Ütopya Ağacı / Felsefi Meyve – Nejdet Evren

Bir ağaç dikelim ve adı ütopya olsun; öyle bir ağaç ki, adı gibi özgür ve sınır tanımaz olsun, öyle bir ağaç ki, kimsenin mülkiyetinde ve egemenliğinde olmasın, öyle bir ağaç ki, herkesin çiçeklerle bezediği ve herkesin meyvelerinden sonsuzca yararlandığı bir ağaç, bir ağaç olsun ki, bilgenin sevgisini paylaşsın…

Canetti?nin dediği gibi, ütopyaların olmadığı yerde geleceği yaratamayız. İnsan, 3.5 milyar yıl önceki fosilleşen mikro dünyaların doğal uzantısı olarak makro dünyaları keşfetmek için çırpınırken beş-bin yıllık paradigmaların gölgesinde kalmayı her halde düşünemez ve benimseyemez; o, kendini ve geleceği yeniden keşfederken tüm zamanların bilgisini sakınarak kullanır. Soyutlanmış, ezber ve kalıplarla ifade edilen mantık dizgelerini neden sorusu ile yeniden çarpan, bölen ve toplayan bilginin, insanı ve canlıyı tutsak etmeyen ve fakat onun yolunu aydınlatan önermelerin önemi onun Ütopya Ağacı?nın nirengisi olacaktır.

Filozofun dediği gibi ? yanlış hayat doğru yaşanmaz? . Benzer şekilde temelleri yanlış atılan her bina sonunda çökmeye mahkumdur. Gerçi hiçbir olgu sonsuza dek yaşayamaz ve fakat diziliş temelleri sağlam olan düşünceler uzunca süre insanlaşmaya katkıda bulunabilirler. Dünya insanının tüm coğrafyaları aşan bilgisel etkileşimi binlerce yıldır sürmektedir. Bu diyalektik sürecin koparılamaz yanı onun coğrafyalara mal edilmesine de engel olur; kolektif aklın vardığı sayılırsa en son nokta, bundan muaf değildir. Ütopya ağacının kolektif aklın ürünü olduğu gerçeği, onu, mülksüzleştirerek zenginleştirmektedir. Öyle ise, tüm insanların bu ağacın dallarına konduracağı güzel bir çiçeği mutlaka vardır ve olmalıdır da!…Bu ise, olsa olsa ancak felsefi meyvelerdir.

Ütopya Ağacı?nın felsefi meyvelerini olgunlaştırma ödevini düşüncede sınır tanımayan, düşüncenin gönüllü emek işçileri, tabiri caiz ise filozoflar üstlenmiş görülmektedir. Filozofun kim olduğu, işlevi ayrı bir tartışma konusu olsa gerek. Çok genel bir tanımla, bilgiyi damıtan, sabırlı, söz dizgelerini önemseyen, geçmişten aldıklarını geleceğe yansıtabilen, ezberi zayıf, ön görüsü kuvvetli, üretmek-paylaşmak-çoğaltmak için düşünen, sevgi arayışçısı kişi filozof sayılmalıdır.

?Filozof güncel olaylara müdahale etmeli midir?? (1) Bir tartışma konusu…

Filozof güncel yaşamın içinde olandır ve farklı olarak o, hem günceli hem de geçmişi evrensel olanda harmanlayandır. Bu nedenledir ki, güncele istese de istemese de etki eder. Felsefe bir yönü ile eklemlenen adımlara ve kesintisiz bir yürüyüşe benzer. Her adımın o anki yeri/konumu/duruş şekli ile öncekinden olan uzaklığı/öncekine göre konumu ve her ikisinin sonraki ile olan bağıntısını açıklayan/görmeye çalışan yöntemsel bir düşünce yürüyüşü…Doğrusu, bilgenin düşünceye açlığı/bilgiye açlığı tükenmediğinden olsa gerek hiçbir zaman en-mükemmel olunmayacağına dair bilgisi ile sınırlı biçimleri algılama ve kendisini/ötekini bunlar ışığında yorumlayarak anlama biçimi de sürekli değişmektedir. Böyle olunca o, hiçbir zaman ne bir adım önde olduğunu düşünür ne de geride. Sonsuzu görmek için açılan pencere sayısı arttıkça bir toz zerresi bile çok değerli hale gelebilir. Anlama çabası tarihsel bellek ile beslenirken anlamamaktan/anlayamamaktan uzaklaşır. Bu yönü ile felsefeyi canlı/cansız-doğaya dönüş olarak yorumlamak mümkündür. Her olgu var-olma şekli ile bir değer kazanır. Var-olma sorusu hiç unutulmaz. Felsefi meyvelerin rengi bu düzlemde oluşur ve filozoflarca şekillendirilirler.

Peter Engelmann tartışılabilir bir tesbitte bulunmaktadır. Der ki, ?Filozofların dünyayı sadece yorumlamayıp aynı zamanda değiştirmelerinin gerektiği yanıtı, artık yeterli olmaktan çıkmıştır? (2) Gerçekten de öyle midir? Dünyayı değiştirmek gereksiz bir olgu mudur ki filozofların ilgi ve sorumluluk alanları dışında bulunsun? Ayrıca, entelektüel birikim salt var-olanın yorumu ile kısıtlanabilecek bir edim/sizlik olabilir mi? O, var-olan ile olması gereken zıtlığında ?yaratıcı akıl?, yaratıcı eylemi gerçekleştirebilmenin yöntemlerinin neler olduğu konusunda bir arayış içinde olan değil midir? Öyle ise, var-olanı değiştirme istenci onun eylem pratiği ile doğrudan orantılı olup, salt anlatımsal kalamayacağını gösterir. Zıtların çatıştığı her yerde yeniyi/sentezleneni görmek filozofça bir düşünme biçimi değilse eğer felsefenin ne anlamı kalır ki? Öyle ise, salt olarak ide/felsefe/düşünce aslında hiçbir şey değildir. Onu dirimsel kılan şey etkilediği, değiştirip dönüştürebildiği fenomenler, olgular ile yaşamın güncel değerleridir. Düşünce metodolojisinde pencereyi aralayanın bir filozof olması rastlantı olmasa gerek…

Alain Badiou?ya göre ? Felsefe var olanın değil, tersine, var olmayanın düşünülmesidir ve var olmayanın nasıl olup da olduğunun: Anlaşmaların değil, bunların bozuluşunun düşünülmesidir. Felsefe sadece olmayan ilişkilerle ilgilenir.? …(3) Var ile yok, var olan ile yok olan/ilişkiler arasında ince bir ayrım gözetilmiş gibidir. Bu tesbit bir açıdan felsefenin güncelden uzaklaşması anlamına gelmektedir. Var/oluş, yok/oluş belki de felsefi düşüncenin sürekli üzerinde kafa yorduğu en güncel konularından birisidir. Bu arayışın kendisi güncelliğini koruduğuna göre gerçekleşmiş olsun ya da olmasın var olmayan kadar var olanlar da felsefi düşüncenin kapsamı içinde kalmak durumundadır. “yok” olgusal olarak “var”dır; her şey/olgu zıttını içinde barındırır; “hiç bir şey yoktan var, vardan yok olmaz” belirlemesi varlığın devinimsel olduğunu açıklar. Hiç bir olgu “zaman” boyutundan koparılamayacağına göre “yok” denilen şey algılama/algılanma biçiminden başka bir şey/olgu değildir. Nesnel olarak “olmayan”ı tanımlamak için “yok” olgusu düşüncede yaratılan bir olgu olarak “var”dır. Demek ki, yok hem var, hem yoktur; bu durum açıya göre değişir. Ayrıca, yok-luk aslında var-lığın gölgesidir; var olduğu için o -yok- vardır; başka bir anlatımla yok vardır… “an” ile yaşanılır; ve fakat “an” denilen o zaman dilimi o kadar kısa değildir. Hiç bir olgu diğerinden kopuk olmadığına göre “an” olanı da öncesinden ve gelecek sonrasından koparmak olanaklı olmayacaktır; gerekli de değildir. Öyle ise her şey sürekli devinen/değişen/dönüşen olgular manzumesinden ibaret olup varlığın sonsuz akışının öz ile etkileşen sonsuz biçimlerinden başka şey değillerdir. Buradan hareketle denebilir ki, her şey vardır, yok değildir. Nereden bakılırsa bakılsın felsefi düşünceyi güncelden uzaklaştırmak olanaklı değildir.

?evrensel olanın gücü, kendisini bilme kavramlarından geri çeken ya da en azından geri çekmeye çalışan asosyal tekillikte yatmaktadır.? (4) derken Badiou, evrenselin genel ölçüler dışındaki tekilin bir belirlemesi olarak yaratıldığına vurgu yapmaktadır. Evrensel olmak; yer ve zamana sığmayan bir ilke, bir edim/sizliğe bürünme, gelip-geçer olmama, içerdiği şekillerin üstünde olma durumları itibariyle oldukça iddialı bir çıkış sayılmalıdır. Düşüncenin öznel-toplumsal tarihsel dokusu, tarihsel bellek üzerinden filizlenir; bu durum, evrensel kabul edilen olguyu da göreceliliğe doğru çeker; o zaman, evrensel olanın kendisi ?göreceli olmak? ile eşleşir. Filozof, göreceli olanın nesnel olduğunu gören ve gösteren dizgeleri bulan kişidir. Bu dizgeler notalar gibi, harfler gibi sonsuz ve uzayda başı-boş devinmekte olanların sistematik bir şekilde ve ahenkle bir araya getirilmesinden başka ne olabilir ki?

Slavoj Zizek?e göre, – Heidegger?den alıntılayarak- felsefe ?başlangıcından beri kendini evinde his-sedenin söylemi olmadığı noktasıdır. Felsefe, organik toplumun en azından minimum bir çözülüşüne ihtiyaç duyar. Sokrates?ten beri sürekli bu başkalığa, bu boşluğa rastlanır ve ilginç bir şekilde Descartes?ın kendisinde bu yabancılık keşfedilebilir…Bu bence felsefenin sıfır noktasıdır. Her filozof, kendi yerinden olduğu bu noktayı benimser.? (5) Felsefenin, soyut düşüncenin genelde yaşadığı sancı ve düştüğü gerilim onun klasik Yunan felsefesine takılıp kalmasındandır. Bugün Sokrates?i yineleyememektedir. Pozitif bilimlerin kat ettiği aşama karşısında bunu yinelemeye kalkışması da zaten beklenemez. İlk soru ya da ilkel soru tüm gelişmelere rağmen hala ilk sıcaklığını korumakta olduğundan dolayı felsefi düşünce buna dair bir açılım yapma gereğini duyumsamaktadır. Ama o, gözünü Zeus?un bağladığı Themis gibi bir elinde terazi, diğerinde kılıç ile etkisiz, yetkisiz ve emir-eri gibi durduğunu fark edememektedir. Son yüz-yılın düştüğü bunalıma tanım bulmak gerekirse filozof, vahşet/savaş/yıkım diyebilmelidir. İnsanlık tarihi 3.5 milyar yıllık dilimin son iki-yüz-yılında yaşamadığı/yaşatmadığı vahşeti, yok saymayı ve katliamları gerçekleştirmiş olduğuna göre bu hızlı sürecin felsefesini yapabilecek momentuma/hıza ulaşamadığından kısır bir döngüyü yaşamaktadır. Ne bilge ne de sevginin yer almadığı son düzlemde bu iki olguyu bir araya getirmeye yönelik çabalar sönük kalmaktadırlar. Böyle olunca, geçmişte yaşayan filozofların açılımları ile günceli yakalamak olanaksızdır. Öyle ise, güncel filozof yeni açılımı yaratmak ile görevli olandır/sorumlu olduğunu düşünendir. Başka bir anlatımla, yeni açılımları yaratan filozof günceli yakalayabilir. Her şeyden önce insanın kutsanması bir kenara bırakılarak düşünce yapılandırılmalıdır. İnsanlık bir açıdan çırıl-çıplaklığını savunabileceği güne kadar bu güne kadar yüklendiği utancını sırtından peyder-pey atmasını bilmelidir. Ta ki, kendi olana dek. Bu nedenle bu günün felsefi sorusu/sorunu ?insan? tanımı üzerinde yoğunlaşmak durumundadır. İnsan nedir?

Düşünce özgürlüğüne atıfta bulunan Slavoj Zizek, ?-eğer başka birine kendi kavramlarımı dayatıyorsam- tek başın, biricik ahlaki şiddettir ve kötüdür.? (6) tanımını yaptıktan sonra bilim felsefesine göndermede bulunurken ? Bilim, sadece bir dil oyunu değildir; tam tersine, şemalaştırılmamış gerçekle uğraşır? (7) demektedir. Felsefi bilgiye bir açıdan aklın eleştirisi de denilebilir. Kendini sorgulama, zıt olandan hareketle kendini doğrulama çabası olsa gerek. Tüm bilgiler temelde gözlem ve deneye dayalıdır. Bunu bilmek ise, bilginin kendini kaynağında tüm bilgiler ile ilişkilendirmesidir. Bu nedenle olsa gerek her bilimin bir felsefesi vardır. Felsefi bilgi aynı zamanda bir disiplindir. Doğru ya da yanlışlığı bir kenara bırakılacak olursa, düşünsel bir ardışıklığı, tutarlılığı ve bunlara bağlı olarak bir değerlendirmeyi içerir. Olgusal dönüşümün bilgisi öz ve biçim arasındaki etkileşimlerin yeniden ve yeniden yorumlanması ile mümkündür. Değişim ve dönüşüm türlerinin alt disiplinler olarak ayrışmalarından bilim dalları ortaya çıkar. Tüm bunların genel ilkelerini, sonuçlarını ve değişim yasasını sağlayan bilgi, felsefi bilgi olsa gerek.

Düşünce nesnelin uzanımıdır. Düşüncenin kendisi soyuttur. Düşüncenin düşüncesi soyuta bir uzanımdır. Soyut olan elle tutulmaz. Yaratıcı akıl, toplumsal bellek ile düşünce maddeye dönüştüğünde somutlaşır. Bu döngü sonsuzdur. Felsefenin temel ilkelerinden belirgin olanı, sonsuz evrenin hem kendisini hem evrendeki tüm olguları, nesneleri, ilişkilerini ve diyalektik süreçlerini tikel ve düalist olarak yeniden yorumlamaktır. Böylece felsefi düşünce tüm olgular ile ilişkilenir. Felsefi düşünce hiç bir olguya kapalı olmadığı gibi hiçbir olgu onun yorumundan bağsız kalamaz. Felsefe, bilgiye bağlı düşüncelerin çoğaltılmasıdır. Bu açıdan felsefi düşüncenin özelliklerinden biri de bilimsel verilere dayanıyor olmasıdır.

Felsefe, olan-ı ve gizlenen-i aramaktadır. Var-olmak kendini sorgulamaktır bir yönden. Oluş denilen yaratılmış mıdır yoksa kendinden var-olan mıdır; belirlenen midir, belirleyen midir? Varlığın yoktan oluş-mayacağı düşüncesi, onun yaratılma efsanesine inanmasını kaçınılmaz yapmıştır. Oluş belki de bu nedenle önemlidir. Felsefedeki bu oluşun gerçek yaşamdaki sonuçları felsefeden bağsız mıdır ki öyle ya da böyle olması/öyle ya da böyle olmasını doğursunlar? Felsefenin bu arayışı bir yönüyle insan türünün kendisini araması ve paylaşımın yollarını bulmasının bir açılımı olmak durumundadır. Paylaşılmayan var-oluş/yaratılma/hiç bir kıymet taşımaz. Canlı doğa var mıdır? sorusu ile yaratılmış mıdır sorusu aynı ölçüde değerli/değersizdir.

Ütopya ağacının meyvesi felsefi düşünce, güncelin ta kendisidir.

Nejdet Evren
Kasım 2010, Batı

(1) Felsefe ve Güncellik,Bir Tartışma, Slavoj Zizek, Alain Badiou, Philosophie und Aktualitat, Viyana 2005, Özgür Aktok çevirisi, Encore yayınları, Birinci Basım Aralık 2009, S: 4, (111 Sayfa)
(2) Age, S: 12
(3) Age, S: 30
(4) Age, S: 43
(5) Age, S: 77
(6) Age, S: 93
(7) Age, S: 89

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir