(*) Tamer Erdoğan, ‘Türk Romanında Mütareke İstanbul’u adlı kitabında 31 Ekim 1918-2 Ekim 1923 tarihleri arasında Ahmet Hamdi’den Yakup Kadri’ye birçok ustanın romanlarındaki İşgal İstanbul’unu inceliyor.
Üç güne kadar buraya Binbaşı Gamelin taşınacak. Yatak ve yemek takımları eksik, onları hemen tamamlayınız. Karyolalarda tahtakurusu varsa temizleyin, camları sildirin ve bir gün evvel evden çıkmış bulunun. Anahtarı karakola teslim edersiniz.” Bu buyruk evini mobilyasıyla kiralayan bir aileye verilmiyor. Bir eve işgal kuvvetlerince el konulduğunun bildirimi. 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’nin getirdiği işgal kuvvetlerinin subayları İstanbul’da kendilerine ev seçmektedirler. Rumeli Hisarı’ndaki Kadri Talat Bey’in yalısına o yılın aralık ayı başında Fransız subayı üniformasıyla gelen üç kişiden biri, Ermeni şivesiyle Türkçe olarak, evi boşaltmalarını, bu biçimde bildirecektir. Cevdet Kudret’in Sınıf Arkadaşları adlı romanında yer alır bu sahne. Tamer Erdoğan’ın “karikatürleştirilmiş” bulduğu bu el koyma Halide Edip’in Ateşten Gömlek’inde de yer alır:
“Nihayet bizim eve de geldiler. Çarşaflandım, kapıyı açtım. Bir Ermeni tercüman, bir küme İngiliz askerine tercümanlık ediyor. Ağzı kulaklarına kadar açık, öyle muzaffer sırıtıyor ki, zavallı uşak Ermeniyi, hatta bize isyan ederken severdim, fakat İngilize uşaklık ederken küçük bir şey!
‘İngiliz askeri evinizi istiyor, hemen çıkmalısınız,’ dedi..
Benden korku ve isyan bekledi. Taş gibi idim. Kapıyı açtım, bir şey söylemeden yukarı çıktım, bir bohça yaptım, çıktım, yürüdüm.”
Öfkenin hedefi…
Tamer Erdoğan 31 Ekim 1918-2 Ekim 1923 tarihleri arasındaki İstanbul’un Türk romanına yansımasını irdelemiş Türk Romanında Mütareke İstanbul’u adlı çalışmasında. Seçtiği romanlardan Gün Batarken (Ercüment Ekrem,1920) ve Ateşten Gömlek (Halide Edip, 1922) dışında kalanları “zaferle sonuçlanmış bir bağımsızlık savaşından sonra yazılmış” olarak tanımlıyor.
Erdoğan, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra yazılmış pek çok romanın içinden, yazarları “çocukluklarında da olsa mütareke İstanbul’unun havasını” solumuş olanları seçmiş. Bu tür seçim, incelenen romanların arasına ister istemez, incelemecinin deyimiyle “kötü kurulmuş, kötü yazılmış” olanların da katılmasına yol açmış. Erdoğan’ın bu tanımlamasındaki tedirginlik romanların hemen hemen tümündeki “belirgin bir milliyetçi bakış açısının yanı sıra, yabancı işgalini alkışlayan gayri Müslim unsurlar ve işgal kuvvetleriyle işbirliği yapan Türklere karşı aşağılayıcı, saldırgan bir dil” kullanılması. Okurun hemen fark edeceği bu tutumu değerlendirip, yargılamadan önce incelemede yer alan romanları sıralayalım:
Kan ve İman, Ercüment Ekrem (Talu); Endam Aynası, Selahaddin Enis (Atabeyoğlu); Sodom ve Gomore, Yakup Kadri (Karaosmanoğlu); Acılar, Agah Sırrı (Levend); Halâs, Mehmed Rauf; Mahalle, Selahaddin Enis (Atabeyoğlu); Biz İnsanlar, Peyami Safa; Üç İstanbul, Mithat Cemal Kuntay; Yalnız Dönüyorum, Şuküfe Nihal Başar; Yarım Adam, Posta Yolu, Hilmi Ziya Ülken; Sınıf Arkadaşları, Cevdet Kudret; Sahnenin Dışındakiler, Ahmet Hamdi Tanpınar; Esir Şehrin İnsanları, Esir Şehrin Mahpusu, Yorgun Savaşçı, Kemal Tahir; Pertev Bey’in Üç Kızı, Münevver Ayaşlı; Aşktan da Yüce, İskender Ohri.
Bu dizideki romanların ortak noktası İstanbul’un işgal altında oluşudur. İşgal, ortaya işgalden çıkarı olanları da çıkartmıştır. İşgalcilerle ilişki kuran zengin aileler, onları bir uygarlık temsilcisi olarak gören genç kız ve kadınlar, halk savaşta yakınlarını yitirmenin acısına, yoksulluğun acılarını eklemişken işgalci subaylara verilen ziyafetler, vur patlasın çal oynasın alemler… Yazarlar, ister istemez duyarlığını, o dönemi yaşayan halkın öfkesiyle birleştirmekte, ister kadın ister erkek işbirlikçileri, üstelik dükkânına yabancı bayrak asıp, kendini muzaffer orduyla birleştiren azınlığı hele “yabancı dilde bir bardak su istemeyi bile bilmeyen Karamanlıları” edebiyatın silahıyla vurmak istemektedir. Bu istek, Yakup Kadri’nin Sodom ve Gomore’sinde doruğa çıkar. Roman kahramanı Cemil Kami iki yıl Anadolu’da kalmıştır. Dönüşünde işgal askerleri kadar azınlıkları da yadırgar, onlardan da tiksinir. Kendilerini uygar ve Osmanlı sayıp, işgalcilerle işbirliği yapanlara da, öfke duyar, Amerikalı misyonerlere de. Tamer Erdoğan bu öfkeyi şöyle yorumlar:
“Yazar romanın ikinci baskısına yazdığı girişte, işgal altındaki İstanbul’un kendisine öyle, yani içindeki az sayıdaki iyi insana rağmen helak edilmesi gereken Sodom ve Gomore gibi göründüğünü söyler. Mütareke İstanbul’u. Bir çöküş ve ona eşlik eden çürüme… Bu çağdaş Sodom’un ancak ateşle arınabileceği olgusu zaman zaman vurgulanan bir izlektir : ‘(…) Bu ufuk, evvela uzakta şafak renginde bir hat iken yavaş yavaş yekpare bir duvar halinde yaklaşacak, yaklaşacak ve nihayet bu şehrin etrafını bir cehennemi kemer gibi saracaktı. O vakit, koca şehir, bu asrî Sodom, bu asi Gomore çatırdayarak her tarafından tutuşup yanmaya başlayacaktı.’ (…) Ama yazar yine de Beyoğlu ve uzantılarıyla İstanbul arasında bir ayrım yapmaktan kendini alamaz.”

‘Uygarlıklar savaşı’
Sodom ve Gomore, işbirlikçilere öfke duyanların kült romanıdır. Bu öfkenin tam karşısında Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Sahnenin Dışındakiler’de yansıttığı ‘uygarlıklar savaşı’ diye tanımlanabilecek tavrı vardır. Dışarıdan gelenin, köksüzün, kölenin, yerli, özgür ve köklü olanca yenilmesi. Bu yenilgi önce bir tutuklama olayında yansıtılır, Senegalli neferlerin güleç bir bahriyeliyi döverek götürmelerinde: “Dudağından ve burnundan akan kanlara rağmen gülümsemesini hiç terk etmeden kendisini tutanlardan kurtulmaya çalışan bu çocuğun yüzünü hiç unutmayacağım, ne de onu dövenin gözlerindeki zalim parıltıyı.”

Halkın tepkisi
Bahriyeliyi döven Senegalli benzeri sömürge askerleri, Batılılara boyun eğip, öçlerini öfkelerini işgalcilikten aldıkları güçle silahsız insanlara yöneltenler mütareke İstanbul’unun affetmediği olgulardandır. Romanda halkın tepkisi kalabalığın arasından “ihtiyar, uzun boylu, kuru ve zayıf, parmakları elmas yüzüklerle dolu bir kadın”ın elindeki “kalın topuzlu şemsiye ile” askerlere saldırmasıyla başlar. Biraz sonra ortalık karışacak, kadın da bahriyeli de kaçırılacaktır. İkinci olay, yabancı askerlerin eğlendiği Boğaz’da Tevfik Bey’in, gazel söyleyerek bütün sazları susturmasıdır: “Tevfik Beyin sesi Boğazı tek başına zaptetmişti.” Bütün bunları bir “yenilenme, yeni bir insan olma” isteği tamamlar.
Tamer Erdoğan’a yanıt olarak diyebilirim ki: Türk Romanında Mütareke İstanbul’u anlatılırken işbirlikçi için kullanılan saldırgan dil, zafer kazanıldıktan sonra yazılmaktan değil, emperyalizme duyulan öfkeden, işbirlikçilerine duyulan tiksintidendir.
(*) Sennur Sezer’in 14/10/2005 tarihli Radikal Gazetesi Kitap Eki’nde yayınlanan yazısı

Kitabın Künyesi
Türk Romanında Mütareke İstanbul’u
Tamer Erdoğan
Kanat Kitap
Baskı Tarihi: Ekim 2005
209 sayfa

Tanıtım Yazısı
?Bir sabah Mütareke haberi, İstanbul ufuklarında top gibi patladı. (…) O gün mütereddit eller evvela birkaç bayrak astı. Öğleye doğru Beyoğlu, baştan başa gelin gibi donandı.?

?Sokaklar o kadar sessiz, herkesin yüzünde kendini ta içine çekmiş öyle somurtkan, öyle ketum bir şey var ki! Halk o kadar harpten bıkmıştı. Niçin şimdi sevinmiyor? Harpte akan beyhude kanları mı, yoksa Mütarekenin İstanbul?da karıştıracağı, saçacağı dahili çirkefi, deşilecek eski, kokmuş yaraların akıtacağı cerahati mi düşünüyor??

?Şehir, hiç de bıraktığım şehir değildi. Bana insanlar değişmiş, evler, sokaklar ihtiyarlamış, yıpranmış gibi geldi. Daha sonraları İstanbul sokaklarının cazibesinin bir tarafını yapan satıcı seslerinin bile eski satıcı seslerine benzemediklerini fark ettim.?

Mütareke?yle birlikte İstanbul, beş yıl boyunca işgal altında kaldı. Bu beş yıllık dönem, Türk romanında nasıl yer buldu? Tamer Erdoğan, o yılların havasını teneffüs etmiş yazarların romanlarına yansıdığı şekliyle Mütareke İstanbul?unu inceliyor:

Ercüment Ekrem Talu, Halide Edip Adıvar, Salahaddin Enis Atabeyoğlu, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Âgah Sırrı Levend, Mehmet Rauf, Peyami Safa, Mithat Cemal Kuntay, Şükûfe Nihal Başar, Hilmi Ziya Ülken, Cevdet Kudret Solok, Ahmet Hamdi Tanpınar, Kemal Tahir, Münevver Ayaşlı, İskender Ohri.

Tamer Erdoğan’ın Hayatı
Yazar, 1947 yılında doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Yurt Ansiklopedisi, Büyük Larousse gibi ansiklopedik yayınların hazırlanmasına katkıda bulundu. 1997 yılında Yapı Kredi Yayınlarında editör olarak çalışmaya başladı. Yazıları Cogito, Kitap-lık, Virgül dergilerinde yayımlandı.

Previous Story

Leonardo Da Vinci: Bir Ustanın Portresi – Bruno Nardini

Next Story

Yazın ve Sanat Üzerine I – Karl Marx, Friedrich Engels

Latest from Romanlar

Sarsılmak – Zafer Köse

Sarsılmak, derin ve katmanlı bir roman. Gündelik dilin nüanslarını yansıtan akıcı bir dille yazılmış olması da önemli.Zafer Köse sadece bir depremi değil, toplumsal ve
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ