Selam çocuklar; benim adım Ulduz. Farsçası “Sitâre”. Bu yıl on yaşımı doldurdum. Okuyacağınız öykü, benim serüvenimin bir bölümü. Behreng Bey bir zamanlar köyümüzde öğretmendi. Bizim evde kalıyordu. Bir gün serüvenimi anlattım ona. Behreng Bey’in hoşuna gitmiş olacak ki “Senin kargalarla serüvenini öykü yapıp kitap haline getirmek istiyorum” dedi. Ben de birkaç şartla kabul ettim. Birinci şart, öykümü sadece çocuklar için yazmasıydı. Çünkü büyükler öykümü anlamayacak ve zevk almayacak kadar dalgındı. İkincisi, öykümü yoksul olan ya da çok nazlı yetişmemiş çocuklar için yazmalıydı. Uşaklarla, lüks arabalarla okula giden çocukların öykülerimi okuma hakları yoktu. Behreng Bey “Büyük kentlerdeki zengin çocukları böyle yapıyorlar, üstelik de çalımlarından geçilmiyor” derdi.
Şunu da söylemeliyim ki, ben yedi yaşıma kadar analığımın yanındaydım. Bu öykü de o döneme ait. Kendi annem köydeydi. Babam onu boşayıp köye babasının yanına göndermiş ve bir başka kadınla evlenmişti. Babam bir devlet dairesinde çalışıyordu. O zamanlar kentte yaşıyorduk. Küçük bir kentti. Örneğin yalnız bir caddesi vardı. Birkaç yıl sonra ben de köye gittim.
Her neyse, Behreng Bey, bundan sonra “Tombul Bebek” adlı öykümü yazacağına söz verdi. Umarım benim serüvenimden çok şey öğrenirsiniz.

Anne Karganın Ortaya Çıkışı

Ulduz odada yapayalnız oturmuş dışarı bakıyordu. Analığı hamama gitmiş, giderken de kapıyı üstünden kilitlemiş ve Ulduz’a yerinden kımıldamamasını, yoksa gelince canına okuyacağını söylemişti. İşte Ulduz odada oturmuş, dışarı bakıyor ve düşünüyordu tıpkı büyük insanlar gibi. Analığından çok korktuğu için de yerinden kımıldamıyordu. Tombul bebeğini de düşünüyordu. Geçenlerde kaybetmişti bebeğini. Bir bilseniz, ne kadar sıkılmıştı canı.
Birkaç kez parmaklarını saydıktan sonra usul usul pencere kenarına geldi. Canı sıkılmıştı. Ansızın havuz kenarına konmuş, su içen bir karga gördü. Unuttu yalnızlığını, içi ferahladı. Karga başını kaldırıp da Ulduz’a gözü ilişince uçmak istedi. Ulduz’un kötü niyetli olmadığını anlayınca uçmadı. Gagasını biraz açtı. Ulduz karganın güldüğünü düşünerek sevindi.
– Karga Bey, havuzun kirli suyunu içersen, hasta olursun.
Karga yine güldü. Sonra sekerek yaklaştı:
– Hayır canım, biz kargalar için farketmez. Bundan kötüsünü de içiyoruz ve bir şey olmuyor. Üstelik bana “Karga Bey” deme. Ben kadınım. Dört tane de çocuğum var. Bana “Anne Karga” de.
Ulduz karganın nasıl kadın olabileceğini anlamadı. O kadar cana yakındı ki tutup öpmek geliyordu içinden. Doğrusunu isterseniz, güzel değildi, çirkin de değildi, ama sevgi dolu bir yüreği vardı. Biraz daha yaklaşsa tutup öpecekti onu Ulduz.
Anne Karga biraz daha yaklaştı:
– Adın ne?
Adını söyledi Ulduz. Anne Karga sordu yine:
– Ne yapıyorsun içerde?
– Hiç… Analığım beni burada bırakıp hamama gitti. Yerimden kımıldamamamı tembih etti.
– Sen büyük insanlar gibi düşünüyorsun hep. Neden oyun oynamıyorsun?
Ulduz tombul bebeğini anımsayıp iç geçirdi. Sonra sesini duyurmak için pencerenin kanadını araladı.
– Ama Anne Karga, oynayacak hiçbir şeyim yok. Bir tombul bebeğim vardı; kayboldu. Konuşan bebekti.
Anne karga kanadının ucuyla gözyaşlarını sildi, zıplayıp pencerenin pervazına kondu. Ulduz önce korkup yana kaçtı, ama sonra çok sevindi, pencereye yaklaştı.
Anne Karga:
– Oyun arkadaşın da mı yok?
– Yaşar var. Ama onu da çok az görüyorum. Çok az. Okula gidiyor.
– Haydi oynayalım.
Ulduz Anne Karga’yı tutup kucakladı. Başını öptü, yüzünü öptü. Kanatları kalındı. Ulduz’un giysisi kirlenmesin diye Anne Karga ayaklarını topladı. Gagasını da öptü Ulduz. Sabun kokuyordu gagası.
– Anne Karga, sabunu çok mu seviyorsun?
– Bayılırım sabuna.
– Analığımdan korkmasam, bir tane getirirdim sana.
– Gizlice getir. Analığın farketmez.
– Ona söylemezsin değil mi?
– Ben mi? Ben kimseyi ispiyonlamam.
– Ama analığım “Ne yaparsan yap, karga gelir, haber verir bana” der.
Anne Karga içinden güldü.
– Yalan söylüyor canım. Şu kara başıma yeminle; kimseyi ispiyonlamam ben. Su içmem bahane; havuz kenarına gelir, sonra sabun ve balık kapıp kaçarım.
– Anne Karga, hırsızlık da neden? Günahtır!
– Çocuk olma canım. Ne demek günah? Çalmasam, ben ve çocuklarım açlıktan ölürüz. Günah değil mi? Canım, işte bu günah. Karnımı doyuramazsam, günah; ayaklar altında sabun olur da ben aç kalırsam, günah. Ben böyle şeyleri bilecek kadar yaşadım. Şunu da iyi bil ki, böyle kuru öğütlerle hırsızlığın önü alınamaz. Herkes kendisi için çalıştıkça hırsızlık da olacak.
Ulduz Anne Karga için bir kalıp sabun aşırıp getirmek istedi. Analık yiyecekleri dolaba koyup kilitlerdi. Ama sabunu saklamazdı. Anne Karga’yı pencere kenarına bırakıp mutfağa gitti. Bir kalıp Merâga sabunu alıp getirdi.
Allah sizi inandırsın çocuklar, Ulduz Anne Karga’nın gittiğini, analığının koltuğunun altında bohçayla pencereye doğru geldiğini görünce yüzü pancar gibi kızardı. Kapana sıkışmıştı. Analığı pencereden başını sokup bağırdı:
– Ulduz, yine evin altını üstüne mi getiriyorsun? Sana demedim mi yerinden kımıldama diye ha?
Ulduz bir şey diyemedi. Analık kilidi açıp içeri girmek üzere kapıya yöneldi. Ulduz hemen sabunu gömleğinin altına saklayıp bir köşeye büzüldü. Analığı içeri girdi:
– Ne aradığını söylemedin?
Ulduz korkuyla:
– Ana .. dövme beni! Tombul bebeğimi arıyordum.
Analık nefret ediyordu Ulduz’un bebeğinden. Ulduz’un kulağını tutup büktü.
– Yüz defa dedim sana unut şu uğursuz bebeği diye! Anlıyor musun?
Sonra analık mutfağa çay koymaya gitti. Ulduz çişini bahane edip avluya çıktı. Oraya buraya bakındı, Anne Karga’yı gördü. Çatıya konmuş, meraklı gözlerle bakıyordu. Ulduz sabunu çalıların altına koydu. Gel, sabunu al, dercesine kargaya göz kırptı. Anne Karga yavaşça gelip çalılara saklandı.
Ulduz:
– Anne Karga, oyun oynamak için çocuklarından birini getirir misin?
Anne Karga fısıldayarak:
– Bekle, öğleden sonra. Kocam da razı olursa, getiririm.
Sonra sabunu aldı, uçup gitti.
Ulduz gözlerini gökyüzüne dikmişti. Karga uzaklaşınca sevincinden zıplamaya başladı. Konuşan bebeğini bulmuş gibiydi. Birden analığı bağırdı:
– Kız, niye dansediyorsun öyle? Gir içeri. Sıcak geçecek başına. Sana bakacak halim yok!
Öğle yemeği vaktiydi. Ulduz gidip oturdu odaya. Birkaç dakika sonra babası daireden geldi. Suratı asılmıştı. Ulduz’un selamına bile yanıt vermedi. Ellerini yıkadı, sofraya oturup yemeğine başladı. Galiba yine müdüründen azar işitmişti.
Patates kızartmasının kokusundan az daha bayılacaktı Ulduz. Babasının yemek yiyişine bakıp yutkunuyordu. Bir şey alıp yiyemezdi. Analığı hep söylerdi: “Çocuk kendisi için yemek alamaz. Büyükler çocuğun tabağına yemek koyar; o zaman çocuklar yemek yer.”

Bay Kargayı Tanıyalım

Eylül ayıydı. Öğle yemeğinden sonra babasının ve analığın uykusu gelince yatarlardı. Ulduz da uyumak zorundaydı. Yoksa babası “Çocuk dediğin, öğle yemeğini yedi mi, uyur” diye bağırırdı. Ulduz bir türlü anlamıyordu neden mutlaka uyuması gerektiğini. “Artık bugün uyuyamam. Uyursam, Anne Karga gelir ve beni göremeyince çocuğunu götürür.” diye geçirdi içinden.
Odada yere uzanıp uyur gibi yaptı. Babası ile analığı uyuyunca ayaklarının ucuna basa basa avluya çıktı, dut ağacının gölgesine oturdu. Parmaklarını üç kez saymıştı ki karga çıkageldi. Önce dama konup Ulduz’a baktı. Ulduz aşağıya gelebileceğini işaret edince Anne Karga gelip yanına kondu. Minik, sevimli bir karga da getirmişti yanında.
– Uyumuş olmandan korkuyordum.
– Her gün uyuyordum. Bugün babamla analığı uyuttum, ama ben uyumadım.
– Aferin iyi etmişsin. Uyku vaktine çok var daha. Gündüzleri uyursan, geceleri ne yapacaksın peki?
– Gel de analığa anlat bunu… Minik kargayı benim için mi getirdin? Ne sevimli!
Anne Karga yavrusunu Ulduz’un eline verdi. Çok sevimliydi. Birden iç geçirdi Ulduz.
– Neden iç geçirdin?
– Bebeğim geldi aklıma. Yanımda olsaydı keşke! Üçümüz birlikte oynardık.
– Üzülme. Torunlarımdan birinin büyük kızı birkaç güne kadar yumurtlayıp yavru sahibi olacak. Onlardan birini getiririm sana; üç kişi olursunuz.
– Senin başka çocuğun yok mu?
– Neden olmasın, var. Üç tane daha var.
– Öyleyse onları da getir.
– O zaman ben yalnız kalırım. Baba Karga da var. İzin vermez. Sana getirdiğim yavru henüz konuşmuyor. Yürüyor ama uçmayı bilmiyor. Bir haftaya kadar konuşur. İki haftaya kadar da uçabilir. İki hafta sonra uçması gerek, dikkat et. Yoksa hiçbir zaman uçamaz. Aklında olsun.
– Uçamazsa ne olur?
– Ne olacağı belli; ölür. Ona ne yedireceğini biliyor musun?
– Hayır, bilmiyorum.
– Günde bir parça sabun, biraz et, falan filan. Mümkün olursa, arada sırada küçük bir balık. Sizin havuzda çok balık var. Kurtçuk da yer… Peynir de yer.
– Tamam.
– Analığın ona bakmana izin verir mi?
– Hayır, analığım böyle şeyleri görmeye tahammül edemez. Saklamam gerek.
Minik Karga Ulduz’un eteğinde çırpınıyordu. Gagasını açıyor, yavaşça ellerini tutup bırakıyordu. Küçücük gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Ayakları inceydi, tıpkı Ulduz’un küçük parmağı gibi. Tüyleri yumuşaktı; annesininki gibi kalın değildi. Annesinden daha güzeldi de.
Anne Karga:
– Peki nereye saklayacaksın?
Ulduz hiç düşünmemişti bunu. Düşünmeye başladı. Neresi vardı? Hiçbir yer.
– Çalıların çiçeklerin arasına saklarım.
– Olmaz. Analığın görür. Üstelik, çiçekleri sularken yavrum ıslanır ve üşütür.
– Nereye saklayım öyleyse?
Anne Karga oraya buraya bakındı:
– Merdiven altı daha iyi.
Çatı merdiveni uygundur. Küçük kentlerde ve köylerde bu merdivenlerden çok olur. Merdiven altı kuş yuvası olmuştu.. Minik kargayı oraya bıraktılar. Kedi gelip kapmasın ve analık farketmesin diye kapısını sıkıca kapadılar. Kapının altında küçük bir delik vardı ve minik karga buradan nefes alabilirdi.
Ulduz Anne Karga’ya:
– Anne Karga, adı ne?
– Bay Karga de ona.
– Erkek mi?
– Evet.
– Erkek olduğu neresinden anlaşılıyor? Bütün kargalar birbirine benziyor.
– Siz böyle düşünüyorsunuz. Biraz dikkat edersen erkeğin dişiden farklı olduğunu anlarsın. Başlarından, yüzlerinden belli olur.
Bir süre daha dereden tepeden konuşup ayrıldılar. Ulduz odaya girdi, uzanıp gözlerini kapadı. Analığı uyandığında Ulduz hâlâ uykuda olduğunu gördü. Ama aslında Ulduz uyumamıştı. Uykusu gelmiyordu. Bay Karga’yı düşünüyordu. Göz ucuyla analığına bakıyor ve için için gülüyordu.

Lezzetli Örümcekler

Aradan birkaç gün geçti. Ulduz’un keyfine diyecek yoktu. Babası ve analığı şaşırıyorlardı bu duruma. Bir gece analığı babasına “Bu çocuğun nesi var bilmem. Hep gülüyor, hep dansediyor, havalarda uçuyor. İşin aslını anlamam gerek” dedi.
Ulduz bu sözleri duyunca “Daha dikkatli olmalıyım” diye geçirdi içinden.
Günde iki üç kez Bay Karga’nın yanına uğruyordu. Bazen evde kimse olmayınca Bay Karga’yı yuvadan çıkarıyor, oyun oynuyordu. Ulduz dil öğretiyordu ona. Zaman zaman Anne Karga da geliyor, çocuğuna bir şeyler getiriyordu: Bir parça et, sabun ve benzeri şeyler. Birkaç kez de örümcek getirmişti. Anne Karga’nın gagasına sıkışan örümcekler çırpınıyorlar ama kurtulamıyorlardı. Ne kadar da uzun bacakları vardı! Ulduz korktu onlardan. Anne Karga:
– Korkma canım, bak, yavrum nasıl yiyor onları.
Gerçekten de Bay Karga iştahla yuttu onları. Sonra gagasını birkaç kez sağdan soldan yere sürttü :
– Anneciğim, yine getir bunlardan. Çok lezzetliydi.
– Peki.
Ulduz:
– Bizim mutfakta bunlardan çok var. Getiririm sana.
Bay Karga yutkunup teşekkür etti.
O günden sonra Ulduz orada burada dolaşıyor, örümcek avlıyor, gömleğinin cebine koyup, örümcekler kaçmasın diye düğmesini ilikliyor, bir fırsatını bulunca da götürüp Bay Karga’ya veriyordu. Elbette bunlar onun için yemekten sayılmazdı. Şeker horozu, kuruyemiş, pasta gibi şeylerin yerine geçiyordu. Anne Karga, yaşayan bir varlığın yemek yemezse mutlaka öleceğini söylemişti. Hiçbir şey onu canlı tutamazdı. Yemekten başka hiçbir şey.
Bir gün öğle yemeğinde analık, eli ayağı kırılmış birkaç örümceğin sofrada yürüdüklerini gördü. Ulduz cebinden kaçdıklarını anladı. Yüreği küt küt atmaya başladı. Önce onları toplayıp cebine koymak istedi ama belli etmemenin daha doğru olacağını düşündü. Analığı örümcekleri ayaklarından tutttuğu gibi dışarı attı ve tehlike geçmiş oldu.
Yemekten sonra Ulduz kalan örümcekleri vermek üzere Bay Karga’nın yanına gitti. Önceki örümceklerden bir ikisini de yine avlu kenarında bulmuştu. Bay Karga’nın ağzına vermek için örümceklerden birini iki parmağıyla tuttu. Bunu Anne Karga’dan öğrenmişti. Nasıl da gagasının ucuyla yemeği yavrusunun ağzının koyuyordu.
Bay Karga örümceği tam yiyecekken birden irkildi ve başını çekerek “Ulduzcuğum, yemeyeceğim.” dedi.
– Ne oldu, minik kargam?
– Tırnaklarına bak, ne halde!
– Nesi var tırnaklarımın?
– Uzun, kirli ve siyah. Çok özür dilerim Ulduz Hanım, ama ben böyle yemek yiyemem? Anlıyor musun Ulduz Hanım?
– Anladım. Kusurumu yüzüme karşı söylediğin için çok teşekkür ederim. Bundan böyle ben de kirli tırnaklarla yemek yemeyeceğim. İnan bana.

Balık Kavgası ve Anne Karga’nın İdam Kararı

Havuzda birkaç minik kırmızı balık vardı. Altıncı ya da yedinci gün Ulduz balıklardan birini kâseyle alıp Bay Karga’ya yedirdi. Bay Karga’nın yediği ilk balıktı. Annesinden balık avlayıp yutmanın çok zevkli olduğunu işitmişti işitmesine ama nasıl olacağını görmemişti. Annesi Ulduz’un analığı gibi değildi, çok şey biliyordu. Neyin yavrusu için kötü veya iyi olduğunu anlıyordu. Bay Karga kötü bir şey isteyecek olsa, azarlamıyor “Yavrucuğum, bunu sana getirmem. Çünkü filan zararı var. Çünkü falan şeyi yersen güzel ötemezsin, çünkü sesin kısılır, çünkü…” diyordu.
Her şeyin nedenini söylüyordu. Ama analık böyle değildi. Hep öfkeyle “Ulduz onu yapma, bunu yeme, oraya gitme, böyle yapma, öyle yapma, düz otur, yüksek sesle konuşma, niçin fısıldıyorsun?” gibi şeyler diyordu. Analık hiçbir zaman, örneğin neden yüksek sesle konuşmaması gerektiğini, niçin öğleyin uyuması gerektiğini anlatmıyordu. Önceleri Ulduz bütün annelerin analığı gibi olduğunu sanıyordu. Anne karga’yla tanışıp dost olduktan sonra düşüncesi de değişti.
Ertesi gün analığı balıklardan birinin yok olduğunu anladı. Sesi ayyuka çıktı tabii. Öğle yemeğinde kocasına ” Bu karganın işi. Hani hep havuz kenarına sabun çalmaya gelen karga var ya. Bir de yüzsüz ki. Bir yakalarsam, asacağım, idam edeceğim onu!” dedi.
Anne kargaya kötü kötü küfürler etti. Ulduz sesini çıkarmadı. Bir şey söylese, analığı kargayla arasındaki ilişkiyi anlardı. Hele hele önceki gün nerdeyse havuz kenarında suçüstü yakalanacaktı.
Babası:
– Aslında kargalar pis hayvanlar ve hırsızlar. Hayatımda hırsızlık yapmayan bir karga görmedim. Aman dikkatli ol. Yoksa havuzda bir tane balık bile bırakmaz.
– Evet, dikkatli olmalıyım. Bir kere tadını aldı ya artık hepsini yakalamak ister.

Anne Karga Çok şey Biliyor ve Ölümden Korkmuyor

Öğleyin Anne Karga geldi. Herkes uyuyordu. İkisi başbaşa dut ağacının gölgesine oturdular. Ulduz olanı biteni anlattı. Anne Karga:
– Hiç düşünme. Analığın beni yakalamaya kalkarsa, gözlerini oyarım.
Sonra Bay Karga’yı yuvasından çıkardılar. Bay Karga konuşmaya başlamıştı. Tabii Ulduz gibi, Anne Karga gibi değil ama, yine de konuşması fena değildi. Biraz çalı çırpı arasında zıpladı, oraya buraya gitti, kanat çırptı, sonra gelip annesinin yanına oturdu. Anne Karga ona gagasıyla bitleri nasıl yakalayıp öldüreceğini öğretti.
Anne Karga’nın sol kanadı altında bir yara vardı. Yarayı Ulduz’a ve oğluna gösterip “Bu yarayı kırk elli sene önce aldım. Sabun aşırmaya gitmiştim. Sabuncu değneğiyle vurup yaraladı beni. Yaramın geçmesi tam beş yıl sürdü. Kır meyvaları bulup yedim ve sonunda iyileştim.” dedi.
Ulduz Anne Karga’nın kültürü karşısında hayret ediyordu. Onun gibi bir annesinin olmasını istiyordu. Kendi annesini hatırlamıyordu. Sadece bir kez analığından bir annesi olduğunu işitmişti. Bir gün babasıyla analığı kavga ediyorlardı. Analığı “Kızını da götür köye, bırak anasına. Ben artık hizmet edemem ona. Bugün yarın çocuk sahibi olacağım ben!” demişti.
Gerçekten de analığının karnı burnuna gelmiş, doğum vakti yaklaşmıştı.
Bir iki defasında da Ulduz’un amcası annesi hakkında bir şeyler söylemişti ona. Amcası zaman zaman şehre iner ve onlara uğrardı. Ulduz’un bildiği tek şey, annesinin köyde yaşadığı ve onu sevmesiydi. Onun hakkında başka bir şey bilmiyordu.
O gün anne karga Ulduz’u öptü, yavrusunu öptü ve kargalar kentine gitmek üzere uçup dam kenarına kondu. Ulduz:
-Öteki çocuklarına ve Baba Karga’ya selam söyle.
Sonra aklına geldi. Çocuklarına da hediye gibi bir şeyler göndermeliydi. Gömleğinin cebinde bir emzik vardı. Analığı almıştı ona. Çıkardı emziği, dama çıktı, Anne Karga’ya verdi çocuğuna götürsün diye. Anne Karga uçtu , bir kavak dalına kondu. Ulduz’a dönüp gak gak öttü, uçup gözden kayboldu.

Yaşar’la Görüşme

Ulduz damda duruyor ve uzaklara bakıyordu. Birden analığından habersiz dama çıktığını anımsadı. Biraz korktu. Avluya ve çevredeki evlere bakındı. Gerçekten de dam ne kadar güzeldi! Sol taraftaki komşunun avlusuna bakıyordu. Burası Yaşar’ın eviydi. Birden Yaşar ayaklarının ucuna basa basa avluya çıktı, her zaman boş olan köpek kulübesinin bitişiğine oturdu. Yaşar iki yaş büyüktü Ulduz’dan. Akıllı ve sevimli bir çocuktu. Yaşar’ın görmesi için Ulduz ne yaptı ne ettiyse, olmadı. Sesini de yükseltemiyordu. Umudunu yitirmek üzereydi ki Yaşar başını kaldırdı ve onu gördü. Önce şaşırdı ama sonra sevinerek duvar dibine gelip “Ne yapıyorsun orada Ulduz?” diye sordu.
– Canım sıkılmıştı; dama çıkıp etrafa bakınayım dedim.
– Analığın nerede?
Ulduz her şeyi unutmuştu. Bunu duyar duymaz Bay Karga’yı avlunun ortasında unuttuğunu anımsadı. Analık uyanmış olabilirdi. İşte o zaman vay başına geleceklere! Yaşar’ın yanından ayrılıp bir çırpıda aşağı indi. Bay Karga’yı götürüp yuvasına koydu. Tam kapısını kapatırken analığın sesi yükseldi:
– Ulduz, hangi cehenneme kayboldun? Neden cevap vermiyorsun?
Ulduz’un yüreği boşa gitti. Önce bir şey diyemedi; sonra toparlandı ve “Buradayım anne, çiş yapıyorum” dedi.
Analık sesini çıkartmadı ve tehlike atlatılmış oldu.

Anne Karganın İdamı

Ertesi sabah Ulduz uykusundan sıçradı. Anne Karga gak gak ötüyor ve yardım istiyordu. Sanki birini boğazlıyorlardı. Ulduz bir koşuda avluya çıktı. Dut ağacının altında analığını gördü. Anne Karga’yı ağaca asmıştı. Zavallı hayvan gak gak ötüyor, analık da elinde sopa kargayı dövüyor, sövüp sayıyordu. Analığın yüzü yara bere içinde kalmış, yüzünden kan damlıyordu. Karga kanat çırpıyor ve gak gak ötüyordu. Ayaklarından asılmıştı.
Ulduz göz açıp kapayana kadar analığına doğru koştu, ayaklarına sarılıp ısırdı. Analık çığlık attı: “Aaaahh!” Ulduz’u kendinden uzaklaştırırken kulak tozuna bir tokat aşketti. Ulduz yere düşerken başı taşa çarptı; bayıldı ve artık hiçbir şeyi anlamadı.

Ulduz’un Kâbusu

Öğleyin Ulduz gözlerini açtı. Birkaç komşu da gelmişti. Analığı başucuna oturmuş, şurup kaşığıyla Ulduz’u ilaç içirtiyordu. Alnını ve bir gözünü beyaz bir mendille sarmıştı. Ulduz’un gözleri kararıyordu. Sonra bir bir oradakileri tanıdı. Yaşar’ı da gördü. Annesinin yanına oturmuş, gözlerini ona dikmişti.
Analık Ulduz’un gözlerini açtığını görünce “Yarabbi çok şükür! Gözlerini açtı. Artık ölmeyecek. Ulduz!..Konuş!…” dedi.
Ulduz konuşamıyordu. Başını analığına çevirdi. Ansızın her taraftan Anne Karga’nın sesi yükseldi. Ulduz çılgınlar gibi sarıldı analığının saçlarına ve bangır bangır bağırdı. Ama başı o kadar ağrıdı ki elinde olmadan elleri gevşedi, sesi kesildi. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı:
– Anne Karga… nerede? .Nerede?… Anne Karga… nerede? Minik kargaya ne oldu?.. Anne… Anne…
Yaşar hepsinden önce koştu yanına. Herkes bir şeyler söylüyor, onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Ama Ulduz hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Analık şefkat gösteriyor, yumuşak yumuşak konuşuyor ” Ağlama Ulduzcuğum, ilacını içersen çabuk iyileşirsin ” diyordu.
Artık Ulduz ağlamaktan yorulup uykuya daldı. Rüyasında Anne Karga’yı dut ağacına asılmış gördü. Boğulmak üzereydi. “Ulduz, ben gittim. Unutma sözlerimi; korkma!” diyordu. Ulduz ağaca koştu. Birden ağacın arkasından analığı belirdi. Tekme tokat onu dövecekti ki Ulduz bir çığlık attı ve korku içinde uyandı, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Bu kez odada yalnız babasıyla analığı vardı. Yine uykuya daldı. Kısa bir süre sonra aynı düşü gördü ve çığlık çığlığa uyandı. Gece boyunca hep uykusundan sıçradı, uykuya daldı. Bir keresinde gözünü açtığında, vakit geceydi ve doktor muayene ediyordu. Doktorun babasına “Yarası önemli değil. Yakında iyileşir. Ama çocuk çok korkmuş. Yüreği küt küt atıyor. Bir şeyden çok korkmuş. Şimdi ona bir iğne yapacağım. Sakinleşip uyuyacak.” dediğini işitti.
Ulduz “Ben acıktım” dedi.
Analık süt getirdi. Ulduz sütünü içtikten sonra doktor iğnesini vurdu, çantasını alıp çıktı.
Ulduz tavana bakıyor ve konuşmuyordu. Babasıyla analığının konuşmalarını dinlemek istiyor ama bir şey işitmiyordu. Derken hemen uyudu.

Bay Karga’nın Üzüntüsü ve Anne Karga’nın Yakalanışı

Ertesi sabah Ulduz Bay Karga’yı anımsadı. Elleri titredi ve çayını yatağa döktü. Analık gözlerini devirdi ama bir şey demedi. Babası ayaktaydı. İşe gitmek için pantolonunu giyiyordu. Ulduz ayağa kalkmak, Bay Karga’nın yanına gitmek istiyordu ama bu akıllıca bir iş olmazdı. Bay Karga’nın başına neler geldiğini, Anne Karga’nın hem de sabahın köründe analığa nasıl yakalandığını bilmiyordu. Analık yüzündeki mendili çözmüştü. Kaşında ve alnında Anne Karga’nın gaga izleri kalmıştı.
Babası gidince analık “Ben Yaşar’ın annesine gidiyorum, erken dönerim. Epeydir hamama gitmedim. Bu defa seni yanımda götüremem. Gidip bakayım bir, Yaşar’ın annesi benimle hamama gider mi?” dedi.
Analık bayağı bayağı şefkatli biri olmuştu. Ulduz’la böyle konuşmazdı hiç. Ama Ulduz onunla konuşmak istemiyordu; nefret ediyordu ondan. Birden aklına bir şey geldi:
– Anne, madem ki sen hamama gidiyorsun, Yaşar’a söyle de buraya gelsin. Tek başına canım sıkılıyor.
Analık biraz suratını buruşturdu:
– Yaşar okuluna gidiyor.
Ulduz bir şey demedi. Analık gidince Ulduz ayağa kalkıp Bay Karga’nın yanına gitti. Zavallı Bay Karga gübrenin üstüne büzülmüş, ağlıyordu. Ulduz’u görünce:
– Oh, sonunda gelebildin!
– Seni yalnız bıraktığım için özür dilerim.
– Şimdi yiyecek bir şeyler getir, sonra konuşuruz. Çok acıktım, çok susadım.
Ulduz gidip yiyecek ve su getirdi. Bay Karga birkaç lokma yedikten sonra:
– Senin de annemin ardından gittiğini düşündüm.
– Annen nereye gitti?
– Hiçbir yere. Analığın o kadar dövdü ki sonunda öldü. Sonra ya çöplüğe attı ya da başka bir yere.
Ulduz ağlamasını keserek:
– Ne kötü bir son! Şimdi köpekler vücudunu paramparça edip yemişlerdir.
Bay Karga:
– Mümkün değil, çünkü biz kargaların eti acı olur. Köpekler burunlarını bile yaklaştıramaz etimize. Cesedimiz yerde kalmaktan çürür ve dağılır gider. Şimdi annem ya bir çöplükte ya da başka bir yerde çürümeye bırakılmıştır.
Ulduz tutamadı kendini ve ağlamaya başladı. Bay Karga da ağladı. Sonunda Ulduz:
– Şimdi analık gelir. Bizi görür. Ben gidiyorum. Analık hamama gittikten sonra gelirim yanına.
Yuvanın kapısını kapattıktan sonra gidip yorganı çekti üstüne. Analık geldi, bohçasını alıp gitti. Ulduz gönül rahatlığıyla karganın yanına gitti. Güneş tepeye kadar gelmişti. Yuvanın içine de güneş girsin diye yuvanın kapısını açtı.
Bay Karga kanatlarını çırptı, gagasını sağdan sola yere sürttü:
– Sahi Ulduzcuğum, özgürlük güzel bir şey.
Ulduz bir ah çekti:
– Anne Karga’nın sabah sabah niçin geldiğini anladın mı?
– Anladım.
– Bana söyleyebilir misin?
– Doğrusunu istersen, bana uçma öğretmeye gelmişti. Güneş doğar doğmaz yanıma geldi. “Bugün uçma günü. Kardeşlerini uçma öğretmeye götüreceğim. Sen de gel. Sonra geri getiririm seni.” dedi. Ben de anneme “Ulduz ne olacak? Haber vermeyecek misin?” diye sordum. Annem “Haber vereceğim” dedi. Yuvanın kapısını kapayıp sana haber vermeye gitti. Bir süre beklediyse de sen dışarı çıkmadın. Ben yuvadaydım. Birden “Yakala, bağla” sesleri duydum. Annem çığlık attı “Gak!..Ga..k!”. Yüreğim ağzıma geldi. Annem “Bizim bu kentte yaşama hakkımız yok mu? Neden istediğimiz kişilerle açıkça dostluk kurmayalım?” derdi. Kapının altındaki delikten bakınca, analığın annemi eleğin altına kıstırdığını gördüm. Annemin sözlerinden bir şey anlamadığı belliydi.
Ulduz’un sabrı tükenmişti. Aceleyle sordu:
– Sonra ne oldu?
– Sonra annemi iple bağladı, dut ağacına astı. Annem birden atılıp analığın yüzünü gagaladı. İşte o zaman analık çıldırdı ve değnekle annemi dövmeye başladı.
– Anne Karga başka bir şey demedi mi?
– Dedi tabii. “Ey akılsız analık! Kargaların hırsızlıktan hoşlandıklarını mı sanıyorsun? Kendi karnımı, çocuklarımın karnını doyurabilecek kadar yiyeceğim olsa, hırsızlık yapar mıydım hiç? Aklımdan zorum mu var? Karnınızı doyurunca herkesi kendiniz gibi tok sanıyorsunuz” dedi.
Bay Karga sustu. Ulduz ağlamasını keserek:
– Sonra ne oldu?
– Sonra sen dışarı çıktın. Üstünde bir gömlekle… Gerisini sen de biliyorsun.
İkisi de bir süre sustular. Ulduz:
– Mademki Anne Karga öldü gitti, şimdi ne yapacağız?
– Benim uçmayı öğrenmem gerek.
– Doğru. Ben hep kendimi düşünüyorum.
– Keşke babam, erkek ve kızkardeşlerim, büyükannem nerede olduğumuzu bilselerdi!
– Evet, yardım ederlerdi bize.
– Hatırlıyor musun, annem, birkaç güne kadar uçmayı öğrenmezsem öleceğimi söylemişti?
– Evet, hatırlıyorum.
– Sen tam hesabını biliyor musun?
Ulduz parmak hesabı yaptı:
– Altı günden fazla zamanımız yok.
– Sence ne yapmalıyız?
– Seni Yaşar’a vereyim mi, götürsün seni kıra, uçma öğretsin?
– Yaşar kim?
– Bizim sol taraftaki komşu.
– İyi bir çocuksa, diyecek sözüm yok.
– İyiliği bir yana sır da saklar. Ama nasıl haber vereceğiz ona?
– Şimdi dama çık. Gelip beni götürmesini söyle.
– Şimdi olmaz; okula gitti.
– Okula mı? Yaz tatilinin bitmesine daha birkaç gün var.
– Doğru diyorsun. Analık kandırdı beni. Şimdi okullar tatil. Ben dama çıkıyorum; sen burada bekle.
Daha ikinci basamaktayken sokaktan bir ayak sesi geldi. Ulduz Bay Karga’yı hemen yuvasına götürüp kapısını kapattı. Sonra odasına gidip yorganı üstüne çekti ve gözünü avluya dikti.

Ev Yasak Bölge Oluyor

Bir köpek havlaması duyuldu. Kapı gıcırdadı ve babası içeri girdi. Sonra da babasının küçük kardeşi olan amcası. Arkalarından da bir karabaş köpek. Köpeğin ipi amcasının elindeydi. Babası:
– Bir daha buraya karga marga gelemez.
Amcası:
– Kış gelince alır götürürüm onu.
– Tamam. Kış gelince bizim de köpeğe ihtiyacımız kalmaz.
– Ulduz nerede? Yengeyle birlikte mi gitti?
– Hayır, hasta yatıyor.
Köpeğin ipini dut ağacına bağlayıp odaya girdiler. Ulduz amcasını severdi. Çünkü annesinin köyünden geliyordu.
Amcası Ulduz’un halini hatırını sordu ama annesinden hiç söz etmedi. Babası onun yanında ilk karısından bahsedilmesinden hoşlanmazdı.
Amcası babasına dönerek:
– Daireye dönmüyor musun?
– Hayır, izin aldım. Vakit de geç oldu zaten.
Sonra tekrar köpekten, kargalardan söz açıldı. Babası durmadan kargaları kötülüyordu. Örneğin “Kargalar pis ve korkak hırsızlardır. Gelir hırsızlık yaparlar, ama birinin eğilip taş veya başka bir şey aldığını görünce hemen kaçarlar.” diyordu.
Öğle vaktini geçmişti. Analığı geldi. Köpek ilkin hırladı ama amcası pencereden bağırınca, sesini kesti.
Analığı amcasından yüz alıyordu. Amcası da onun yanında başını öne eğiyor ve yengesinin yüzüne hiç bakmıyordu. Ulduz sessiz sedasız oturmuş, gözlerini amcasına dikmişti. Birden “Amca, köpeğini de yanında götüremez misin?” deyiverdi.
Babası irkildi. Amcası Ulduz’a dönüp sordu:
– Neden götüreyim?
Ulduz kekelemeye başladı. Ne diyeceğini bilmiyordu.
– Ben… ben korkarım.
Babası:
– Hadi velet, poz yapma!
Amcası:
– Korkma canım, iyi bir köpek o. Seni ısırmamasını söylerim.
Babası:
– Boş versene; insan lafı dinlemez o. Köpeklerden beter ısırır insanları. Şu pis hayvanlardan ne iyilik gördüyse, işi gücü hırsız kargaları yakalamak!
Artık Ulduz hiçbir şey diyemedi. Yorganı başına çekip uyudu. Uyandığında amcasının gitmiş olduğunu , köpeğin avluda havlayıp kargaları kaçırttığını gördü.
O günden sonra ev yasak bölge haline geldi. Hiçbir karga avluya gelemedi. Hatta Ulduz bile avluya korku içinde, tir tir titreyerek çıkıyordu. Bir defasında Bay Karga’ya bir parça koyun eti götürüyordu. Karabaş elinden eti kapıp yedi ve Ulduz çığlık çığlığa içeri kaçtı.

Kaygı, açlık ve korku dolu zor günler

Ulduz yatağından kaltı. Analığın alnındaki yara çabuk iyileşti ama Ulduz’un başındaki yaranın iyileşmesi çok sürdü. Analığın davranışları yine değişmişti. Ulduz’a eskisinden daha kötü bağırıyordu. Hâlâ bacaklarında Ulduz’un diş izleri duruyordu.
Bay Karga’nın durumu iyiden iyiye kötüleşmişti. Hep açlık çekiyordu. Ulduz ne kadar çaba gösterse de zamanında yemeğini, suyunu veremiyordu. Karabaş dört gözle her tarafı kolluyor, her yabancı sese havlıyordu. Ulduz’un ve Bay Karga’nın tek umudu Yaşar’dı. Yaşar yardım etse, işler yoluna girerdi. Ama ona nasıl haber vereceklerini bilmiyorlardı. Ulduz köpekten korktuğu için dama da çıkamıyordu. Karabaş izin vermiyor, havlamaya başlıyordu. Isırabilirdi de. Durmadan avluyu dolaşıyor ve kokluyordu.
Yaşar’ın annesi zaman zaman onlara gelirdi ama ona bir şey söylemek de mümkün değildi. Onun analığın sağ kolu olmadığı ne malum? Bu devirde insanlara öyle kolay kolay güvenilmez. Üstelik analık onu kimseyle başbaşa bırakmıyordu.
Günler günleri kovaladı, perişanlık ve kaygı dolu beş gün geçti. Bir günlük zamanları kalmıştı. Ulduz o gün Bay Karga’yı uçurtmalıydı, yoksa ölecekti. Ama nasıl uçurtmalıydı? Bunu bilmiyordu.
Sonunda bir fırsatını bulup Yaşar’ı gördü. O gün analık düğüne gidecekti. Ulduz:
– Anne, ben köpekten korkuyorum. Evde yalnız kalamıyorum.
Analık suratını ekşitti, elinden tutup Yaşar’ın annesine götürdü. Yıldız için için seviniyordu. Yaşar’ı evde göremeyince annesine sordu:
– Yaşar nerede?
– Okula gitti canım. Dün okullar açıldı ya.
Ulduz oturup Yaşar’ı bekledi.

Bay Karga’yı Kurtarma Planı

Öğlen olunca Yaşar koşa koşa geldi. Ulduz’u görünce yüzü kızardı ve selam verdi. Ulduz selamını aldı. Yaşar’ın süt çocuğu olan bir kızkardeşi vardı. Uyutmak için annesi emziriyordu onu. Ulduz Yaşar’la avluya çıktı.
Ulduz üzgün bir halde yavaşça :
– Yaşar, ne oldu biliyor musun?
– Hayır.
– Bay Karga ölmek üzere.
– Hangi Bay Karga?
– Benim Bay Karga canım.
– Senin kargan da mı vardı?
– Evet, var. Ne yapacağız şimdi?
Yaşar heyecanla:
– Nerden buldun?
– Sonra anlatırım, şimdi ne yapacağımızı söyler misin?
– Açlıktan ölmek üzere mi?
– Hayır.
– Yaralı mı?
– Hayır.
– Peki niye ölmek üzere?
– Uçamıyor. Karga uçamazsa, mutlaka ölür.
– Ver bana, uçmayı öğreteyim.
– Merdiven altına sakladım.
– Analığın haberi var mı?
– Farkederse, öldürür onu.
– Bir oyun oynamalıyız.
– Önce köpeği aradan çıkarmalıyız; duymuyor musun sesini?
– Duyuyorum. Köpek Bay Karga’yı kaçırmamıza fırsat vermez. Bir iki gün süre tanı. Bir düşünüp plan yaptıktan sonra onun işini bitireyim.
– Zamanımız yok. Bay Karga’yı bugün kaçırmalıyız. Yoksa ölür. Anne Karga dedi bana.
Yaşar heyecanlanmıştı. İşin sorunlu olduğunu hissediyordu. Hemen sordu:
– Anne Karga da kim?
– Bay Karga’nın annesi. Bunları sonra anlatırım. Şimdi bir şeyler yapmalıyız ki Bay Karga ölmesin.
– Öğleden sonra okula gitmem. Habersizce gider Bay Karga’yı kaçırırız.
Öğle yemeğinde ekmek, peynir ve yeşillik yediler. Yemekten sonra Yaşar’ın babası işine gitti. Annesi de emzikte olan çocuğuyla uyudu. Yaşar:
– Ulduz’la ben uyumayacağız. Ödevim var.
Annesi onu yalnız bıraksın diye Yaşar bazen böyle yalanlar söylerdi.

Bay Karga’nın Hapisten Kurtarılması

Bir süre sonra ikisi de gidip basamaklardan dama çıktılar. Oraya buraya bakındılar. Karabaşı salmışlardı. O da gidip Bay Karga’nın yuvasının kapısına sırtını verip uyumuştu. Yaşar:
– Ben aşağı inip kargayı getireceğim.
– Köpeğin kapıda uyuduğunu görmüyor musun?
– Sahi. Zavallı Bay Karganın şu haline bak!
– Çok korkacağını sanmam. Yürekli kargadır.
– Ne yapalım şimdi?
– Düşünüp bir hile yapalım.
– Şimdi düşünüp bir plan yaparım…
Analığın sirke küpü damın bir ucunda duruyordu. Analık, düşmesin diye küpün etrafına taş dizmişti. Yaşar’ın gözü taşlara ilişti. Birden:
– Gel hadi, köpeği öldürelim.
Ulduz irkildi:
– Öldürelim mi?
– Evet. Öldürürsek, sonsuza kadar elinden kurtulmuş oluruz.
– Ben korkuyorum.
– Ben öldürürüm.
– Günah değil mi?
– Günah mı? Bilmem. Günahın ne demek olduğunu bilmiyorum. Sanırım başka çare yok. Biz kimseye kötülük etmiyoruz ki günah olsun.
– Köpek amcama ait.
– Olsun. Amcan neden getirip köpeğini bağladı buraya? Seni korkutup Bay Karga’yı hapsetmek için mi, ha?
Ulduz’un verecek yanıt bulamadı. Yaşar ayaklarının ucuna basa basa gidip büyük bir taş aldı getirdi. Ulduz’a:
– Evde kimse var mı?
– Anam düğüne gitti. Babamı bilmiyorum. Köpeğe acıyorum.
– Köpek öldürmekten zevk aldığımı mı sanıyorsun? Başka çaremiz yok.
Sonra bir basamak aşağı inip köpeğin tam başının üstüne geldi, sonra taşı kaldırıp birden aşağı bıraktı. Taş köpeğin başına düştü. Köpek kısık kısık inledikten sonra çırpınmaya başladı. Birden Ulduz’un babasının sesi yükselince geri çekilip saklandılar. Babası dışarı çıkınca köpeğin can çekişmekte olduğunu gördü.
Yaşar Ulduz’un kulağına fısıldadı:
– Haydi kaçalım. Şimdi baban taşı görürse dama çıkar.
– Kargayı salalım mı?
– Ben sonra gelirim.
İkisi de usulca inip odaya girdiler. Yaşar’ın kitaplarını önlerine koydular. Gören de onları ders çalışıyor sanırdı. Ama yürekleri küt küt atıyordu. Biraz da yüzlerinin rengi kaçmıştı. Damdan babasının sesi geliyordu. Sonra ses kesildi. Yaşar tek başına dama çıktı. Ulduz’un babası üstünü giymiş, köpeğin leşinin başında dikilmişti. Sonra köpeği bırakıp sokağa çıktı.
Yaşar birden hatırladı. Bir gün bir taş atmış, Ulduz’un evinin camını kırmıştı. Ulduz’un babası da şimdi olduğu gibi sokağa çıkmış, polis getirdikten sonra yaygarayı koparmıştı. Bunları düşünürken bir çırpıda aşağı indi. Önce Bay Karga’yı dışarı çıkardı:
– Ben Yaşar’ım. Seni kurtarmak için köpeği öldürdük.
Bay Karga sendeliyordu.
– Teşekkür ederim. Ama artık iş işten geçti.
– Neden?
– Annem bugün öğleye kadar demişti. Vakit geçti. O kadar açlık çektim ki uçacak takatim kalmadı.
Yaşar çok üzüldü. Nerdeyse ağlayacaktı.
– Ben sana uçmayı öğretirim.
– Vakit geçti dedim. Ulduz’a söyle, tüylerimden birkaçını koparıp saklasın. Daha sonra ne yapıp edip kargalar beni ve sizi ararlar.
Bay Karga bunları söyledikten sonra gagasını kapadı ve vücudu soğudu. Yaşar ağlamaya başladı. Birden aklına bir fikir geldi. Cinliğinden gözleri ışıldadı. Gülümsedikten sonra Bay Karga’nın cenazesini basamaklara bıraktı. Taşı da alıp mutfağın ortasına götürdü. Köpeğin leşini dut ağacının altına attı. Bir kova su getirdi. Kapı ve basamaklardaki kanı temizledi. Kovayı ters çevirip odanın ortasına bıraktı. Sonra Bay Karga’yı alıp kaçtı. Damda ayak izi bırakmaması gerektiğini anımsadı ve öyle yaptı.
Ulduz çok üzülmüştü. Ağlıyordu ama artık olan olmuştu ve yapılacak bir şey yoktu. Yaşar onu teselli etti:
– Durumun daha kötü olmamasını istiyorsan, sesini çıkarma. Kimse bir şey anlamamalı. Onların başına öyle bir bela gelecek ki ne yapacaklarını şaşıracaklar. Bugün öğretmenden bir şeyler öğrendim. Babanla analığını öyle korkutacağım ki kendi gölgelerinden bile korkar olacaklar.
Sonra Bay Karga’nın dediklerini ve kendi yaptıklarını Ulduz’a anlattı. Ulduz biraz kendine geldi. Bay Karga’nın tüylerinden birkaçını koparıp cebine koydu. Yaşar sonra gömmek üzere cenazeyi alıp bir yere gizledi.
Yaşar’ın annesi çocuğunu kucaklayıp uyumuştu.

Akıllı Çocuklar Cahil Anne ve Babayı İşletiyor

Çocuklar oturmuş beklerken ansızın bir gürültüdür koptu. Ulduz’un babası bağırıp çağırıyordu. Başka sesler de geliyordu. Yaşar’ın annesi uyanıp avluya koştu. Sonra döndü, çadurunu giyip dama çıktı. Ulduz’un babası deliye dönmüştü. Durmadan başını yumruklayıp bağırıyordu:
– Vah vah! Mahvoldum! Evime cinler dadanmış!… Artık burada kalamam ben!… İyi saatte olsunlar evime üşüşmüş! .. Yetişin yetişin!…”
Polisle birkaç adam başına toplanmış, onu yatıştırmaya çalışıyordu. Ulduz’un babası köpek leşini gösterip feryat ediyordu:
– Bakın şuna! Kim getirip buraya attı onu?.. Taşı kim kaldırıp götürdü?.. Kanları kim yıkadı?.. İyi saatte olsunlar evime dadanmış!… Önce gelip köpeği öldürdüler… Sonra.. vay anam! vay anam!..
Ulduz’la Yaşar merdiven kenarında durmuş, kulak kabartıyorlardı. Yaşar’ın annesi dama çıkmalarına izin vermiyordu. Çocuklar birbirine göz kırpıp için için babasının ve öteki adamların cahilliğine gülüyorlardı. Bu kadar adamı işlettikleri için neşeliydiler.
Babasını çeke çeke odaya soktular. Ama aniden herkesin korku çığlığı yükseldi:
– Vayy, aman Allahım!… İyi saatte olsunlar!..
Babası tekrar avluya koştu ve deliler gibi bağırıp çağırmaya, oraya buraya koşmaya başladı. Ters çevrilmiş kova herkese korku salmıştı. Yaşlı bir adam:
– İyi saatte olsunlar evine dadanmış. Evi arayın. Birisi cinci çağırsın. Biri de muskacı getirsin.
Babası yine bağırdı:
– Yardım edin bana! Mahvoldum ben!
Birisi Cinci Seyyidkuli’ye, biri de Muskacı Seyyid Mirza Veli’ye gitti. Yaşlı bir kadın cinleri kaçırsın diye koşa koşa evinden “Bismillah” levhası getirmeye gitti. İri ama eciş bücüş bir yazıyla “Bismillah” yazılı levha eski bir çerçeve içindeydi. İki adam çerçeveyi eline alıp besmele çeke çeke evin her yanını aramaya başladılar. Birden gözleri mutfağın ortasında duran kana bulanmış iri bir taşa ilişti. Korka korka taşı alıp avluya çıkardılar. Babası taşı görür görmez yine bağırmaya başladı:
– Vah vah! İyi saatte olsunlar bana bulaştılar… Eziyet etmek istiyorlar bana… Vah!… Ben ne günah ettim?…
Duvar kenarında duran Ulduz ile Yaşar bu sözleri duyunca gülmeye başladılar. Damdaki adamlar görmesin diye hemen odaya girdiler. Yaşar:
– Bekle şimdi, analığın gelsin; başına neler gelecek? Düğünü zehir olacak.
İkisi de kıs kıs güldü. Sesini kimse duymasın diye Yaşar eliyle Ulduz’un ağzını kapadı.
Kim haberi yetiştirmişse yetiştirmiş olacak ki analığı nefes nefese eve geldi. Kocasını görünce bayılıp avlunun ortasında yere yığıldı. Kadınlar onu sürükleye sürükleye sağdaki komşuya götürdüler. Yaşlı bir kadın:
– Önce cinci ile muskacı gelsin. Cinleri kovsunlar, kadıncağız hamile, sonra girsin evine.
Uzun sözün kısası, yarım saat sonra cinci ile muskacı geldi. Cinci bir leğeni ters çevirip önüne koydu. Tuhaf tuhaf şeyler söyledi. Ayna istedi. Leğenin altından acayip acayip sesler çıkardı ve sonunda:
– Ey iyi saatte olsunlar! İyi saatte olsunların padişahına yemin ederim, bu müslüman adamın evinden uzaklaşın, eziyet etmeyin ona!
Sonra kulağı kirişte, gözünü aynaya dikti ve Ulduz’un babasına:
– Bugün siftah etmemişler; bir elli Tümen ver de savayım şunları.
Ulduz’un babası pazarlık yaptı ve otuz Tümen verdi. Cinci parayı alıp elini leğenin altına soktu, çıkardı:
– Ey iyi saatte olsunlar, bu müslüman adamın evinden uzaklaşın, eziyet etmeyin ona! İyi saatte olsunların padişahına yemin ederim!
Bir süre sonra ayağa kalktı. Gülümseyerek Ulduz’un babasına:
– Neyse ellerini çektiler senin üstünden ve derhal gittiler. Bir daha gelmezler artık ama beni razı etmen şartıyla.
Babası rahat bir nefes aldı. Cinciye otuz Tümen daha verdi ve uğurladı. Sıra muskacıya gelmişti. Eciş bücüş yazısıyla, siyah ve turuncu mürekkeple birşeyler karaladı. Her kağıt parçasını bir köşeye gizledi. O da yirmi Tümen alıp gitti.
Analığı getirdiler. O sırada polisin ne zaman çekip gittiğini gören olmamıştı.
Akşam olunca Yaşar’ın annesi Ulduz’u evine götürdü. Babası ve analığı o kadar telaşlanıp korkmuşlardı ki o zamana kadar Yıldız’ın varlığını bile unutmuşlardı.

Kar, Soğuk, Boşluk ve Bekleyiş

Güz gelince kar ve soğuğu da beraberinde getirdi. Sonra kış başladı. Kar geldi, soğuklar bastırdı. Ulduz’un amcası köpeğini geri almak için geldiyse de eli boş ve sinirli olarak köyüne döndü. Köpeği için Ulduz’un babasıyla kavga etti.
Analığın korkusu hâlâ geçmemişti. Mutfak duvarları ve kapı el yazması ve matbu muskalarla, dualarla doluydu. Geceleri tek başına dışarı çıkmaya korktuğu için Ulduz’u da yanında götürüyordu. Ulduz’un bir zerre korkusu yoktu. Tek başına dışarı çıkıyor ve içinden analığına gülüyordu. Bay Karga’nın tüyünü radyo kutusuna saklamıştı. Yaşar’ı da çok az görüyordu. Yaşar Bay Karga’nın cenazesini iyi bir yere gömmüştü. Her gün okula gidiyor ve ders çalışıyordu. Arada bir kalem kaybetme yüzünden annesiyle tartışıyordu. Yaşar kalemini sık sık kaybeder ve bu yüzden annesi sinirlenerek “Hiç umursadığın yok. Baban binbir zorlukla bu kalemlerin parasını kazanıyor” diyordu.
Analığın karnı burnuna gelmişti. Komşu kadınlar ona “Bir iki haftaya kalmaz, doğurursun” diyorlar, analık da “Belki daha erken” diye yanıtlıyordu. Komşu kadınlar “İnşallah bu sefer yaşar” diyorlar, analığı da “İnşallah. Adaklar adadım, nezirler ettim. Mutlaka yaşayacak” diyordu.
Yaşar’ın babası sık sık işsiz kalırdı. Ameleliğe gitmezdi. O kadar kar yağardı ki sabah kalktığında kar pencerenin yarısına kadar yükselmiş olurdu. Serçeler kuru ayazdan donar ve sonbahar yaprağı gibi yere düşerlerdi.
Bir sabah babası dama iki karganın konduğunu gördü. Değneği alıp üstlerine yürüdü. Değnek darbesini alan iki karga da yere düştü. Ama ayaklarına vurunca soğuktan dondukları anladı. Ulduz çok üzüldü. Yaşar bu haberi birkaç gün sonra annesinden aldı. “Bay Karga’nın peşine gelmiş olmasınlar! Zavallılar!” dedi içinden.
Yaşar’ın annesi her sabah gelip analığa yardım ediyordu. Bulaşıkları yıkıyor, evi temizliyordu. Öğleye doğru da kendi evine gidiyordu. Gündüz hizmetçisiydi ve Ulduz onu çok seviyordu. Görünüşe bakılırsa, iyi bir kadındı. Bazen analık gidince Ulduz onunla birkaç söz etme, Yaşar’ın halini hatırını sorma ve ona selam gönderme fırsatı buluyordu. Diğer komşular da gidip geliyorlardı, ama Ulduz Yaşar’ın annesini herkesten daha çok seviyordu. Bununla birlikte onun yanında da bir şey belli etmemeye çalışıyordu. Sadece kargaları bekliyordu ve bir gün geleceklerinden emindi.
Babası her zamanki gibi daireye gidiyor, evine geliyordu. Bir gece babası, analığa “Ben çocuk istiyorum. Bu defa çocuğun yaşarsa, rahat etmen için Ulduz’u başka bir yere göndereceğim. Ama yine çocuğun ölü doğarsa, artık Ulduz’u yanımdan uzaklaştıramam.” dedi.
Analık çocuğunun canlı dünyaya geleceğinden umutluydu. Çünkü çok adakta bulunmuştu. Ulduz daha doğmamış bu çocuğu kıskanıyor ve onun ölü doğmasını istiyordu.

Adaklar Ölümü Engelleyemez- Anne Karga’yı Anış

Sonunda analık doğum yaptı. Çocuk canlıydı. İlaç karaç yaptılar, adaklar adadılar, dualar okudular, nazar boncuğu taktılar, mumlar adadılar; daha neler neler. Niçin? Çocuk ölmesin diye. Ama çocuk haftasında ölümün eşiğine geldi. Doktor çağırdılar. “Ana rahminde iyi gelişmemiş, hayatta kalması çok zor. Benim yapacağım bir şey yok.” dedi doktor.
Ertesi günü çocuk öldü.
Analık üzüntüsünden adamakıllı hastalandı. Gece gündüz demiyor “Çocuğumu iyi saatte olsunlar boğdu. Hâlâ yakamızı bırakmadılar. Bu yetmiyormuş gibi hasetlerinden çocuğuma nazar değdirdiler, çocuğumu öldürdüler” diyordu.
Yaşar’ın annesi gün boyu analığın yanında kalıyordu. Yaşar arasıra öğle yemeği için annesinin yanına geliyor ve Ulduz’la iki lakırdı ediyordu. Kargalardan hiç ses yoktu. Sadece zaman zaman gökyüzünden tek başına bir karga geçiyor ya da gak gak sesleri duyuluyor ve ses kayboluyordu. Kavak ağaçları bomboş kalmıştı. Ulduz Anne Karga’yı anımsıyordu. Nasıl da ince dallara konup gak gak ötüyor, kımıldanıyor ve ansızın uçup gidiyordu.

Kış Çetin Geçiyor

Kış çetin geçiyordu, çok çetin. Kısa zamanda kar avlunun ortasında duvar kadar yüksek bir tepecik oluşturdu. Gaz ve kömür bulunmaz oldu. Üç katı fiyatına da bulunmaz oldu. Yaşar’ın babası hep işsizdi. Annesi çalışmak için başka evlere çamaşırcılığa gidiyordu. Bazen inanılmaz haberler getiriyordu. Örneğin “Dün fakir bir aile soğuktan donmuş.” diyordu. Bir sabah ağlayarak geldi ve analığa “Geceleyin çocuğum kürsüde donup ölmüş” dedi.
Yaşar perişan oldu. Kardeşinin ölüm düşüncesi onu deli ediyordu. Ulduz’un yanında ağlayarak “Az daha soğuktan ben de donacaktım. Bizim kürsünün altı genellikle boş ve soğuktur. Kömür yok” dedi.
Ulduz onun gözyaşlarını silerek “Ağlama Yaşar. Yoksa ben de ağlayacağım.” dedi.
Yaşar ağlamayı bıraktı:
– Sabah babam anneme “Şu memlekette niçin falan filanın kömürü yok diyecek biri çıkmıyor?” diyordu.
– Baban çalışıyor mu?
– Hayır. Hep evde oturup düşünüyor. Arada sırada kar kürümeye gidiyor.
– Niçin iş aramaya çıkmıyor?
– İş yok diyor.
– Niçin iş yok?
Yaşar bir şey demedi.

Bahar Kokusu

Kar yağışı gittikçe azaldı. Bahar yüzünü gösterdi ve akarsular çözülüp akmaya başladı. Yeşillikler fışkırdı, çiçekler çoğaldı. Kış birçok kişiyi öldürmüş, birçoğu da bütün zorluklara karşı hayatta kalmıştı.
Yaşar’ın annesi soğuk ve boş kürsüyü kaldırdı, pencereyi açtı. Babası da on yirmi kişiyle birlikte Tahran’a gitti. Tuğla fırınlarında çalışmak için. Evde Yaşar’la annesi yalnız kaldı. Öteki yıllarda olduğu gibi.
Analık yeni yeni iyileşmişti. Ulduz’u görmeye tahammül edemiyordu. Ulduz çoğu zaman Yaşar’ın evindeydi. Analık da artık bir şey demiyordu. Babası Ulduz’a sevgi gösteriyordu. Ama Ulduz ondan da hoşlanmıyordu. “Bu yıl seni okula göndereceğim” diyordu.

Kargaların Dilini Kim Bilir?

Mayıs ayı geldi. Yaşar yıl sonu sınavlarına giriyordu. Bir gün Ulduz’a:
– Dün okulun çevresinde dolaşan iki karga gördüm.
Ulduz yerinden sıçradı:
– Eee, sonra?
– Sonra ben sınıfa girdim. Matematik sınavım vardı. Dışarı çıktığımda, baktım, yoklar.
Ulduz yavaşça yerine oturdu. Yaşar:
– Üzülme. Eğer bizim kargalarsa, döneceklerdir.
– Konuştunuz mu?
– Fırsat olmadı. Zaten ben kargaların dilini bilmemki.
– Bilirsin mutlaka.
– Nerden anladın?
– Çünkü şefkatlisin, çünkü temiz bir kalbin var, çünkü her şeyi kendin için istemiyorsun, çünkü analık gibi değilsin.
– Bunları nereden öğrendin?
– İyi çocukların hepsi kargaların dilini bilir. Anne Karga söylüyordu; uydurmuyorum.
Yaşar bu habere sevindi. Sevincinden Ulduz’un elini iki eli arasına alıp sıktı:
– Nasıl oldu, anlamadım, o gün Bay Karga ile konuşabildim. Hiç aklımda değil.

Kargaların Dönüşü

Aradan iki üç gün geçti. Yaz yaklaşıyor, hava ısınıyordu. Büyükler yine öğle vakti uyumak istiyor, öğle yemeğini yediler mi yatıyorlardı. Çocukları da zorla yatırıyorlardı.
Bir gün Yaşar son sınavını vermiş, eve dönüyordu. İlkokuldan biraz aşağıda mesçit vardı. Mesçitin önüne bir dut ağacı dikilmişti. Dut ağacının altından biri Yaşar’ın adını söyledi. Sokak boştu. Yoluna devam etmek isterken ardından yine seslendiler: Yaşar!

Yaşar geriye döndü. Birden gözü dut dalına konmuş, gülümseyen iki kargaya ilişti. Yüreği küt küt atmaya başladı:
– Kargalar, siz beni nereden tanıyorsunuz?
Kargalardan biri ince sesiyle:
– Yaşar Bey, sen Ulduz’un arkadaşı değil misin?
– Evet, arkadaşıyım.
Öteki karga kalın sesiyle:
– Doğrusu, annemiz seni görmemişti ama Ulduz senden bahsetmişti annemize. Seni bulmak için ne zamandır okulları dolaşıyoruz. Önce Ulduz’u görmek istemedik. Büyükannemiz tembihlemişti. Ulduz nasıl?
– Onu unutmuş olmanızdan korkuyor Bay Karga.
Kalın sesli karga:
– Özür dilerim, biz kendimizi tanıtmadık. Ben, sizin yanınızda olan ve sonra ölen Bay Karga’nın erkek kardeşiyim. Bu da kızkardeşim. Ona Bayan Karga deyin.
Bayan Karga:
– Bizim bir erkek kardeşimiz daha vardı. Soğuktan donarak öldü. Babamız da annemize üzülmekten öldü.
Yaşar:
– Başınız sağolsun.
– Teşekkür ederiz.
Yaşar biraz düşündükten sonra:
– Burada konuşmamız doğru değil, bizim eve gidelim. Evde kimse yok.
Kargalar kabul ettiler. Yaşar yola koyuldu. Kargalar da uçarak onu izlediler.
Kimse bilemez Yaşar’ın ne halde olduğunu. Kendisini o kadar büyük hissediyordu ki deme gitsin. Kâh gökyüzüne bakıyor, kargaları izliyor, gülümseyerek tekrar yola koyuluyordu. Nihayet eve vardılar. Anahtarı komşularından alıp içeri girdi. Annesi öğleyin gelmezdi eve. Kargalar alçalıp merdivenlere kondular. Yaşar:
– Ulduz’u görmek istemez misiniz?
Tam bu sırada duvarın öbür tarafından Ulduz’un ağlaması duyuldu. Üçü de sustu. Sonra Bayan Karga:
– Şimdi Ulduz’u göremeyiz. Acele etmeyelim.
Bay Karga:
– Evet, şehre gidip kargalara haber verelim. Sonra gelir görürüz. Bugün geliriz. Ulduz’a selam söyle bizden.
Yaşar yalnız kalınca dama çıktı. Ne kadar beklediyse de Ulduz bahçeye çıkmadı. Geri döndü. Annesi buzluğun altına ekmek, peynir koymuştu. Öğle yemeğini yedi ve tekrar dama çıktı. Hava sıcaktı. Gömleğini çıkardı ve sırtüstü yattı. Gökyüzüne iyice bakmak istiyordu. Apaçık ve masmaviydi gökyüzü. Birkaç kuş geçiyordu gökyüzünden; kanat çırpıyor, kayıyorlardı adeta.

Kaçış kararı; Geri dönmek için kaçış

Öğle sofrasındaydılar. Babası Ulduz’u yanına oturtmuştu. Yaşlıydı Ulduz’un gözleri; hık hık ediyor, içini çekiyordu.
Analık:
-Canı dayak istiyor. Kaşındı yine.
Babası:
-Kızım, sen laf dinleyen bir çocuktun. Ne diyeceksin?
Ulduz bir şey demedi. İçini çekti.
Analık:
-Yalnızlıktan sıkılıyorum, bırakın Yaşar’la oynamaya gideyim diyor.
Birden Ulduz:
– Evet, oyun arkadaşı istiyorum; yalnızlıktan patlıyorum.
Bir süre tartıştıktan sonra babası Ulduz’un arada bir Yaşar’a gidip erken dönmesine karar verdi. Ulduz çok sevindi. Öğleden sonra analıkla babası yattılar. Ulduz kalkıp dama çıktı. Orada oturup kargaları beklemek istiyordu. Birden gözü Yaşar’a ilişti. Tatlı tatlı uyuyordu. Güneş de yakıyordu. Gidip Yaşar’ın başucuna oturdu. Saçlarını okşarken Yaşar gözlerini açtı; gülümsedi. Ulduz da gülümsedi. Yaşar doğrulduktan sonra gömleğini giydi:
– Ulduz rüyamda ne gördüm biliyor musun?
– Hayır.
– Rüyamda elele tutuşmuş, bulutlara oturmuştuk. Bayan Karga’nın düğününe gidiyorduk. Diğer kargalar da peşimizden geliyorlardı.
Ulduz kızardı biraz.
– Bayan Karga da kim?
– Demedim mi sana?
– Hayır.
– Kargaları gördüm. Konuşuyordum.
– Ne zaman?
– Okuldan dönerken. Bay karganın erkek ve kızkardeşleriydi. Birazdan gelirler.
– Yani Bayan Karga bizim Bay Karga’nın kızkardeşi öyle mi?
– Evet.
– Baba Karga’dan ne haber?
– Karısına üzülmekten öldüğünü söylüyorlardı.
Tam bu sırada ağaçların arkasından iki karga göründü. Gelip dama kondular, selam verdiler. Ulduz bir bir aldı onları eline; öpüp eteğine bıraktı. Hal hatır sorduktan sonra Bay Karga:
– Ulduz, herkes bizimle gelmeni istiyor.
– Yani bu evden kaçayım öyle mi?
– Evet; kaçıp bize gelmelisin. Burada kalırsan, sıkıntıdan patlar, ölürsün. Analığın sana çok eziyet ettiğini biliyoruz.
– Nasıl kaçabilirim ki? Babam ve analık bırakmazlar. Köpeği öldüğünden beri amca da evimize adımını atmadı.
Bayan Karga:
– Sen istersen, kargalar seni nasıl götüreceklerini biliyorlar.
Buraya kadar Yaşar bir şey dememişti.
– Yani gitsin ve bir daha geri dönmesin, öyle mi?
Bayan Karga:
– Bu onun isteğine bağlı. Sen ne düşünüyorsun Yaşar?
– Dediklerinizi kabul ediyorum. Burada kalırsa mahvolur ve hiçbir şey yapamaz. Ama Kargalar şehrine giderse… bilmem ki nasıl olur…
Bay Karga:
– Yarın gelir, yine konuşuruz. Ulduz sen de yarına kadar iyice düşün taşın.
Kargalar gitti. Ulduz:
– Sence gitmeli miyim?
– Evet, git. Ama yine dön. Döneceğine söz veriyor musun?
– Söz veriyorum Yaşar.

Büyük anne kaçış yöntemini öğretiyor

Ertesi gün öğleyin kargalar geldi. Yanlarında yaşlı bir karga da vardı. Bayan Karga:
– Bu da büyükanne.
Büyükanne Yaşar ile Ulduz’un yanına gidip karşılarına oturdu:
– Kargalar sizi bulduğumuz için çok mutlu. Kızım sizden çok bahsediyordu.
Ulduz:
– Anne karga sizin kızınız mıydı?
– Evet. İyi bir kargaydı.
Ulduz bir âh çekerek:
– Benim yüzümden öldü.
– Kargalar bir tane iki tane değil. Ölmekle, öldürülmekle tükenmezler. Biri ölürse, iki tane dünyaya gelir.
Yaşar:
– Ulduz sizin yanınıza gelmek istiyor.
Büyükanne:
– Ne güzel! Öyleyse işe koyulalım.
Ulduz:
– Ne zaman istersem geri dönebilir miyim?
– Elbette dönebilirsin. Biz kargalar, huzurlu yaşamak ve başkalarından habersiz kalmak için evini, yaşantısını, dostlarını terkedip kaçanları sevmeyiz.
-Beni nasıl götüreceksiniz yanınıza?
– Önce sağlam bir ağ gerek. Bunu siz örmelisiniz.
– Ağ ne işimize yarayacak?
– Birinci yararı şu. Kargalar sizin tembel ve boş oturan biri olmadığınızdan, mutluluğunuz için sıkıntıya girmeye hazır olduğunuzdan emir olurlar. İkinci yararı ise, sen ağa oturursun, kargalar da seni kaldırıp kendi şehirlerine götürürler.
Yaşar söze girdi:
– Afedersiniz büyükanne, ağ örmek için gereken ipliği, yünü nereden bulacağız?
– Kargalar çalışkan ve iyi insanlara yardım etmeye her zaman hazırdır. Biz yün getiririz; siz de eğirip ağı örersiniz.
Damda birkaç büyük taş vardı. Analık onları sirke küpünün etrafına diziyordu. Büyükanne:
– Biz yünleri getirip şunların ortasında biriktiririz.
Bir süre daha şundan bundan söz ettikten sonra kargalar gitti.
Ulduz:
– Yaşar, yün eğirmeyi ve ağ örmeyi hiç bilmiyorum ben.
– Ben biliyorum. Dedemden öğrendim.

Kargalar çabalıyor, çocuklar canla başla çalışıyor, işler ilerliyor

Yaşar’ın okulu tatil oldu. Artık Farsça okuması fena değildi. Babasının mektuplarını okuyup anlamlandırabiliyor ve annesine söyleyebiliyordu. Kitap da okuyordu. Annesi yine çamaşır yıkamaya gidiyordu. Babası Tahran’daki tuğla ocaklarında çalışıyordu. Evlerine birçok karga gelip gidiyordu. Analık bazen gökyüzüne bakıyor ve kargaların çokluğundan korkuya kapılıyordu. Ulduz ise hiç belli etmiyordu. Rahatsız olan analık bazen “Bu kızın kargalarla bir işi olmasın?” diye söyleniyordu kendi kendine. Ama Ulduz’un sakin ve mazlum halinden bir şey anlaşılmıyordu.
Yün eğirip iplik yapma işi Yaşar’ın evinde hızla ilerliyordu. Yaşar ayakta duruyor ve büyük adamlar gibi öreke ile iplik eğiriyordu. Ulduz eliyle iplikleri büküyor ve daha kalın iplikler yapıyordu. Bahçede küçük ve boş bir yuva vardı. İpleri oraya saklıyorlardı.
Karga nine bazen onlara uğruyor ve işlerin nasıl gittiğini soruyordu. Yaşar bükülmüş ipleri gösteriyor, Karga Nine de gülüp “Aferin çocuklar, aferin. Aman kimse gizli çalışmanızdan kuşkulanmasın! Gözünüzü dört açın” diyordu.
Yaşar ile Ulduz:
– İçin rahat olsun büyükanne. Yaşımız küçük ama aklımız çok. İnsanın her işi açıkça yapmaması gerektiğini biliyoruz. Bazı işler açıkça yapılır, bazıları da gizli.
Büyükanne eğri gagasını toprağa sürtüp:
-Sizi seviyorum. Ana babalarınızdan çok farklısınız. Aferin, aferin! Ama henüz çocuksunuz ve erişkin olmadınız. Çok şey öğrenmeli, daha iyi düşünmelisiniz.
Bazen de Bayan Karga ile erkek kardeşi geliyor, yanlarına konup sohbet ediyorlardı. Kendi şehirlerinden, karakavaklardan, bulut, rüzgar, dağ, kır, ova, çöl ve havuzlardan söz ediyorlardı. Ulduz ile Yaşar elli altmış kargayla daha tanışmıştı. Bayan Karga “Kargalar şehrinde bir milyondan fazla karga yaşar.” diyordu. Bu söz çocukları sevindiriyordu. Bir milyon karga bir arada yaşıyor ve hiç kavga etmiyorlar, ne güzel!

Ulduz’un yol arkadaşı

Bir gün Yaşar ile Ulduz yün eğirirken Ulduz başını kaldırınca Yaşar’ın sessiz sedasız ona baktığını gördü.
– Bana neden böyle bakıyorsun Yaşar? N’oldu?
– Düşünüyordum da.
– Neyi?
– İşte, öyle bir şey.
– Bana da söyle.
– Peki, söyleyeceğim. Düşünüyordum da, sen buradan gidince, yalnızlıktan patlayacağım.
– Ben de dün düşünüyordum, keşke ikimiz birlikte gitsek diye. Tek başına gitmenin pek fazla zevki yok.
– Yani benim de mi gelmemi istiyorsun?
– Yürekten isterim. Büyükanneye söyleyelim.
– Ben söylerim.
Ertesi gün büyükanne gelince Yaşar:
– Büyükanne, ben de Ulduz’la birlikte sizin yanınıza gelebilir miyim?
-Gelebilirsin ama annene üzülmez misin? Kötü bir anne değil o. Bırakıp kaçarsan…
-Bunu düşündüm. Gitmeden bir gün önce söylerim ona.
-Kabul ederse, zararı yok, seni de götürelim.
Ulduz ile Yaşar keyiflenip hızlı hızlı işe koyuldular.

Balık hırsızları, yün hırsızları, etkisiz dualar

Yaşar sınavı kazandı. Karnesini eve getirdiği gün babasına da mektup yazdı. Ulduz ile Yaşar çoğu zaman beraberdiler. Analık daha az eziyet ediyordu. İşin doğrusu, Ulduz’u gözünün önünde görmek istemiyordu. Öte yandan hep kargalardan huylanıyordu. Kargalar sık sık gelip gidiyorlar ve onu ürkütüyorlardı. Başına bir bela gelmesinden korkuyordu. Kocası da hoşlanmıyordu bu durumdan. Özellikle havuz başına gidip de balıkları göremediği gün. İki balığı Bayan Karga ile erkek kardeşi yemişti. Birini büyükanne, kalanını da öteki kargalar. Analıkla babası nerede bir karga görseler küfredip taş atıyorlardı.
Bir gün babası kuru üzüm almıştı, analık sirke kursun diye. Analık küpü alıp dama çıkardı. O yanına bu yanına taşlar dizdi, derken bir sürü yün buldu. Yünleri alıp kocasına getirdi:
-Görüyor musun, cinler sardı bizi!? Hâlâ rahat bırakmadılar bizi. Kim getirip koydu bunların taşların arasına?
Babası:
-Bunun önünü almak lazım.
-Yarın falcıya gideyim, bir dua yazdırayım da cinleri korkutup kaçırsın.
Ertesi gün Ulduz ile Yaşar’ı gördü. Cinlerden bahsetti.
Yaşar gülerek Ulduz’a:
-Yünleri aşırmalıyız. Yoksa işimiz birkaç gün aksayacak.
Ulduz yünleri aşırdı. Getirip, boş köpek kulübesine koydular. Yaşar yeterince yünün toplandığını gördü. Artık kargalara yün getirmemeleri için haber verdiler.
Analık falcıya gidip muska yazdırdı. Yünlerin götürüldüğünü görünce korkusu daha da arttı.

Yaşar annesinden izin alıyor. Dil bilen köpek meselesi.

Çocuklar o günden sonra ağ örmeye başladılar. Önce kalın kalın ipler hazırladılar. Sonra düğüm atmaya geçtiler.
Yaşar’ın annesinin uzun bir çamaşır ipi vardı. Bu çamaşır ipinde bükülmüş birkaç dizi tel vardı. Yaşar çamaşır ipini annesinden istiyordu. Ağın daha sağlam olması için iplerin arasına koyacaktı bunu.
Akşam annesine dedi:
– Anne, birkaç günlüğüne seyahate çıksam çok üzülür müsün?
Annesi Yaşar’ın şaka yaptığını sandı.
Yaşar sorusunu yineledi:
– Anne, birkaç günlüğüne geziye çıkmama izin verir misin? Erken döneceğime söz veriyorum.
– Önce parasını nerden bulacağız, onu söyle.
– Paraya ihtiyacım yok.
– Peki kimle gideceksin?
– Şimdi söyleyemem, gitmeden önce öğrenirsin.
– Peki, nereye gideceksin?
– Bunu da gitmeden önce söylerim.
– Öyleyse ben de gitmeden önce izin veririm.
Annesi Yaşar’ın bayağı bayağı şaka yaptığını ve birkaç sene önceki abartılı laflardan ettiğini düşünüyordu. Yaşar küçükken, birinci sınıfa giderken böyle büyük laflar ederdi. Mesela yastığın üstüne çıkar ve “Ben gökyüzüne gitmek istiyorum. Yıldızlardan birkaçını toplayıp getireceğim, ceketime düğme yapacağım” derdi. Oysa bilmiyordu o minicik yıldızların yüzlerce milyon kilometre uzakta olduğunu, ondan büyük olduğunu, bazılarının ocaklarındaki ateşten binlerce kat fazla sıcak olduğunu.
Bir gün de başıboş kara bir köpeği sürükleye sürükleye getirmişti eve. Öğle yemeği vaktiydi. Yaşar okuldan geliyordu. Annesi babası :”Yaşar bu kirli hayvanı neden getirdin eve?” diye sormuşlardı.
Yaşar gururla:
– Böyle demeyin. Bu köpek dilden anlıyor. Uzun zamandır uğraşıp ona dil öğrettim. Şimdi ne söylesem yapar.
Babası gülerek:
– Doğru söylüyorsan, söyle gidip iki lavaş ekmeği alsın gelsin. İşte parası.
– Önce yemek yemeli, sonra…
Annesi önüne biraz kuru ekmek koymuş, köpek yedikten sonra kuyruk salmaya başlamıştı. Yaşar köpeğe:
– Ne dediğini anladım arkadaş.
Babası:
– Eee, ne diyor Yaşar?
– Diyor ki, Yaşarcığım, dişimin arasına bir şey sıkıştı. Ağzımı açayım da lütfen onu çıkarıver.
Annesi babası şaşkın şaşkın bakınırken Yaşar sakin sakin köpeğin ağzını açmıştı. Dişlerini temizlemek için elini hayvanın ağzına sokunca köpek çırpınıp havlamış, Yaşar da feryat etmişti. Babası köpeği dövüp kovmuştu. Yaşar’ın eli birkaç yerinden yaralanmış, sürekli “ah, vah” demişti.
O gün Yaşar annesine:
– Gideceğim zaman kesinlikle izin verecek misin?
-Evet.
– Peki…Çamaşır ipini de verir misin bana anneciğim?
– Ne yapacaksın onu? Yine ne cinlik düşünüyorsun oğlum?
– Seyahatimde lazım olacak, bir cinlik düşündüğüm falan yok.
Annesi şaşırmıştı. Oğlunun amacı neydi, bilmiyordu. Sonunda ipin Yaşar’ın olmasına razı oldu. Uyuyacakları sırada Yaşar:
– Anne.
– Hı, söyle.
– Bunları kimse söylemeyeceğine söz verir misin?
– Merak etme sen, kimseye söylemem. Biliyor musun acaba, baban burda olsaydı, nasıl da gülerdi sözlerine?
Yaşar bir şey demedi. Bahçede yatıyordu ve yıldızları seyretmek çok zevkliydi.

Hareket günü

İş hızla ilerliyordu. Yaşar’ın annesi çoğu günler öğleleri de eve gelmiyordu. Çocuklardan için çalışacak zaman çoktu. Kargalar az gider gelir olmuşlardı. Analık ise sürekli gözlüyordu kargaları.
Büyükanne “İyisi mi daha az gidelim. Yoksa analık şüphelenip bir çuval inciri berbat edecek” diyordu.
Yaşar ile Ulduz Büyükanneye:
– Ne zaman hareket ediyoruz?
– İsterseniz, yarın öğleyin.
– Ne kadar erken olursa, o kadar iyi.
– Öyleyse, yarın öğleyin bekleyin. İki karganın üç kez gak gak diye öttüğünü duyarsanız ağı alıp çıkın dama.
Çocukların kalbi küt küt atıyordu. Kalkıp oynamak geliyordu içlerinden. Bir süre daha dereden tepeden konuştular. Büyükanne uçup birkaç ev ötedeki karakavak ağacına kondu. Gak gak öttü, silkelendi ve uçup uzaklaştı.

Gönülden haberi olmayanlar “Ulduz delirmiş!” derler.

Akşam oldu. Yemekte Ulduz kendi kendine gülüyordu. Analık:
– Bu kız delirmiş.
Babası sürekli soruyordu:
– Kızım, nen var, niye gülüyorsun? Komik bir şey göremiyorum ben.
Ulduz:
– Sevincimden gülüyorum.
Analık sinirleniyor, babası soruyordu:
– Ne sevinciymiş bu?
– Hiç işte, mutluyum; bir şey yok.
Analık:
– Boş ver, gelenler gelmiş yine.

Güzel ve şefkatli anne

Yatma zamanıydı. Yaşar annesine:
– Anne, yarın öğlen evde olabilir misin?
– İşin mi vardı benimle?
– Evet, yarın öğlen söylerim sana. Seyahatim hakkında.
– Pekala, öğleyin gelirim eve.
Annesi oğlunun işine akıl erdiremiyordu bir türlü. Sahi, seyahat meselesini unutmuştu çoktan, şimdi hatırladı. Ama Yaşar’ın iyi bir çocuk olduğunu ve kötü bir şey yapmayacağını biliyordu. Çok seviyordu onu. Gündüzleri çamaşıra gittiğinde aklı oğlunda kalıyordu. Zaman oluyor kendisi aç kalıyor ama oğluna giysi, kağıt, kalem alıyordu. Şefkatli, güzel bir anneydi. Yaşar da en küçük şeyler için bile aldatmazdı, üzmezdi annesini.

Hareket; Ulduz hapiste

Sabah oldu. Birkaç saat sonra hareket saatiydi ve zaman hızla geçiyordu. Yaşar yalnızdı evde. Yerinde duramıyordu sabırsızlıktan. Bahçede bir o tarafa bir bu tarafa gidiyor, Ulduz’u ve annesini düşünüyordu. Birkaç kez ağı çıkarıp bahçeye yaydı, oturdu üstüne. Sonra toplayıp yerine koydu.
Öğleyin annesi geldi. Üzüm, ekmek, peynir almıştı. Oturup yemeklerini yediler. Yaşar Ulduz’u merak ediyordu. Annesi oğlunun konuşmasını bekliyor, ikisi de konuşmuyordu. Yaşar’ı almıştı bir düşünce:
“Ya Ulduz gelemezse, ne olacak? Plan suya düşecek. Analık elime düşerse bilirim ona yapacağımı! Saçlarını yolacağım. Lanet kadın! Neden Ulduz’u bırakmıyorsun? Şimdi kargaların sesi gelse ne yapacağım? Hâlâ gelmedi Ulduz. Heyecandan yüreğim yerinden kopacak sanki!”
Su getirme bahanesiyle bahçeye çıktı. Duvarın öbür tarafından Ulduz’un babasıyla analığın sesleri geliyordu. Analık su döküyor, babası da elini yıkıyordu. Belli ki yeni gelmişti babası.
Analık:
– Kız başıma ne belalar açtı bilmiyorsun. Sonunda mecbur oldum, mutfağa kilitledim…
Tam bu sırada iki karga gelip karakavağa kondu. Onları görünce Yaşar’ın yüreği küt küt atmaya başladı. Ulduz n’olacaktı şimdi? Acaba annesini mi gönderse? Analık ciddi ciddi hapsetmiş olmasın sakın?!
Kargalar uçup Yaşar’ın üzerine kadar yaklaştılar. Ona gülümseyip dut ağacına kondular. Birden ikisi birden gaklamaya başladı:
– Gak gak!.. Gak gak!… Gak gak!…
Kargaların sesi savaş borusu gibiydi. Hem korku vardı, hem hareket. Bir ara Yaşar telaşa kapıldı. Sonra toparlanıp yuvaya gitti. Ağı alıp usulca dama çıktı. Ulduz’un babası ile analık içeri girmişlerdi. Kargalar gelip Yaşar’ın yanına kondu, hal hatır sordular. Yaşar ağı yaydı. Hâlâ gelmemişti Ulduz. Yarım dakika geçti. Yaşar uzaklara baktı. Sol tarafta uzaklarda büyük bir karaltı hareket ediyor ve gittikçe yaklaşıyordu. Kargalardan biri:
-Geliyorlar işte. Neden gelmiyor Ulduz?
-Bilmiyorum, belki analığı hapsetmiştir.
Karaltı yaklaşıyordu. Boğuk boğuk karga sesleri işitildi. Ulduz yine gelmedi. Kargalar geldi. Binlerce karganın gak gak bağırtısı yeri göğü inletti. Kapılar, duvarlar kargalardan simsiyah oldu. Dut ağacında boş yer kalmadı. Millet evlerinden dışarı dökülmüştü. Korku içindeydiler.
Yaşar’ın annesi başına bir tencere geçirmiş bahçenin ortasında bas bas bağırıyordu:
– Nereye gittin Yaşar?.. Gözünü oyacaklar şimdi!
Yaşar annesinin sesini duyunca dam kenarına geldi.
-Korkma anneciğim. Bunlar benim arkadaşlarım. Beni seviyorsan, git Ulduz’u dama gönder. N’olur anneciğim. Haydi anne… Biz birlikte seyahat etmek istiyoruz…
Annesi şaşkın şaşkın oğluna bakıyor ve bir şey demiyordu. Yaşar yine yalvardı:
– Haydi anne, git n’olursun!… Lütfen…. Kargalar benim arkadaşım…. Korkma onlardan!
Yaşar ne yapacağını bilmiyordu. Az daha ağlamaya başlayacaktı. Büyükanne yaklaştı:
– Sen git, ağa otur. Ben birkaç kargayla Ulduz’a gideceğim, bir bakayım nerede kaldı?
Kargaların çığlıkları herkesi bahçeye dökmüştü. Başlarına bir şey geçirip korku içinde gökyüzüne bakıyorlardı. Kimileri korkusundan pencereden bakıyordu. Yaşlı kadınlar feryat ediyorlardı:
– Bela geldi! Gidin dua edin, namaz kılın, adak adayın!
Birden Ulduz’un babası elinde sopayla bahçeye çıktı. Analık da arkasındaydı. Her biri başına bir tencere geçirmişti.
Büyükanne:
– Kargalar, bağlayın şu karı kocanın elini ayağını. Kımıldamasınlar sakın.
Kargalar ikisinin başına üşüştü. Tencerelerden büyük bir gürültü çıkıyor analık ile babasını korkutuyordu.
Büyükanne birkaç kargayla içeri girdi. Mutfaktan Ulduz’un sesi geliyordu. Kapı kilitliydi. Ulduz delik açmak için kapıya vuruyordu bıçağı. Küçük bir delik açmıştı. Bu sırada Yaşar’ın annesi yetişti. Kargalar yol açtılar. Annesi bir taş alıp kilidi kırdı. Ulduz dışarı çıktı. Yaşar’ın annesi onu kucaklayıp öptü.
Ulduz:
– Bizi merak etme, çabuk döneriz. Analığa söyleme beni çıkardığını. Hatırını kırar…
Yaşar’ın annesi ağlıyordu. Ulduz koştu. Kümesten bir bohça alıp dama çıktı. Kargalar etrafını sarmıştı. Yaşar’ın yanına gelince, ağa oturdu. Yaşar kollarını açıp sımsıkı kucakladı onu ve sevincinden ağladı.
Büyükanne karga Yaşar’ın annesine teşekkür etti. Dama gelip yüksek sesle:
– Kargalar, hareket edin!
Birden kargalar hareketlendi. Gagalarıyla, pençeleriyle ağı tutup kaldırdılar. Yaşar ağın kenarına uzun uzun şeritler bağlamıştı. Kargalar onları da tuttular.
Yukarıdan bağırıyordu Yaşar:
– Anne, biz gidiyoruz. Babama selam söyle. Çabuk dönerim, üzülme n’olur!
Kargalar analık ile Ulduz’un babasını serbest bırakıp yola koyuldular. İkisi de bahçenin ortasında durmuş basbas bağırıyor, taş ve sopa atıyorlardı. Üstleri başları yırtık içindeydi. Birkaç yerlerinden de yaralanmışlardı.
Sonunda şehirden uzaklaştılar.
Binlerce karga çocukların etrafını sarmıştı. Sadece üstleri boştu. Ulduz bulutlara bakıp kendi kendine:
– Ne kadar güzel!
Kargalar koro halinde ötüşerek uçuyorlardı.
Kargalar şehrine gidiyorlardı.
Ulduz’un babasının evinden daha iyi bir yere.
Analığın bulunmadığı bir yere.

Atın yalancı memeleri,
şehit ve muradına erememiş dostların anısına.

Büyükanne, Bayan Karga ve Bay Karga birkaç kelime konuşmak ve sonra diğerleri gibi işlerinin başına gitmek üzere gelip çocukların yanına kondular.
Ulduz bohçasını açtı. Bir gömlek çıkarıp Yaşar’a:
-Babamın bu. Senin için aşırdım. Sonra giyersin.
Yaşar teşekkür etti.
Bohçada biraz ekmek ve tereyağı vardı. Ulduz cebinden birkaç karga tüyü çıkardı. Büyükanneye verip:
– Büyükanne, Bay Karga’nın kanatları. Size vermek için anı olarak saklamıştım. Biz Yaşar’la Bay Karga’yı, annesini asla unutmayacağız. Onlar bizim yüzümüzden öldürüldüler.
Büyükanne tüyleri alıp havalandı. Çocukların ve diğer kargaların üstünden uçarken yüksek sesle:
– İzninizle iki kelime konuşmak istiyorum.
Kargalar sustular. Büyükanne kanadının altından bir yalancı meme çıkardı:
– Sevgili dostlar! Güzel kargalar! Ulduz demin Bay Karga’nın birkaç tüyünü verdi. Biz onları saklayacağız. Çünkü şefkatli ve vefalı ana oğulun hatırası bunlar. Bu tüyler bize yürekli ve iyi kargalar olmamızı hatırlatacak hep.
Ulduz ile Yaşar hurra çektiler.
Kargalar yüksek sesle gak gak öttüler.
Büyükanne sözüne devam etti:
– Ama bu yalancı memeyi atalım. Çünkü bunu analık Ulduz’a almıştı hep emsin ve konuşacak, derdini anlatacak hali olmasın diye.
Ulduz yalancı memesini tanıdı. Anne Karga’ya verdiği gibiydi.
Büyükanne yalancı memeyi attı aşağı. Kargalar koro halinde ötüştüler. Büyükanne:
– Analık, Anne Karga’yı öldürdü, Bay Karga’yı mutsuz bıraktı. Ama Yaşar ve Ulduz onları unutmadılar. Öyleyse yaşasın muradına erememiş şehit dostlarını unutmayan çocuklar!
Kargalar yüksek sesle gak gak öttüler. Ulduz ile Yaşar alkış tutup hurra çektiler.

Dağların ardında, kargalar şehri var,
dağlarda yaşayan kargaların.

Uzaktan yüksek yüksek dağlar görülüyordu. Büyükanne aşağı inip “Şu dağların tepesi kargalar şehridir. Neden gidip dağ başını yurt tuttuğumuzu merak etmeyin. Kargalar çeşit çeşit olur.

Dostların mektubu

Bu da Ulduz ile Kargalar öyküsünü basılmadan önce okuyup sessiz kalmak isteyen çocukların sevgi dolu mektubu. Mektup çocukların öğretmeni aracılığıyla yazara ulaştırıldı.
Ulduz’un dostlarına selam;
Bize Ulduz’dan haber getirene müjdelik vereceğiz. Biz kargaları, Yaşar’ı ve Ulduz’u merak ediyoruz. Artık kargalara eziyet etmeyeceğiz. Annelerin Anne Karga gibi olmasını istiyoruz. Anne Karga anneydi. Biz annemizi severiz. Anne Karga kocasını severdi. Annemiz de babamızı sevsin. Bay Karga, Ulduz ve Yaşar’ın mücadeleye gittiklerini sanıyoruz. Babalarla, analıklarla. Yaşar için ok ile yay yapacağız. Karga yuvalarını bozmayacağız. Gelsin konsun Bay Karga. Ne zaman analık gelirse, babası gelirse, Ulduz’a haber versinler. Biz Ulduz’a ayakkabı ve giysi vereceğiz. Balıkları aşırıp, örümcekleri toplayacağız. Bay Karga müjde getirecek. Mücadelesinde galip olacak. Yaşar Ulduz’un elini tutacak, gelecekler. Ulduz iyi bir anne olacak, Yaşar da iyi bir baba. Biz onların düğünlerinde oynayacağız. Biz merak ediyoruz. Hepsini merak ediyoruz. Onlara yardıma gitmek istiyoruz. Kargalar şehrinden bir an önce dönmelerini istiyoruz.
Ulduz, Yaşar ve kargaları sevenler.
(Emir-i Kebir İlkokulu altıncı sınıfından 28 öğrencinin adı ve imzası) 1965
Ulduz Kız’ın Kargaları – Samed Behrengi

1 Comment

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Previous Story

Nazım Alpman Beykoz?u Konuşturuyor Ve Dinliyor ? Prof. Dr. M. Şehmus Güzel

Next Story

Bir Şeftali, Bin Şeftali – Samed Behrengi

Latest from Öykü Kitapları

Trevor’ın çok şey anlatan son öyküleri

William Trevor’ın geçen günlerde yayımlanan ‘Son Öyküler’ kitabı Yağmurdan Sonra’da olduğu gibi yalnız insanların umutsuzluklarını, hayal kırıklıklarını, terk edilmiş kadınların deneyimlerini, kendini dışlanmış hisseden

Boş Kentin Masalı – Ergün Doğan

Bu hikâye aslında bir kentin var oluş ve yok oluş hikâyesidir. O nedenle bu hikâyeyi kadınıyla çocuğuyla, otuyla böceğiyle ve kurduyla kuşuyla bütün bir

Önce Ekmek – Orhan Kemal

Orhan Kemal´in 1968 yılında yazdığı ve 1969 yılında hem Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü hem de Sait Faik Hikaye Armağanı kazanan kitabı Önce Ekmek,

Uyku – Orhan Kemal

Türkiye edebiyatının en özgün ve gerçekçi yazarlarından Orhan Kemal, yazdığı roman, oyun ve öykülerin hepsinde yoksul, hayatla mücadele etmek zorunda olan ama umudunu, yaşama
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ