“Unutulmaya direnmek için yazdım” – Fethiye Çetin’le Söyleşi: Elif Şahin Hamidi

FETHİYE ÇETİN
“Unutulmaya direnmek için yazdım”

Takvimler 19 Ocak 2007’yi gösteriyordu: saat 15.00 suları… Agos Gazetesi’nin önünde, Şişli Halaskargazi Caddesi üzerinde, İstanbul’un orta yerinde üç el silah sesi yankılandı. Hrant Dink, genel yayın yönetmenliğini yürüttüğü Agos’un önünde üç el kurşunla katledildi; güpegündüz, herkesin gözü önünde. Öldürülüşünün ardından tam altı yıl geçti ve ocak ayında yedi yıl dolacak. Yıllardır süren davalarda nedense bir yere varılamadı, adalet bir türlü tecelli edemedi. Artık derin bir utanca dönüşen Hrant Dink cinayeti davası, 17 Eylül’de yeniden görülmeye başlandı. Ve Hrant Dink’in avukatı Fethiye Çetin “Utanç Duyuyorum: Hrant Dink Cinayetinin Yargısı” isimli bir kitap kaleme aldı. Bu kitap, Dink cinayetinin yanı sıra unutulan, unutturulmaya çalışılan, üstü örtülen tüm cinayetler, tüm faili meçhuller üzerinde de etkili olacak bir çalışma.

SÖYLEŞİ: Elif Şahin Hamidi
FOTOĞRAF: Berrin Eza

Elif Şahin Hamidi: Kitap yayınlandığından bu yana neler oldu, nasıl tepkiler aldınız, adli makamlardan bir ses var mı?
Fethiye Çetin: Bu kitabı yazmak için pek çok nedenim vardı. Nedenlerden önemli bir tanesi de unutmaya direnmekti. Sizin de haklı olarak vurguladığınız gibi biz, suçların çok çabuk unutulduğu, üstünün de bu nedenle kolaylıkla örtülebildiği bir ülkede yaşıyoruz ve bugüne kadar ne çok unuttuk… Fail, suç işlerken bir bakıma bizim unutkanlığımızdan alıyor cesaretini. Suçların ve suçluların unutulup cezasız kalacağı inancından… Bu kitabı işte bu nedenle unutulmaya direnmek için yazdım. Bir cinayet özelinde unutulmaya direniş, bugüne kadar üstü örtülenleri, unutulanları da etkileyecek. Zira bu cinayetlerin hiçbiri diğerinden bağımsız değil. Bu kitabı, “Gerçek hakeme, yani halklara ve onların vicdanlarına” adamam bundandır. Bu yanıyla kitap amacına ulaşacak gibi görünüyor. Kamuoyunda ilgi gördü, görmeye devam ediyor, okurlardan çok iyi tepkiler aldı. Gençlerin ilgisi olağanüstü ve umut verici. Bu kitap bir yandan da adalete erişim amacıyla kaleme alındı, adalet uygulayıcılarını, savcıları, siyasi iradeyi harekete geçirmek amacıyla. Bu yönüyle henüz bir kıpırtı yok, muhataplarını harekete geçirmiş değil ne yazık ki. Derin sessizlik devam ediyor. Kitaptaki iddialar, harekete geçecek savcıları, demokrat siyasileri arıyor.

Elif Şahin Hamidi: Faili meçhullerle dolu bu ülkede ne çok şeyin üstünün hızla örtüldüğünün bir kez daha farkına varıyor insan. İz sürmek isteyen savcılar –varsa şayet– yolunu kaybetmeden sona varabilir mi, buna izin verilir mi sizce?

Fethiye Çetin: Faili meçhul bırakılmış cinayetleri ortaya çıkarmak bu ülkenin yerleşik gelenekleriyle, suç dolu geçmişiyle yüzleşmeyi gerektiriyor. Yani suçları ortaya çıkarmak için siyasi cinayetlerle, faili meçhullerle, farklılıklara düşmanlık geleneğiyle ve bu geleneği üreten yapılarla yüzleşmek kaçınılmaz. Önyargılarımızla dürüstçe yüzleşmeyi de göze almalıyız. Vatandaşlarından bir bölümünü iç düşman (iç tehdit) olarak hedefe koyan, sürekli iç düşman yaratarak bu düşmanlıklar üzerinden kendini de var eden mekanizmayı tümüyle tasfiye etmemiz, suçları ve suçluları yargı önüne çıkarmamız, mağduriyetleri gidermemiz gerekiyor. Bu zor görünen ancak imkânsız olmayan süreç, aynı zamanda bütün bu saydıklarımızı hayata geçirebilecek cesur, kararlı, demokrasiye inançlı, evrensel hukuk ilkelerini samimi bir biçimde savunan yöneticilerle, siyasilerle, yargı mensuplarıyla mümkün. Devletin derinliklerindeki bilgi ve belgeleri savcıların erişimine sunacak iktidarlarca mümkün ve elbette bağımsız ve tarafsız adli süreçle. İz sürmek isteyen savcılar var elbette, önemli olan bu savcıların rahatça ve engelsiz çalışabileceği ortamları yaratmak.

Elif Şahin Hamidi: Örgütlü bir yapının söz konusu olduğu Dink cinayetinde, MİT’in de dile getirdiği gibi Özel Harpçiler, Vatansever Kuvvetler Güç Birliği gibi oluşumlar yer alıyor. Bu yapıdan bahseder misiniz biraz?
Fethiye Çetin: Konuyla ilgilenenler bilirler; Dink cinayeti ve Ergenekon ilişkisini soranlara şöyle cevap veriyordum: “Bu cinayet, Ergenekon’u da aşan daha derin bir yapının operasyonu olarak planlandı ve gerçekleştirildi. Ergenekon sanıklarından bir bölümünün de bu operasyonda aktif olarak yer aldığını biliyoruz.” Bu iddiam, dava dosyalarına yansıyan bilgilerden, belgelerden ve yaşadıklarımdan kaynaklanıyordu. MİT’in 2012 yılının Aralık ayında TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’na gönderdiği bilgi notu ve ihbar mektupları, bu iddiamı doğrular nitelikte. Söz konusu bilgi notu ve ihbar mektupları, Ergenekon’un da üstünde ve daha derin bir yapıdan ve bu yapının Danıştay, Rahip Santoro, Hrant Dink cinayeti gibi cinayetleri gerçekleştirdiğinden söz ediyor. MİT’in gönderdiklerine göre bu yapı Özel Harp Dairesi Komutanlarından Emekli Orgeneral Hasan Kundakçı başkanlığında diğer bazı askerlerden oluşuyor. Hatırlayalım: Emekli General Hasan Kundakçı aynı zamanda Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Derneği kurucusu. Dava dosyalarındaki belgelerle ve basına yansıyan bilgilerle birleştirdiğimde Özel Harp Dairesi ve onun uzantısı Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Derneği kuşkuların merkezine oturuyor. Takip ettiğim izler ve işaretler beni bu kurumlara götürüyor. Kitapta bu izleri ve işaretleri göstermeye çalıştım, bir de benim takip sürecimi. Bu takip sürecinde Hrant Dink’in yargılandığı ilk davadan başlayarak cinayet sürecinin bütün aşamalarında sürekli karşıma çıkan ancak hiçbir şekilde dokunulamayan, soruşturulamayan mensuplarıyla Özel Harp Dairesi’ni anlatmak için, TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu raporunda, “Özel Harp Dairesi’nin tarihi aynı zamanda Türkiye’nin gizli tarihidir” cümlesi kullanılmış. Öylesine gizli ve öylesine dokunulmazdı ki bu örgüt, eski başbakanlarından Bülent Ecevit bir tesadüf eseri öğrendiği “Devlet içinde fakat devletin bilgisi ve denetimi dışında bir örgüt var” sözüyle işaret ettiği bu örgütün üzerine gitmeye çalıştı. Çok da çabaladı ancak başarılı olamadı. 18 Haziran 1988 tarihinde bu kez dönemin başbakanı Turgut Özal’a suikast girişiminde bulunuldu. Tetikçi yakalandı. Saldırının peşine düşen Özal, tetikçiden ileri gidemedi. “Bir örgüte geldim, çakıldım” sözleriyle çaresizliğini dillendirdi. Ülkenin başbakanlarının dahi üzerine gidemediği, devletin içinde ancak devletin bilgisi ve denetimi dışında, dokunulamayan, hesap sorulamayan gizli örgütle kastedilen örgüt Özel Harp Dairesi’ydi. NATO üyesi ülkelerin görünürdeki orduları bünyesinde komünizm tehlikesi ve muhtemel Sovyet işgaline karşı oluşturulan, İtalya’da Gladyo, Yunanistan’da Koyun Postu adı verilen gizli orduların Türkiye’deki adıydı Özel Harp Dairesi. Sovyetler dağıldıktan, soğuk savaş sona erdikten sonra NATO ülkelerindeki bu gizli ordular tasfiye edildi, gizli silah depoları dağıtıldı ancak Türkiye’deki gladyo dağıtılmadığı gibi teşkilat yeni katılımlarla genişletildi ve büyütüldü. Komünizm tehdit olmaktan çıksa da Türkiye’deki örgütün savaşacağı düşmanları vardı; azınlıklar, Kürtler, Aleviler, muhalifler… Olmasa dahi düşman yaratılarak sistem sürdürülecekti. Gelenek bunu gerektiriyordu.

Elif Şahin Hamidi: Dink cinayeti neden Ergenekon davasıyla birleştirilmedi?
Fethiye Çetin: Hrant Dink 2007 yılının Ocak ayında öldürüldüğünde AKP hükümeti işbaşındaydı ve Başbakan Erdoğan “bu cinayet bize karşı işlenmiş bir cinayettir” demişti. Cinayeti planlayanları ve adım adım gerçekleştirenleri Başbakan ve Başbakan’a bağlı istihbarat örgütü biliyordu, ancak o sıralarda iktidar olan ancak henüz muktedir olamayan AKP muhtemelen bu nedenle bunların üzerine gidemiyordu. Darbeleri Araştırma Komisyonu’na gönderdiği bilgi notundan MİT’in en azından 2007 yılında bu yapı hakkında bilgi sahibi olduğunu öğreniyoruz. Dink cinayetinin hemen ardından Başbakan’a sunulan ancak daha sonra sahip çıkılmayan şema içeriğinden de. Yine MİT belgesinde dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ile ilgili ciddi iddialar ve birtakım belgeler yer alıyor. Bunların dışında Yaşar Büyükanıt tarafından yazılan bir muhtıra, yani 27 Nisan muhtırası var. Bütün bunlara rağmen bugüne kadar hiçbir soruşturmada Büyükanıt’a dokunulmadı, soru dahi sorulmadı. Büyükanıt hakkındaki iddialar hiçbir soruşturmanın konusu edilmedi. Neden acaba diye soruyorum önce. İçeriği sır gibi saklanan Dolmabahçe buluşmasıyla bir ilgisi olabilir mi? 2007 yılının Mayıs ayında Başbakan’ın Yaşar Büyükanıt ile görüşmesinden söz ediyorum. Ergenekon soruşturmasının bu görüşmeden sonra başlaması bir tesadüf mü? Neden İlker Başbuğ’a kadar uzanan Ergenekon soruşturmasında ve davasında Büyükanıt yok? Neden Ergenekon davası, faili meçhulleri, siyasi cinayetleri kapsamıyor? Neden diğer emekli genelkurmay başkanlarına değil de Büyükanıt’a süper zırhlı araç tahsis edildi? Acaba Dolmabahçe buluşmasının bütün bunlarla ilgisi var mı, Dolmabahçe’de bir uzlaşmaya mı varıldı? Bu uzlaşmada, Büyükanıt hakkındaki iddialar mı masaya yatırıldı? Hrant Dink cinayeti ve diğer siyasi cinayetler masaya sürülen bir pazarlık aracı mıydı, bir koz muydu? Ergenekon davası bu masada varılan bir mutabakatın sonucu olabilir mi? Bir grubun tasfiyesi karşılığında faili meçhullere, siyasi cinayetlere dokunulmaması mutabakatıyla mı sonuçlandı bu pazarlık? Acaba Hrant Dink davası, pazarlıklara feda mı edildi?

Elif Şahin Hamidi: Güvenlik şirketlerinin operasyonlardaki rolü de çok dikkat çekici ve ürkütücü. Bu şirketlerin üzerine de gidilmediğini ifade ediyorsunuz. Bunun nedenlerinden bahseder misiniz?
Fethiye Çetin: Hrant Dink cinayeti dosyalarında karşımıza çıkan iki güvenlik şirketiyle ilgili ciddi kuşkulara sahiptik ve mahkemeden ve savcılardan bu şirketler hakkında soruşturmanın derinleştirilmesi, bazı hususların araştırılması gibi karşılanmayan talepler öne sürüyorduk. Bu şirketlerden biri, Agos’un yanı başındaki sokakta 2004 yılında faaliyete geçen ve cinayet günü Dink cinayeti tetikçisi Ogün Samast’ın birkaç saatini geçirdiği güvenlik şirketiydi. Diğeri ise Veli Küçük tarafından kurulup yönetilen Stratejik Güvenlik AŞ isimli şirket. MİT’in TBMM Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’na gönderdiği bilgi notu ve eklerinde aşağıdaki satırları okuduğumuzda kuşkularımızda ne kadar haklı olduğumuzu gördük. Şöyle deniyordu: “MİT kurumsal olarak bu olayların dışında gibi görünmekle birlikte emekli olmuş olan eski çalışanlarından bazı konularda istifade edilmektedir. Özellikle güvenlik şirketi ortak ve kurucuları, eskiden asker olup MİT’ten emekli olanlar, operasyonlarda bazen aktif gücü oluşturmaktadır”. Bu söylenenler, güvenlik şirketleri ortak ve kurucuları ve bir de eskiden asker olup MİT’ten emekli olanların, cinayeti işleyen, bombayı koyan, suikastı gerçekleştiren kişiler olduğu anlamına gelmiyor mu? Operasyonlarda aktif gücü oluşturmanın başkaca bir anlamı var mı? Evet, durum gerçekten çok ürkütücü… Şimdi bu söylenenler ışığında bakacak olursak, Veli Küçük’ün kurup yönettiği Stratejik Güvenlik AŞ isimli şirketin, Hrant Dink cinayeti sanıklarının yaşadığı Trabzon’da şube açması, bu şubede eğitimler verilmesi tesadüf olabilir mi? Özel Harp Dairesi kitabında Ecevit Kılıç, operasyon planlanmasını çoğunlukla Özel Harp Dairesi’nin yaptığını, eylemlerin MİT ve sivil unsurlar tarafından uygulandığını yazıyor. Hrant Dink cinayeti yargılaması sırasında güvenlik şirketlerine ilişkin talepler acaba bunun için mi karşılanmadı, soruşturmalar yapılmadı?

Elif Şahin Hamidi: Yargıtay’ın kararı bozmasıyla birlikte dava 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden görülmeye başlandı. Bundan sonraki süreçte neler yaşanacak sizce, sonuca ulaşılabilecek mi, neler öngörüyorsunuz?
Fethiye Çetin: Her ne kadar Yargıtay, bu davanın sınırlarını örgüt, üye sayısı ve faillerin saiki bakımından belirlemiş, daraltmış, bir başka deyişle sınırlarını çizmiş olsa da artık 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde sürdürülecek dava yeni bir davadır ve Mahkeme Heyeti, bu davada Yargıtay’ın sınırlamaları ve belirlemeleri ile bağlı değildir. Ceza Hukuku’nun önemli bir prensibi olan “serbestlik ilkesi” gereğince Mahkeme Heyeti, yürüteceği yeni yargılamada, delil toplamada, tanık dinlemede tamamen serbesttir. Önemli olan maddi hakikate yani adalete ulaşmaktır. Biz bu ilkenin hayata geçirilmesine çalışacağız. Stratejimiz bu yönde olacak. Maddi hakikate yani adalete erişebilmek için bu cinayet, öncesi, işlenişi ve sonrasıyla bir bütün olarak ele alınıp soruşturmanın bu bütünlük içinde yürütülmesi ve yargılamanın da bütünlük bozulmadan yapılması gerekmektedir. Şu ana kadar bölük pörçük ve birbirinden bağımsız soruşturmalar hakikate ulaşmamızın, adalete erişimin önünde en büyük engel oldu. Biz bu görüşümüzü sonuna kadar savunacağız, ancak şu geldiğimiz aşamada henüz olumlu bir adım atılmış değil.

Elif Şahin Hamidi: İkinci bir kitapla, önümüzdeki süreçte yaşanacakları belgelemeye, tarihe not düşmeye devam edecek misiniz?
Fethiye Çetin: Öncelikle şunu söyleyeyim ki bu kitap Hrant Dink cinayeti davasının anlatıldığı bir kitap değil. Bu kitap cinayet öncesi tanıklığımdan ve cinayet sonrasına ilişkin bildiklerimin ve sezdiklerimin bir kısmından oluşuyor. Dink cinayeti davası devam ediyor. Bu nedenle daha yazılacak çok şey var. Ben bu ülkenin aydınlanması için elimden geldiğince ve ömrüm yettiğince çalışacağım. Ancak eminim ki ben yazamasam da bu cinayet aydınlanıncaya kadar yazanlar, tarihe not düşenler olacak. Gençlere güveniyorum.

NOT: Bu söyleşi Remzi Kitap Gazetesi Kasım 2013 sayısında yayımlanmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir