“Yahudi’nin gözü yok mu; organları, boyu posu, duyuları duyguları, heyecanı yok mu? Aynı yiyecekle beslenmiyor mu, aynı silahlarla yaralanmıyor mu, aynı hastalıklara yakalanmıyor mu, aynı ilaçlarla iyileşmiyor mu, aynı kışın ve yazın üşüyüp ısınmıyor mu? Farkı ne Hıristiyan insandan? Etimizi kesince kanımız akmaz mı? Gıdıklanınca gülmez miyiz? Zehirlenirsek ölmez miyiz? Peki ya bize haksızlık ederseniz öcümüzü almaz mıyız?”
W. Shakespeare (Venedik Taciri 1597)

Kimi acıları belli bir sınıra hapsedemezsiniz. Bazı yaralar evrenseldir. Bu yüzdendir Shakespeare?in yüz yıllar önce yazdıklarının bugün hala etkiliyor oluşu. Bu alıntıladığım bölüm bir dönem Hitler faşizminin zulmüne uğramış Yahudilerin neredeyse slogan haline getirdiği dizelerdir. Ötekilenmiş ve Getto?lara hapsedilmiş bir halkın kendini ifade etme yoluydu bu cümleler.

Memleketimizde de durum o günleri aratmayacak türden.

Neler yaşandı hatırlayalım Roboski katliamından sonra;

Haberler insanı dehşete düşürecek cinstendi. Güya kaçakçı idi ölenler. Kaçakçılardı ya, hak etmişlerdi ölümü. Hatta sözüm ona Bakan’lardan biri ?Bu durumu kaçakçılıkla mücadelede bir fırsat olarak düşünmeliyiz ve üzerine gitmeliyiz? diyordu pervasızca.

Ölenlerin cesetleri katırların sırtına ikişer ikişer konularak taşınıyordu köy merkezine. Herkes suçlunun kim olduğunu sorguluyorken liboşlar “Uludere değil Roboski oranın adı” tartışmasına gömülmüşlerdi. Medyada onca insanın ölümü hakkında bir muhatap aranmıyordu. Ölümlerin sorumlusu AKP ise olaydan epey süre geçtikten sonra “kaza” açıklaması yapmakla yetiniyordu. Bu ülkede uçan kuştan haberi olan, solcuların, muhaliflerin aldığı nefesten bilgisi olduğunu iddia eden iktidar, yıllardır sınırın öte yakasındaki tarlasını işleyen, alışverişini yapan bu insanlardan nasıl habersiz kalabiliyordu akıl almıyor.

Bir başka toplam ise “mesele askeri istihbaratın hatasından kaynaklanıyor art niyet aramayın” diyordu ve kimse “İyi de o zaman sınır ötesi operasyonlarını da aynı istihbaratla mı yaptınız?” diye sormuyordu.

Her şey bir yana, iktidar Kürt halkı üzerinde kendi tahakkümünü kurmaya çalışırken kimi zaman zor yolunu da kullanıyordu ve bunu bu sefer bombaları ve uçaklarıyla yapmıştı.

Ancak gözden kaçan kimi şeyler vardı; Mesele Roboski olunca kimin ne dediğinden ve neyi işaret ettiğinden bağımsız olarak “Roboski” diyenin çığırtkanlığına sahne olunduğu bir dönem başlıyordu. AKP zihniyetinin bir başka tezahürü olan Mazlum-Der’liler Roboski için ?yatıp kalkmaya? başlamıştı bile. Düne kadar Kürt illerindeki yurtseverleri öldürmek için devletin taşeronluğunu yapan cemaatçi çeteler, vicdan tezgâhlarını açmışlardı.

Herkes sorumlular bulunsun diye “iş” yapıyordu ama kimse meselenin sorumlusu ve muhatabı AKP”ye ilişmiyordu. Meclis’te Gültan Kışanak kürsüdeki o konuşmasında ağzının payını veriyordu iktidara, yüreklere su serpiyordu ama bu ses toplumsal alanda gerektiği karşılığı bulamıyordu. Mesele sosyolojik, psikolojik olarak değerlendiriliyordu ama kimse “Ey Tayyip; Uludere’lilerden topladığın vergilerin gelirleriyle aldığın bombaları, üzerlerine yağdırırken mi kaçakçı oldular bir anda, yüreğin de mi sızlamadı?” diye sormuyordu. Bir başkası neyse parası öderiz diyordu; görünen o ki devlet kendi halkının kiralık katilliğini işletiyordu.

İşin daha kötüsü bir zulme ve yıkıma ikna olmak için bunun ancak topla tüfekle somutlaşmış olması gerektiği bir döneme girmiştik. Oysa AKP Uluderelilerin üzerine yağdırdığı bombaların kalıcı etkisinden daha ağırını, top tüfek kullanmadan; halkları gericileştirerek ve insanları sindirmeye çalışarak gerçekleştiriyordu. İnsanlar sadece topu tüfeği görünce fark ediyordu bir kıyımı ve o kadar. Fark etmenin ötesinde hiçbir tepkiye yol açmıyordu bu yaşananlar. “Anlamak değiştirmeye yetmiyordu”.

Acıyı, yoksulluğu, yolsuzluğu meşrulaştıran iktidar bir de mesele kürtaj olunca “Her kürtaj bir Uludere”dir” diyerek Uludere”yi meze olarak kullanmaktan da geri durmuyordu.

Bir sene boyunca Roboski katliamının muhataplarının yapıklarına bakacak olursak bir arpa boyu yolun gidilmediğini görmemiz gerekecektir. Meclisteki tartışmalar gölge oyunundan öteye geçmemiştir. Öyle bir hale gelmiştir ki memleket, korucu çocuklarının da öldüğü hava saldırısında, yılların korucu geleneğinden gelenler lanet okumuştur durdukları yere.

Bundan bir sene önce sabah saat 06:00 gibi telefonuma bir mesaj gelmişti. Mesaj evimin az ötesinde kalan dostum Agit”ten geliyordu. “Şırnak Uludere’ye bombalar yağdırıldı, onlarca ölü olduğu söyleniyor. Ölü sayısının artmasından korkuluyor, lanet olsun? diye bitiyordu mesajı. Biz o sabah birlikte Şırnak’ın ölüm haberiyle değil Agit’in Şırnak’tan getirdiği otlu peynirle başlayacaktık güne. Zehir zıkkım olmuştu doğan güneş.

Uludere’nin haberini veren dostum Agit ise şu an KCK soruşturması kapsamında Sincan?da F tipinde tutsak. AKP bir halkı bombaladığı yetmiyor gibi bunun haberini, yüreği insanlıktan atanlarla paylaşacak olanları da tutukluyor, cezaevlerine yolluyor artık. Gelinen noktada halkları sindirmeye çalışan AKP’ye elbet bir gün cevap verilecek, hesap sorulacaktır. Roboski’nin yaralı yürekleri elbet sarılacaktır. AKP güzellemesine ihtiyaç duymuyor Uludere?de yaşayanların boyun eğmez duruşu.

Shakespeare’nin dediği gibi yıllar öncesinden; Peki ya bize haksızlık ederseniz öcümüzü almaz mıyız?

Uludere adın ulu olacak! Halkların kardeşliği kazanacak!

Özkan Öztaş
( 28 Aralık 2012,http://haber.sol.org.tr)

Previous Story

“Hrant’ın kanını gördüm kaldırımın üstünde. Sonra hep üzüldüm, niye uzanıp oraya, yanına yatmadım diye.” Rakel Dink

Next Story

“Unutursak kalbimiz kurusun” Roboski katliamını ağıtlarla anıyoruz.

Latest from Makaleler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van

George Orwell’a ilham veren kitap: Biz

George Orwell‘ın 1984’ünü neden sevdiyseniz, Yevgeni Zamyatin‘in Biz‘ini sevmeniz için en az 1984 kadar nedeniniz var. Üstelik Biz, 1984’ten çok daha önce, 1920 yılında
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ