Türkiye Üzerine Tezler (5 Cilt) – Yalçın Küçük

Bütün Eserleri düzenlenmiş baskılarıyla Salyangoz Yayınları’ndan çıkan Prof. Dr. Yalçın Küçük’ün Türkiye’nin yakın tarihini, ekonomisini, politikasını ve toplumbilimsel gerçekliğini tersyüz edip ezberleri bozarak okuttuğu temel çalışması, resmi tarihle büyük hesaplaşması ‘Türkiye Üzerine Tezler’ (5 cilt), en sonunda gözden geçirilmiş metni, özenle hazırlanmış indeksi, kitapların ağırlığına yakışan şıklıktaki özel kağıdı ve baskısıyla tek cilt hâlinde okuyucusuna ulaşıyor.
“Tezler, dünyada ve yurtta bir iç savaş döneminde doğdu; patlayan tomurcuklardan sayabilir miyiz, her halde böyle bir sorunun cevabı, bana düşmemektedir. Benim söyleyebileceğim, hem tomurcuk tarlasının ve hem de iç savaş mevzilerinin rüzgarını taşıdığıdır; üslubu, hançer?i hatırlatmaktadır. Bereketli yıllarda ve doğurgan bir aydın dünyasının ürünüdür.
Hançeri belinde, tüfeği omzunda bir harmancı görüyorum.
Şu iki noktayı daha ekleyebilirim; birincisi, bir daha bu kadar dürüst ve bu kadar yeni düşüncelerle yüklü bir ansiklopediyi yazamayacağımı kabul ediyorum. İkincisi, dağda, zindanda, konaklarda, soran evlerde, en çok okunan ansiklopedi?dir; zor yerlerde, koyu kapaklarının, elden ele geçişle, yıpranmış, kırlaşmış, formunu yitirmiş eski hırkalara döndüğüne pek çok kez tanık oldum.
Okunmaktan eskimiş ve yıpranmış ansiklopedileri görmek, sönmemiş bir aşkın kıvılcımını duymaktır. Bana oluyor.
Buna seviniyorum. Sevindiğim bir nokta ise, özellikle yeni, zengin ve ?vakıf? üniversitelerin, lüks kütüphanelerine hala sokulmamalarıdır. Legal, ancak sokmuyorlar ve bunu, doğru bulmamakla birlikte anlayabiliyorum; ?Tezler?, üniversitelerin kurduğu ve birden bire kısırlaştıkları bir zaman kesitine de denk geliyor. Üniversiteler, benim kitaplarını, rakip olarak görüyorlar ve haklıdırlar. Ancak ben üniversiteleri kendi rakibim olarak görmüyorum; boşlukları rakip saymayacak kadar hâlâ sınırlardayım ve yazdıklarımın rakibi, henüz yazamadıklarımdır.?

Türkiye Üzerine Tezler
Önsöz

Bir zamanlar, eskiden, kumaş fiyatları ile terzi ücretleri pek dengesizdi. Kumaş için verilen, terzi için ödenene göre pek fazla idi. Kumaş fiyatları ile terzi ücretlerinin kumaş fabrikatörleri ya da ithalâtçılarının lehine bir dengesizlik gösterdiği zamanlarda, âdet oldu, oğullar babaların eski elbiselerini giydiler. Babaların, eskimemiş fakat modası geçmiş ve bir yüzü solmuş elbiseleri terzilere götürüldü. Söküldü, tersyüz edildi ve oğullara göre yeniden dikildi.

Babaların eskimiş fakat aşınmamış, solmuş fakat delinmemiş, modası geçmiş ancak hâlâ giyilebilen elbiselerinden oğullara yeni elbise yapmak, sanatını seven ve emeğine titiz terzilerin işi oldu. Çünkü böylesi, yeni ve kesilmemiş kumaştan elbise yapmaktan daha zor. Çünkü kumaşı teryüz yapmak yeterli değil. Babanın vücudunun bütün eğimlerini, açısını değiştirip ölçüsünü koruyarak, oğulun vücuduna uydurmak gerekli.

Türkiye Üzerine Tezler’in ikinci kitabında benzer bir işi yaptığımı düşünüyorum. Burada, modern Türkiye tarihini tersyüz ettim. Şimdiye kadar, önemli olarak, ne söylenmişse tersini kanıtlamaya çalıştım. Başardığımı sanıyorum. Mustafa Kemal, Nutuk’da, 1920 sonbaharında Gediz’de ?yenildik? diyor. Yenilmediğimizi gösterdim. Üstelik Genel Kurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi yayınlarına dayanarak. İlkokul yurttaşlık bilgilerinde bile ?İnönü Zaferi? anlatılıyor. İnönü’de “makus talihin” yenildiği söyleniyor. İnönü’de zafer değil ciddi bir çarpışma olmadığını gösterdim. Yine Genel Kurmay yayınlarına göre ve diğer kaynaklara dayanarak.

Türkiye tarihinde bir Çerkez Etem Olayı, bir Mustafa Suphi Olayı ve bir İnönü Zaferi Olayı var. Her biri ayrı ayrı yerlerde ve ayrı ayrı tarihlerde anlatılıyor. Şimdiye kadar yapılmayanı yaptım: Hepsini beraber anlatmaya çalışttm. Başardığımı sanıyorum. Çünkü çok zor değil. Hepsi de 1920 yılı sonbaharında başlıyor ve 1921 Ocak ayı sonunda bitiyor. Üçü de iç içe. Şu anlamda: Çerkez Etem ve Mustafa Suphi’yi temizlemeye kararlı Anadolu İhtilâlcileri, temizlik hareketlerini maskeleyebilecek bir zafer arıyorlar. Mutlak yaratmak zorunluluğunu duyuyorlar. İnönü’de yaratıyorlar.

Hepsine bir arada bakmak gerekiyor. Bütüne birden bakmak üretici oluyor. Burada bunu yapmayı denedim. Türkiye’nin iç politika tarihi, solculuk tarihi ve dış politika tarihi hep yazıldı. Kimi ilerici kalemlerden, kimi en gericilerden. Ancak beraber ele alınmadı. Zaman zaman solculuk tarihi ile dış politika yan yana getirildi. Fakat burada da, her nedense, hep dış politika olarak sosyalist sistem ve somutunda Sovyetler Birliği ile ilişkilerin grafiği göz önünde tutuldu. Bu kitapta, Türkiye’nin iç politika ve solculuk tarihini, Sovyetler Birliği ile ilişkiler kadar, Batı dünyası ile yakınlık ve uzaklıklarının bir parçası olarak ele aldım. Şaşılacak bir uyum gösterdi.

Bu “şaşılacak” kelimesini biraz daha açayım. Bu kitabın hemen hemen her sayfasını yazdıktan sonra hayret ettim. İnsan kendi yazdığı sayfalar karşısında hayret eder mi, diye sorulabilir. Bunun için, kısaca, çalışma yönteminin açıklanması gerekli. Kısaca şöyle: Her araştırıcı, özellikle siyasal iktisatta, mutlak politik ve teorik bir problemle çalışmaya başlar. Genellikle, kafasındaki politik problemi, hiç açıklamaz. Teorik problemin ise mümkün olduğu kadar şekillenmesi gerekli.

Bundan sonra, okumaya ve düşünmeye başlar. Bunları kaydeder. Kaydetme usulü çeşitlidir. Kimisi defter tutar. Kimisi belleğine güvenir. Ben, yıllardır, 20×12 santim boyutunda kartlarla çalışırım. Bunları kodlar ve kartların her iki yüzüne sürekli not alırım.

Kartlar artarken, politik problem değişmez, ancak teorik problem şekillenir. Daha belli bir biçim alır. Kartların birikiminin bir lojistik eğrisi vardır. Matematikçilerin deyimi ile. Gittikçe daha az kart eklenir. Bir müddet sonra da artık araştırma, buradaki işlemleriyle okuma ve düşünme, bitmiştir. Bu aşamada araştırıcı, yüklü bir dal gibidir. Bir başka açıdan söylendiğinde, doğuma hazırdır. Doğumun sıkıntıları içindedir.

Bundan sonra bu kartlar, iskambil kâğıdı gibi, karıştırılır. Tekrar tekrar incelenir. Nesnel bir sıraya girer. Bu sıralanma içinde, çalışmanın temel tezleri belirlenir, bölümler ayrılır. Ve yazım başlar. Yazım sırasında, araştırmacının çalışma odasında bu, kartların kimyagerin laboratuarındaki bileşkenlerden hiç farkı yoktur. Bu kartlardaki bilgiler de nesneldir ve ‘nesnenin parçalarıdır. Bunları değiştirmek mümkün olmaz, çünkü değiştirmek tahrifat demektir. Bundan sonra yazım işi, zaman zaman sıkıcı, zaman zaman heyecan veren bir serüvendir. Doğum kadar sıkıcı, doğum kadar heyecan veren bir serüvendir. Heyecan veren serüven, aynı zamanda şaşırtıcıdır. Bu çalışmayı yazarken, geliştirilen teorik çerçeveye, biriktirilmiş kartların gösterdiği uyum karşısında son derecede şaşırdım.

Burada, “soğuk savaşın Türkiye’nin iç sorunu olduğunu” yazıyorum. Türkiye, nerede ise bütün dünyanın katıldığı İkinci Dünya Savaşı’nın dışında kalıyor. Faşizm ile demokrasi cepheleri arasında mekik dokuyor ve dokumasını savaşa girmeden tamamlıyor. Ancak savaş bitince, resmi tarihin söylediğinin tam aksine, dünya topluluğunun yalnız ve itibarsız bir ülkesi oluveriyor. Bu yüzden Türkiye, İkinci Savaş biter bitmez yeni bir dünya savaşı özlüyor. Bunun kışkırtıcılığını yapıyor. İnanılmaz gibi görünüyor ama, bu kitapta inandırıcı dayanaklara kavuşturuluyor.

Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den toprak ve üs istediği masalı, işte buraya geliyor. Türkiye Üzerine Tezler’in birinci kitabında, bunun bir masal olduğunu göstermeye çalıştım. Burada, zaman zaman yabancı dildeki asıllarıyla verdiğim belgelerle, kesinkes kanıtlıyorum. Bundan sonra Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den toprak ve üs istediğini iddia edenler, bilgisizlik değil yalancılıkla suçlanacaklar.

Bütün bunların bir belli amacı olduğunu söylemeliyim: Türkiye’de hep dış faktör abartıldı. Osmanlı’nın son yüz yılından bugüne dek, ilericisinden en gericisine kadar, tüm iyiliklerle tüm kötülüklerin hep dışardan geldiği yazıldı. Burada bunun da tersi yapılıyor. İyilikler ve kötülükler için, iç faktör hep önemli oluyor. Ancak bunu göstermek için de, iç içe bir dış politika ve iç politika tarihi yazmak gerekli oluyor. Bu tarih içinde sosyalist mücadele tarihinin zaman zaman ön plana çıkarılması gerekiyor. Bunları yapmaya çalıştım.

Sosyalist mücadele tarihi denilince, 1920 yıllarının titiz ve dürüst araştırıcısı Mete Tuncay’a teşekkür borcumu dile getirmek zorundayım. Kitabının yeni baskısından çok yararlanmamın ötesinde, araştırmamın belli aşamalarında temkinle yürürken ve güven verici tutamaklar ararken Mete ile bazı noktaları tartışınak imkânını bulduğum için. Bunlar, yazdıklarımın hiç bir noktasını onayladığı anlamına gelmiyor. Çünkü görmedi. Ancak Vedat Nedim Bey’in, Şefik Hüsnü Bey ve Komintern ile ihtilâfa düştüğü için değil, Londra’da İngiliz polisinin Arcos şirketini basmasından ürkerek polise teslim olduğu tezini geliştirirken Mete Tuncay ile görüştüm. Kendisinde olan fakat yazmadığı, benim de yazmadığım, bazı bilgileri nakletti. Bunun üzerine hipoteze daha güvenle sarıldım. Şu anda doğru olduğundan hiç kuşku duymuyorum. Bu ve benzer tartışmalar için Mete’ye teşekkür borçluyum.

Aynı şekilde fakat farklı düzeyde, Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi Müdür Yardımcısı Figen Bilge ile Genel Kurmay Harp Tarihi Başkanlığı Kütüphanesi Müdürü, dostum, Yarbay Orhan Öcala ve Ankara’daki Amerikan Kütüphanesi yöneticilerine teşekkür borçluyum. Kütüphanecinin yardımı, araştırmacının zaman tasarrufu demek. Bu üç kütüphaneye ve yöneticilerine şükranlarımı sunuyorum.

Bunun dışında ve karşısında şunu da yazmak zorunluğunu duyuyorum: Anadolu’da görücü giden kadınlar, genellikle, bir fırsatını bulup, gittikleri evin mutfak ya da tuvalet gibi yerlerine uzanırlar. Misafir odasının gerçekleri yansıtmadığını bilirler. Gelin alınacak kız hakkında bir kanı edinebilmek için pek yabancıların gitmediği yerlere giderler. Türkiye’de bir kuruluş hakkında gerçekçi bir kanı edinmek için Anadolu’daki görücülerin yöntemini uygulamak gerek. Yabancılara pek açık olmayan yere gitmek gerek. Kuruluşların kütüphanelerine gitmek gerek.

Türkiye Üzerine Tezler’in ikinci kitabını yasarken bunu yaptım. Dışişleri Bakanlığı kütüphanesine gittim. Şaşırmadım fakat utandım: Her halde Çemişkezek vergi memurluğunun kütüphanesi daha düzenlidir ve daha zengindir. Türkiye’nin dış politikasının pejmürdeliğini anlamak isteyenler, başında aynı yıllarda aynı okuldan mezun olduğum bir profesörün bulunduğu Dışişleri Bakanlığı kütüphanesine gidebilir. İnsan utanıyor, ama, şaşırmıyor. Türkiye’nin Dışişleri Bakanlığı yerine başka ülkelerin Dışişleri Bakanlıkları düşünüyor ve araştırıyor. Kütüphaneye ne gerek var!

Türkiye’nin Dışişleri Bakanlığı bu durumda iken, diplomasinin alfabesi niteliğindeki kitaplardan da yoksun iken ve bu bakanlığın başında Siyasal Bilgiler Fa-kiUtesi’nden bir profesör var iken yine de kötümser olmamak gerek. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin dış ilişkilerle ilgili genç öğretim üyeleri son derece değerli çalışmalar yayınlamaya başladılar. Bu çalışmada, bunlardan çok yararlandım. Kuşkusuz yazdıklarının hepsine katılmadım. Kuşkusuz, bu değerli bilim adamları, benim yazdıklarıma da katılmayacaklar. Burası o kadar önemli değil. Önemli olan yararlanmak. Yararlandığım için şükran duyuyorum.

Yazarlık mesleğinin, belki de, en sevimsiz işlerinden birisi yazılanların düzeltilmesi olmalı. Burada bu işi, oğlum Ömer, okul arkadaşlarının çağırmasıyla Devrim, yaptı. İlk defa yaptı. İyi olduğunu ümit ediyorum.

Önsöz’ler, araştırmacının okuyucusuna hesap verdiği yerlerdir. En içten bir biçimde. Tezlerin birinci kitabında, yer yer ayrıntıya inmekle birlikte, Türkiye’nin 1908-1978 arası ekonomi politiğini yazmaya çalıştım. İkinci kitapta, tümüyle birinci kitabın kapsamı dışında kalarak, ayrıntıya indim ve özellikle dış politika üzerinde durdum. İkinci kitap ve yakında çıkacak olan birinci kitabın genişletilmiş üçüncü baskısı ile, 1920, 1930 ve 1940 yıllarını ayrıntı ile yazmış oluyorum. 1950, 1960, 1970 yıllarını ve özellikle ekonomisine ağırlık vererek yazmak gerekiyor. Bu, üçüncü kitap olacak.

Ne zaman yazacağımı bilemiyorum. Çünkü, 1980 yılında, esas olarak Türkiye aydını üzerindeki çalışmalarımı tamamlayıp kitap haline getirebilmeyi planlıyorum. Bu yüzden Tezler’in üçüncü kitabı başka bir zamana kalacak. Belki de 1900 yılından bu yana dünya ekonomi politiğinin yazımından sonraya.

Kumaş fiyatları ile terzi ücretleri arasındaki dengenin kumaş fabrikatörleri lehine olduğu zamanlarda, eskiden, oğullar babaların tersyüz edilmiş elbiselerini giyerlerdi. Sanatını seven ve emeğine titiz terziler, babaların elbiselerinden oğullara yeni elbise yaparlardı. Bunların bazısı, yeni kumaştan elbise kadar güzel olurdu. Sanatını seven ve emeğine titiz terzilerin elinde. Ancak ne kadar güzel olursa olsun eski kumaştan yapıldığını, bir yanıyla, ele verirdi: Ceketin sol göğüs cebi sağ göğüs cebi olurdu. Sanatını seven ve emeğine titiz terziler, bunu önlemek için, sanatlarını gösterirlerdi. Göğüs cebini mutlaka solda açmaya çalışırlardı. Göğüs cebini solda, kalbin üstünde açmaya özen gösterirlerdi.

Aynısını yapmaya çalıştım. Başarabildim mi? Okuyacaklar.

Yalçın Küçük
Haziran 1979
Karakusunlar Köyü, Ankara

Yalçın Küçük
Türkiye Üzerine Tezler
Salyangoz Yayınları
1280 sayfa
Yayın Tarihi: Ekim 2006

Türkiye Üzerine Tezler 1 / 1098-1998 – Tekin Yayınevi
İkinci kitabı tamamlayıp, birincisini genişletme hazırlıklarını bitirdikten sonra gördüğüm şu: Birinci kitap, fersiz bir ışıkla karanlıkta yürümeye veya sık ağaçlı bir ormanda yol aramaya benziyor. Her adımda çekingen, ürkek ve bir ölçüde korkak. Bir kayaya çarpıp devrilmemek veya kuyuya düşmemek için. Çekingenliği, ürkekliği ve bir ölçüde korkaklığı, yolunu arayan ve bulan biliyor. Ürkek ve bir ölçüde korkak da olsa, henüz stabilize olmayan, asfaltlanmamış bir yoldan ilk kez geçmenin heyecanını duyuyor. Başkalarına ne yaptı, bilemem; birinci kitap bana yol açtı. Üçüncü baskıda bu yolu pekiştirmeye ve asfaltlamaya çalıştım. (Arka Kapak)

Türkiye Üzerine Tezler 2 / 1908-1998 – Tekin Yayınevi
Burada, ‘soğuk savaşın Türkiye’nin iç sorunu olduğunu’ yazıyorum. Türkiye, nerede ise bütün dünyanın katıldığı İkinci Dünya Savaşı’nın dışında kalıyor. Faşizm ile demokrasi cepheleri arasında mekik dokuyor ve dokumasını, savaşa girmeden tamamlıyor. Ancak savaş bitince, resmi tarihin söylediğinin aksine, dünya topluluğunun yalnız ve itibarsız bir ülkesi oluveriyor. Bu yüzden Türkiye, İkinci Savaş biter bitmez yeni bir dünya savaşı özlüyor. Bunun kışkırtıcılığını yapıyor. İnanılmaz gibi görülüyor ama, bu kitapta inandırıcı dayanaklara kavuşturuluyor. (Arka Kapak)

Türkiye Üzerine Tezler 3 – Tekin Yayınevi
Bilim mi daha gerçekçi, yoksa somut gerçek mi daha gerçek? Bilim, eğer bilim olabiliyorsa, somut gerçekten çok daha gerçek’dir, çok daha ‘sahih’; buna inanıyorum. Bulgularımın, yurttaş düşünenlerin acımasız hücumlarına uğramasını istiyorum; kuşkusuz, bu hücumların sonunda ayakta kalabilmelerini diliyorum. ulgularımın, yurttaş düşünenlerin, yoldaş kafaların, açacakları bir savaşı yaşamadan ayakta kalmalarından kaygılanıyorum. Bunun, bu ülke için, önemli bir talihsizlik olabileceğini görebiliyorum. (Önsöz’den)

Türkiye Üzerine Tezler 4 – Tekin Yayınevi
Bu çalışmam, bir geçiş, bir interregnum, bir fetret devrine yoğun ve derinlemesine bir bakışı kapsıyor. 1960 yıllarının bir yaz yağmurundan daha kısa ‘sanayi demokrasisi’ ile 1980 yıllarının artık faşizmin tüm kurumlarını asimile eden tekelsi düzeni arasında Türkiye gericiliğiyle ilericiliğinin bir kanlı savaşı anlatılıyor. Perspektiften yoksun, kanının ne için akıtıldığını pek iyi bilemeyen Türkiye ilericiliği bu savaşta yorgun düşüyor ve eylülist darbe ile bir daha yeşermek üzere eziliyor. Bu çalışmam, bu döneminin yer yer güncelinde yapılmış çözümlemeleriyle birlikte vardığı noktayı ele alıyor… (Arka Kapak)

Türkiye Üzerine Tezler 5 – Tekin Yayınevi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir