Türkülerin Kelebeği – Müslüm Kabadayı

Balkonundan kırk yıldır karanfil ve güllerin sarktığı evin tahta bir sedirinde uzayan gecelerin ve sabahların ışığını alamayan gözlerin insanıydı Aşkar Mehmet. Ellisine merdiven dayadıktan sonra, bedenine sinen büyük yorgunluk ve çevresinden gördüğü vefasızlık, şeker ve tansiyonunu daha çok tetikledikçe iradesine hakim olamıyordu. İradesini yitirdikçe de hastalık onu esir almaya başlıyordu. Birkaç yıl içinde önce gözlerinin ferini, sonra da bedeninin direncini yitirmişti. Yitirmediği iki şeyi, sevdiği ve güvendiği herkese söylüyordu:
?Şimdiye kadar aklımı ve onurumu yitirmedim, mezara girinceye kadar da yitirmeyeceğim.?
Güçten düştükçe yanına gelip gidenler azalmıştı. Son yıllarda, kentte yaşayan eşi ve çocukları da onu pek sormaz olmuşlardı. Suyu sert verildiğinden olsa gerek, köyde kendisiyle ilgilenen kardeşini de kırdığı için giderek balkonlu bir odaya hapsolmuştu. Onu maddi ve manevi yönden yalnız bırakmayan öğretmen kardeşinin görüşüne ve önerilerine değer verirdi ama yine bildiğini okumaktan geri durmazdı. Çok üzerine gelindiğinde,
?Bire canım elimde değil yahu! O kadar aklıma hükmetmeye çalışıyorum ama o pis huyum hemen zuhur ediyor. Canım ciğerim olanları kırmak ister miyim hiç? Bu yaştan sonra değişemem yahu! Beni de böyle kabul edin artık.? derdi.
Öğretmen kardeşi, annelerinin ?Aşkar abinizle hayata daha sağlam tutunmaya başladım. Onun hepinizde emeği var. İnkar edenin gözüne dizine dursun!? sözünü aklından çıkarmazdı. Emeğin en küçük kırıntısının bile değerini bildikçe insan ilişkilerinin güvenle gelişeceğini düşünürdü. Gücünün yettiği yere kadar abisinin, eşi ve çocuklarıyla, çevresiyle yaşadığı sorunları çözmek için uğraşmıştı. Her şeyin piyasalaştığı bir dönemde, toplumsal sorunları kişisel çabayla çözmenin mümkün olmadığını kavradıktan sonra da enerjisini toplumsal mücadeleye daha çok adamaya başlamıştı. Abisinin zor anlarında hep yanında olmayı ihmal etmeden?
Aşkar Mehmet, belindeki şalvarın her aşağı düşüşünde onu yukarı çekmekte zorlandığı, sonraları da üşendiği yaşlarda bile annesinin ulağıydı. Evin ilk çocuğuydu, evin direği olma sorumluluğunu gençlik yıllarında da sürdürmüştü. Evlerin çatılarında keser sallarken ve binaların betonlarını dökerken edindiği deneyimle Arabistan çöllerine gidip kum yutarak ekmeğini kazanmıştı. Edindiği birikimi, ailesine ve çevresine harcamaktan çekinmemişti. Çalışkanlığı ve özverisi, son yıllarda azgınlaşan piyasa ilişkileriyle bozulan toplumsal değerlere zamanla yenik düşmüştü. Aslında paranın yozlaştırdığı insanlar, onun piyasa düzenine karşı duruşunu anlayamamışlardı. O, doğasından kaynaklanan sert duruşu, açık sözlülüğü ve kaba konuşmalarıyla kendini ifade ettiğinden, onun anlatmak istediklerinin özünü kavramak yerine, sertliğine kırılıyordu çevresindekiler. Giderek sorun yumağına dönüşüyordu her şey. Çevresinde yaşamsal olaylara yol açmamak için de son yıllarda köydeki evine çekilmişti. Bir bakıma küçük çıkarlar, basit ilişkilerle biçimlenen yozluğa boyun eğmemek için kendi kabuğuna sığınmıştı. Sığındığı bir şey daha vardı, türküler?
Sabahları kalkar kalkmaz ilk işi radyonun türkü kanalını açmaktı. Türküler eşliğinde balkona çıkıp gençliğinde avluya ektiği serviden gelen serinliği teninde hissederdi. Kollarını yukarı aşağı, sağa ve sola çevirerek bedenini rahatlattıktan sonra insülinin ünitesini, makinenin ?tık tık? sesleriyle ayarlayıp bedenine zikrederdi. Yanında kimse olmadığı zamanlar, dolabına düzenli yerleştirdiği katıklarını çıkartarak kahvaltısını yapardı. Hep bu saatlerde radyodan yükselen ve adını ?Kelebek Türküsü? koyduğu ezginin sözlerine eşlik ederdi.
?Kestanenin irisi / Yar yandım aman
Geçti kızlar sürüsü
Sürüsünden fayda yok / Tombul bilekli gelin
Yaktı beni birisi

Mendilim benek benek / Yar yandım aman
Ortasında kelebek
Yazı beraber geçirdik / Tombul bilekli gelin
Kışın ayırdı felek

Mendilimin yeşili / Yar yandım aman
Kayıbettim eşimi
Eşim gitmiş gurbete / Tombul bilekli gelin
Bırakamam peşini?

Hareketli türkülerde uzandığı sedirden kalkar, odada alkışla eşlik eder; coşa geldiği zamanlarda odada döne döne oynardı. Yaşama sevinci derinlikli, yüreği neşeli ve beyni siyasi olan Aşkar Mehmet?in, bir gün radyosunun susacağı kimsenin aklına gelmezdi. Onu en yakından bilen ve anlayan öğretmen kardeşi, bir ağustos sabahı abisini toprağa verdikleri mezarlıktan yeğeni Tunay?la birlikte döndü abisinin odasına. Benekli bir kelebeğin, onun sedirinin üzerinde döne döne kanat çırptığını gördü. Adeta abisinin ardından kendince bir uğurlama töreni yapıyordu kelebek. Hemen aklına, onun sabahları dinlediği ve eşlik ettiği türkü geldi. Küçük raftaki radyonun düğmesini açtı hemen. Yanılmamıştı. Hemen Tunay?ı çağırdı odaya. Yüzünün ifadesi değişen yeğeni, bir anlam verememişti bu törene.
Yavaşça sedirin ucuna doğru konan kelebeğe, avucunu açarak yanaştı. Dost bir ele konarcasına avucuna sıçrayan kelebeği yeğenine göstererek,
?Bak Tunay, bu kelebek benim can dostum, abimdir. Sabah türküsünü dinlemeye gelmiş. Bundan böyle babanızın radyosunu siz açık tutacaksınız. Kelebeğin türküleri hiç susmasın!? dedi.

3 yorum

  1. Sevgili Hocam,
    Öykünüzü okudum. Beni çok duygulandırdı.Yaşattığın lirizim için teşekkürler.Bu gidişle öykücülüğün,araştımacılığının önüne geçecek gibi.Şaka şaka.Yeni öykülerini bekliyorum.Başarılar.Kardeşin Mehmet Ercan.

  2. Müslüm Dost,
    Kelebeğe o anlamı yükleyen yürekler çarptıkça, kelebeklerin türküleri susmayacaktır…
    Yüreğine sağlık.
    Musa ARTAR

  3. Kelebeklerin daha özgür ve güven icinde ucmalari icin silahlar yerine kalemleri,
    mermiler yerine gül ve karanfilleri,
    savaslar yerine baris ve özgürlükleri saglayalim.
    Dogayi kirletmeden dostluk ve kardeslik icinde yasayalim.
    Askar Mehmet´in topragi bol osun.
    Yüregin saglik dostum Müslüm.
    Teyzenoglu Mehmet Kabadayi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir