ben santrfor oynuyordum. Maçın başlamasıyla birlikte ayağıma bir top geldi. Santra çizgisiyle ceza alanı arasında bir yerlerdeydim. Yaradana sığınıp şöyle bir patlattım. Olacak iş değil, top gitti, kalenin örümceğini aldı, doksana takıldı.
Biraz sonra Keşanlılar bir gol attılar. Bunu yine benim bir golüm izledi. Arkasından, Feridun Metin frikikten Hagi?yi bile kıskandıracak nefis bir gol attı. Devreyi 3-1 önde kapattık.
İkinci devrenin hemen başında Keşanlıların iki golü geldi. Şanslı günümdeydim anlaşılan. Bir gol daha attım. Biraz sonra da ceza alanı içinde resmen biçildim. Halit Kıvanç penaltımızı verdi.
Çok penaltı gördüm bugüne kadar. Lefter?in, Metin?in, İstanbulsporlu İbrahim?in penaltılarını nasıl unutabilirim! Ama o gün Orhan Kemal?in attığı penaltı kadar güzelini görmedim desem, kimseye haksızlık etmiş olmam! Orhan Ağabey, kaleciyi sağa yatırıp sol köşeye gönderdi topu. Şimdi kaleciler penaltı atışlarında kendilerini bir yana atıp işi biraz da şansa bırakıyor ya, öyle değil! Usta yazar, futbolculukta da ustalığını konuşturdu, kaleciyi resmen aldattı. Hepimiz topun sağ köşeye gideceğini sandık!
Maç bitti. 5-3?lük yenginin coşkusuyla, kaptanımız omuzlarımızda, sahada bir tur attık… Sonra da soluk soluğa, yerlere yığıldık!

Nâzım Hikmet?in hırslı bir futbolcu(!) – Orhan Kemal
(Kitaptan bir bölüm)

Orhan Kemal, Nâzım Hikmet?in hırslı bir futbolcu(!) olduğunu söylüyor. Nâzım Hikmet?in futbol maharetini gösterdiği sahalar, kalem maharetinin başına açtığı işlerden ötürü düştüğü hapishane avlularıdır.
?Hapishane bahçesi adamakıllı müsaitti? diyerek saha koşullarının futbol oynamaya elverişli olduğunu söylüyor Orhan Kemal. Ama futbol oynamak için öncelikle başgardiyandan izin alınması gerekiyormuş. Zira hapishane bahçesinin duvarını aşan topun tekrar içeriye atılmasıyla ?esrar kaçakçılığı? yapılacağından endişe ediliyormuş. Ne de olsa esrar ?sahalarımızda görmek istemediğimiz? maddelerden.

Şimdi hapishane avlusunda oynanan bir edebiyatçılar maçına uzanalım ve pası tekrar Orhan Kemal?e atalım: ?Uzun boylu, sarı saçları kıvır kıvır, kırk yaşlarında, mavi gözlü bir de şair karıştı. Hem de takımın en zor yerinde oynuyordu: Ortahaf!?
Orhan Kemal, şairlikte de yarıştığını söylediği Nâzım’a futbolda pek şans tanımadıklarını söylüyor. Mikrofonlarımız tekrar Orhan Kemal?de: ?Şiirdeki kadar usta, yahut nefesli olmadığı için, onu ve ona dayanan defansı kolaylıkla geçer, onu çıldırtırdık.?
Nâzım, yenilen gollerden sonra sağa-sola bağırıp çağırırmış.
?İfrit olurdu? diyerek topu tekrar ayağımızdan alıyor Orhan Kemal: ?Kıpkırmızı yüzü, masmavi gözleri ve yüzünün kırmızılığında kaybolan kaşları.. Hele çalım yapar, yutturursak öyle içerlerdi ki, sahada faul kralı kesilir, elle, kolla, tekmeyle girişirdi. Bir gün esaslı bir tekmesini yemiştim, hani laf aramızda nefis bir tekmeydi.?
Orhan Kemal?den yediği fiyakalı çalımlarla ?ifrit? olan Nâzım ise uzaktan sert bir şut çekiyor adeta; Şairim adlı şiirinde:

?…Futbolda eski kurdum.
Fenerbahçe’nin forvetleri
Mahallede kaydırak oynayan birer piç kurusuyken
ben
en ağır hafbekleri yere vururdum.
Futbolda eski kurdum.
Santıradan alınca pası
çakarım
Hoooooooooooooooooop!
5 numro top
açık ağzından girer golkipin karnına.
Bana mahsustur bu vuruş
Futbol potinlerim
Kurşunkalemimden öğrendi bu zanaatı!
O kurşunkalemim ki
9 deliğinizden vücudunuza her tıktığı mısra
işkembenizde taş…?

Edebiyatçı gözüyle futbol – Celal Üster
(31/05/2002 tarihli Radikal Kitap Eki)

Çeviker’in Türk Edebiyatında Futbol antolojisi, edebiyatımıza, belirli konuların nasıl işlendiği açısından yaklaşan örnek bir çalışma. 2002 Dünya Kupası dolayısıyla şu günlerde Yapı Kredi Kültür Merkezi’nde düzenlenen bir dizi etkinliğe eşlik etmek üzere tasarlanan kitap, Ahmet Haşim’den günümüze pek çok şair ve yazarımızın bilinmedik, umulmadık yanlarını gün ışığına çıkarmakla kalmıyor, edebiyatçıların futbola ilgisinin sanıldığı kadar yeni bir olgu olmadığını da ortaya koyuyor.
Sözgelimi, Orhan Kemal, Aziz Nesin, Salâh Birsel, Necati Cumalı, Fethi Naci, Memet Fuat, Cevat çapan, ülkü Tamer, Murat Belge, ömer Madra ve Enis Batur’un futbola duydukları ilgiyi bilirdim, yazdıklarını okumuştum da, Refik Halit Karay, Ahmet Kutsi Tecer, Ahmet Muhip Dıranas, Mehmet Seyda, Cemal Süreya’nın bu konuda yazdıklarından habersizdim.
Çeviker’in antolojisinden anlaşıldığı kadarıyla, kimi yazarlarımız mizah açısından yaklaşmış futbola, kimileri futbola anıları arasında yer vermiş, kimileri de genelgeçer yaklaşımlar dışında futbola nasıl bakılması gerektiğini çözümlemeye, futbolun büyüsünü açıklamaya çalışan metinler yazmış.
Dilerseniz, futbolu, bir de edebiyat gözüyle okuyun. Futbolun farklı tatlarını, değişik keyiflerini deneyin.

Abidin’in şövalyesi Pele – Celal Üster
(31/05/2002 tarihli Radikal Kitap Eki)

“Dokunduğun altın olsun!” derler ya, anlaşılan birileri de Abidin Dino’ya
“dokunduğun sanat olsun!” demiş. Abidin Dino’nun eli neye değse, sanat olmuş. Yalnızca resim, heykel, seramik, edebiyat değil, sinema da payına düşeni almış onun yaratıcılığından. Dino’nun, İngiltere’de düzenlenen 1966 Dünya Futbol Şampiyonası’nı belgeleyen Gol! filminin, Kuzeyli Nanook ve Louisiana öyküsü gibi yapıtlarıyla belgesel sinemaya öncülük eden Robert Flaherty’nin adını taşıyan ödüle değer görülmesi, en açık kanıtı bunun.
Gol! filmini, Dünya Kupası sona erdikten bir süre sonra, Beyoğlu’nda Atlas Sineması’nda seyretmiştim. Kupadan bir yıl sonra seyretmiş
olsam, demek yirmi yaşındaymışım. 1968, kapıya dayanmış da, ayırdında değiliz. Nedense, birçok şey, bana sormadan, hayatıma giriyor. Olup biteni tam olarak anlamak mümkün değil, ama izliyorum, izlemekle de kalmıyor, içinde buluyorum kendimi ya da onları benim içimde: Onat Kutlar’ın Sinematek’i, Memet Fuat’ın Yeni Dergi’si, Cemal Süreya’nın Papirüs’ü, Bebek’te Nazmi’nin, Balıkpazarı’nda Lefter’in meyhaneleri, Metin Oktay’lı Galatasaray, Robert Kolej’in İzlerimiz dergisi, Arena Tiyatrosu’nun Şvayk’ı, Ankara Sanat Tiyatrosu’nun Godot’yu Beklerken’i, Notre Dame de Sion’un Raşel’i!..
Dino’nun Gol!’ünde, baştan sona futbol olmasına karşın, futbolun ötesinde bir şey vardı. Hem insanların ayine gelir gibi geldikleri çağdaş tapınaklar, stadyumlar; hem onların küçük tanrıları, çim sahada topla insanları büyüleyen futbolcular; ama hem de sıradan, günlük hayatın içinde değişen bir şeyler.
Kuşkusuz, tümüyle farklıydı Dino’nun yaklaşımı. Bu farklılığı, Brezilya-Bulgaristan karşılaşmasından bir örnekle açıklayabilirim. Futbolun tüm güzelliklerinin simgesi Pele, birkaç Bulgar oyuncunun sürekli markajındaydı. Daha doğrusu, Bulgarlar, Pele’yi oynatmamayı seçmişlerdi. Top daha ona gelmeden, her seferinde kendini yerde buluyordu. Sık sık sakatlanıyor, zaman zaman saha kenarında tedavi görmesi gerekiyordu. Dino, burada, işin özünü yakalamıştı. Pele, saha dışına çıktığında, tüm ses efektleri kesiliyor; Pele, tedavisi tamamlanıp oyuna döndüğünde, ses efektleri de geri geliyordu. Futbol, Peleydi; Pele, futbol.
Bu yaklaşımın ne demeye geldiğini, yıllar sonra, P Sanat Kültür Antika’nın “Spor ve Sanat”a ayırdığımız sayısını hazırlarken fark edecektim; Ferit Edgü, Dino’nun, Gol! filmi için keçe kalemle çizdiği taslakları getirdiğinde. Bu taslaklardan kimilerinin üzerine, “Ana Tema: Gurur – Şövalyeler – Tören” gibi notlar düşülmüştü. Edgü’nün dediği gibi, bu taslakları, nasıl bir film düşlediğini açıklayabilmek için çizmiş olmalıydı Dino. Futbol alanında düşlediği “şövalye”yi Pele’nin kişiliğinde bulmuştu: Savaş sanatına durmadan yeni güzellikler katan, yaralandığında gururundan en küçük bir ödün vermeyen, kuraldışı dövüşenlere aldırmaksızın her seferinde olanca soyluluğuyla yeniden savaş alanına çıkıp onların karşısına dikilen bir şövalye!

Kitabın Künyesi
Türk Edebiyatında Futbol
Turgut Çeviker
Yapı Kredi Yayınları
Basım Yılı: 2002
351 sayfa

Turgut Çeviker ( 1950) karitatür sanatçısı
1950 yılında Samsun’un Çarşamba ilçesinde doğdu. 1960’lardaki lise öğrenimi sırasında yazı, resim, hikâye ve tiyatro çalışmaları yaptı. 1970’ten sonra İstanbul’da sinema alanında yönetmen yardımcısı olarak çalışmaya başladı. 1977’den başlayarak karikatür üzerine yazmaya başladı. Bu alandaki ilk çalışması, dört dönemi değerlendiren üç ciltlik Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü / 1867-1923 (Adam Yay., 1986-1991) oldu. II. Meşrutiyet döneminde yayımlanmış anonim karikatür kartpostalları üzerine bir inceleme-albüm olan İbret Albümü – 1908’i (İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yay. 1991) yayımladı. 1993’te İris Yayıncılık ve Filmcilik’i kurdu ve dört aylık mizah kültürü dergisi Güldiken’i yayımlamaya başladı. Hayal’de (1995) hikâyelerini, Karikatür Üzerine Yazılar’da eleştirilerini topladı. Araştırmasını yapıp senaryosunu yazdığı Türk Canlandırma Sineması / 1931-1995 (İris Yay. ve Filmcilik 1995) video tekniğiyle (Erdoğan Kar’la birlikte) çekti. 1997’de mizah kültürü üzerine beşi çeviri, üçü telif olmak üzere sekiz kitap yayınladı. Aziz Nesin’in Cumhuriyet Dönemi Türk Mizahı (Adam Yay., 2001) adlı antolojisini yeni eklerle geliştirip güncelleyerek ikinci basıma hazırladı. Bir diğer eseri Türk Edebiyatında Futbol.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir