Turna Nereden Gelirsin? ? Hagop Mintzuri

Farklı olanı, ötekiyi anlamaktan geçen günümüz anlayışını aydınlatarak, yol gösterecek bir kitap daha. Modern insanın unuttuğu geçmişin kültürel zenginliklerini hatırlamak için iyi bir fırsat sunarken, ironik bir şekilde şehir insanının bu eksikliğini taşra edebiyatı gideriyor. Tanıklık, anı ve tarih üçlemesiyle karşımıza çıkan, Ermeni taşra edebiyat geleneğinin önde gelen isimlerinden Hagop Demirciyan nam-ı diğer Mıntzuri, Turna Nereden Gelirsin? ile köyüne dair hikayelerini anlatmaya bıraktığı yerden devam ediyor. Mıntzuri köy insanının çeşit çeşit hallerini başarıyla resmettiği hikayelerinde, incelikle işlediği ayrıntılarla bir parça gülümsetir veya hüzünlendirirken düşündürtmeyi de ihmal etmiyor. Mıntzuri?nin öykülerinde karşımıza çıkan Türk, Ermeni, Laz, Kürt, Rum, Kızılbaş, herkes köyün, toprağın tasviri içerisinde çeşitli renkleriyle önümüze sunulan masalsılığın içinde evrenselleşiyor. Mıntzuri?nin hafızası kadar edebiyatını da besleyen köylüler sadece etnik kimlikleriyle değil, mizaçları ile de zaman zaman tipleme olmaktan çıkıp birer karaktere dönüşürken, daha önce Türkçeye kazandırılan Mıntzuri?nin Armıdan Fırat?ın Öte Yanı, Atina Tuzun Var mı? ve Kapandı Kirve Kapıları kitaplarındaki kahramanların bazıları bu kitapta da küçük dünyalarındaki büyük hikayeleriyle karşımıza çıkıyor.

İnsanın Acıları – Aysel Sağır
(18/12/2010 tarihli Radikal Kitap Eki)

Anadolunun gerçek seslerini duyuruyor ?Turna Nereden Gelirsin?? Erzincan, Eğin, Armıdan, Divriği, Çemişkezek, Arapkir?den geliyor, zaman zaman da İstanbul?da konaklıyor. Konakladığı İstanbul?da bu kez de, Karadeniz?den gelenlerin esintilerini sunuyor. Hagop Mintzuri, ?Turna Nereden Gelirsin??de, Anadolu insanın hikâyelerini anlatıyor. Kitabında, doğduğu, büyüdüğü, şekillendiği yerlerin tüm öğelerini öykülerinde görünür kılan Mintzuri, Ermeni edebiyatı ve insanını tanıma olanağı sunsa da, gerek öykülerinde yarattığı karakterler, gerekse de karakterlere ruhunu veren ortak sosyal-kültürel gerçeklik malzemeleri, çok yakından tanıdığımız diğer bir yüzü, yani bizi de anlatıyor. Zira yazar Anadolu insanının yirminci yüzyıl başlarından, ortalarına kadar gelişen zaman süreci içinde Erzincan ve yöresinde geçen, çocukluk ve gençliğinden önemli izler taşıyan köy yaşamıyla tanıştırıyor okuyucusunu. Anlattığı yaşamın hiçbir ayrıntısını es geçmiyor.
Gerçekçiliğin, realizmin başka bir türü olan ?Rejyonalist edebiyat? yaptığını söylüyor zaten Mintzuri. Dolayısıyla da, geldiği yörenin insanlarının örf ve adetlerine odaklanıyor. Böylelikle de, öykülerin olay örgülerine içerilmiş söz konusu örf ve adetler, bazen bir ben anlatıcı, ama çoğunlukla ikinci kişi anlatımıyla ?gerçek insan?ı, onun koşullarını, duygularını, acılarını ve sevinçlerini iletiyor okuyucuya. Olaylar karşısında mesafeli bir dil kullanmış yazar. Kırsal koşullarda yaşayan insanların, sosyal-kültürel bir ifade aracı olan örf ve adetlerle ilişkisini tümüyle bir bütünlük içinde, yani gerçek yaşamlarındaki haliyle yansıtmış öykülerine.

Allah?tan korkarlardı…
Öykülerin her biri, aynı zamanda da bir yaşanmışlığa denk geliyor. Anlatılan karakterlerin yaşam olaylarıyla, Anadolu?nun süreç evreleriyle ilişkisi, öyküleri bütünleyerek, her iki çizginin de ortak bir noktada buluşmasıyla sonuçlanıyor. ?Sadece kendi anamızın sütünü emmek de şart değildi bizim için. O yok muydu? Geç mi gelecekti? Köydeysek hangi evde emziren bir kadın varsa, süt versin diye bizi oraya götürürlerdi. Tarlalarda gene öyle. Ermeni yoksa, Türk, Kürt, Kızılbaş olsun, bizi kucağına verir, emzirtirlerdi. Severek yaparlardı. Allah?tan korkarlardı. Esirgeyecek olsalar Allah cezalandırırdı onları, affetmezdi. Ben Poşa kadının sütünü bile emmişimdir. Beş altı aylık bir şeymişim, kengez, hep ağlayan bir şey. Anamı höllük getirmeye yollamışlar. Eleyip getirecekmiş. Ben uyanmış, ağlamaya başlamışım.?
Öyküllerinde temel izlekleri çocukluğundan itibaren kendi yaşam ve tanıklıklarından oluşturan Mintzuri, yetmiş-seksen yıllık Anadolu insanının yaşam sürecinde gezindiği için yaşadığımız topraklara kültür mozaiğini kırsaldan gösteriyor.

Sadece öykü değil
Mintzuri?nin öykülerinde öne çıkan gerçeklik öğeleri ise, Ermeni, Rum, Çerkez, Kızılbaş?ların Anadolu insanıyla aynı yaşam şartları ve reflekslere sahip oldukları yönünde ağır basıyor. Yoksulluğun rengini verdiği koşullarda, Rum, Ermeni, Kürt, Kızılbaş ve Sünniler?in birbirleriyle dayanışma içinde uzun bir süreyi kapsayan dostluk ve komşuluk ilişkileri de zaten her bir öykünün ana motifini oluşturuyor.?Temir?in bir özelliği var, konuşmak. Allah ona da o özelliği vermiş. Kürtlere özgü bir Türkçeyle konuşur, ama dili ağzında bir avukat gibi döner. Hükümetten bir memur veya atlı geldiğinde, Erdemşer?den olsun, komşu köyler Şehli, Bahadun, Hasköy?de olsun, bütün erkekler saklanır, delikten deliğe girerler anında. Askere götürmek içinse ya! Çünkü yaşlılar bile kayıtlı değildir, asker kaçağıdırlar. Veya bir vergi toplama işidir, tahsilat yapılacaktır. Köylerde sadece kadınlar, çocuklar görünür. Kendisiyse, ?Begım!? diyerek karşılar geleni, oturtur, konuşur, ikna eder ve uygun, yerinde cevaplarla yolcular. Herkes gibi o da okuma yazma bilmez; ama nasıl öğrendiğine şaşarsın, Arap harfleriyle te-, -mim, -ye, -re harflerini birbirine bağlayarak ?Temir? yazar. Kendisinden başka bütün Çit?te, Beydağı?na kadar, Alişan Beg?in, Diyab Ağa?nın köylerine kadar gidin, ismini yazacak kimse bulamazsınız.?
Hikâyelerine içerdiği yaşanmışlıklara özgü hafızaya dikkat etmiş yazar. Örneğin, kullanılan dile özgü bazı özgün ifadeleri değiştirmeden vermiş, dönemin ruhunu yansıtmaya özen göstermiş. Anadolu insanın gerçek kültürü ve yaşamından ses duyuran kitap için sadece bir öykü kitabı değil demek doğru olacak.

Kitabın Künyesi
Turna Nereden Gelirsin?
Hagop Mintzuri
Çeviren:Silva Kuyumciyan
Aras Yayınları,
Aralık 2010
335 sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir